NİZAM’IN BAŞI DERTTE
Nizam efendi başı gözü sarılı Plaj Gazinosunun, yani kahvenin kapısından
içeri girince, içeride bir uğultudur koptu. Nizam’ı tanıyan tanımayan geçmiş
olsun demekte bir biriyle yarıştı adeta..
“Nizam amca geçmiş olsun, ne oldu sana?”
“Sizin evin merdiveninden mi yuvarlandın amcam?”
“Yok daha neler... Geçmiş olsun Nizami.”
Oyunlarını bozdular etrafına toplandılar Nizam’ın
bekliyorlar ki bir şeyler anlatsın, ama sorular da yağmur gibi. Cevap
yetiştirmesi mümkün değil.
“Kavga mı ettin Nizam amca?”
“Kim cesaret edebilir ulen? Evelallah amcam benzetir
hepsini” diyenler oldu.
“Susun lan... Bi nefes alsın amcam...” diyenler de
O sırada bir alkış sesi duyuldu, bir anda alkış patladı gitti, bütün kahvedekiler
alkışlamaya başladılar adamı. Kollarına girip baş köşeye yerleştirdiler.
Koltuklanmak hoşuna gitti adamın.
“Gabartmayın len dürzüler. Bi kazadır oldu işte”
diyebildi.
“Elleri kırılsın bunu yapanın, yuh olsun! Böyle mübarek
adama yapılır mı?”
“Kaza oldu dedik ya len...” dedi Nizam
ama şamata arasında duyulmadı.
Başındaki sargılar hastahanede sarılmış belli, gayet
düzgün, profesyonelce görünüyordu. Kahveci Bedir’in çıraklarından biri geçmiş
olsun derken çayı da yetiştirdi hemen.
Ocaktan uzanıp bakan Bedir’le tost makinasının başındaki karısı da geçmiş olsun
dediler. Milletin bir kısmı oyununa dönerken bir kısmı da Nizam’ın çevresini
sardılar.
“Off amcam ya... Fena olmuşsun, vay vay vay!”
“Verilmiş sadakan varmış oğlum Nizam...”
“Sağlık ocağına mı gittin ?”
“Ulen bu od mu ocak mı her neyse orda bir kazaya bakacak
bir Allaan kulu var mı len? Geçen sene öbür koyda iskeleden düşen çocuğun
başına neler geldi? Çocuk topal kalayazdı” diye yüksekten giriş yaptı Nizam
efendi. “Bereket o gün Doktur yok
dediler de apar topar Edremit’e, hastaneye gittik!”
“Eee, nasıl oldu? Nerde oldu bir anlat hele...” Nizam
yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek istercesine ağırdan alıyordu. Bir gol
atmalıydı. Ne de olsa Yabancı memleket görmüş, oradan emekli olmuş, tıkır tıkır
maaşını dolar üzerinden alan ve her kur değişikliğinde ağzı kulaklarında
dolaşan mahallenin tek adamıydı. ”Bu ay da maaş farklı geldi anasını satayım.
Allah sebep olandan razı olsun” deyip insan içinde gezerdi. Lafı ağırdan almak
istedi ama asıl düşündüğü neyi, nasıl anlatacaktı.
“Durun len bir yudum çayımdan alem oglum.” Çayına
uzanırken keyifle söylenmişti. “Pencereleri açar mısın Bediir?” Yüzünü ekşitip,
“Dürzüye o kadar sıkı sarma travmam arta dedim. Dinleyen kim. Kafam çok ağrıyo len... Plaja kadar gidem de, anasını
satem gendime gelem dediydim, af buyrun.”
“Amca zaten her taraf açık, küfür küfür” dediler. Açık
pencerelerden meltem içeri doldurmuştu. “İyi etmişsin de gelmişsin. Şimdi
açılırsın”.
“Susun len biraz açılın hava alsın adamcaaz. Zaten kafayı
karpuz gibi yarmış abicim” dedi uzun boylu beyaz top sakallı ortayaşlı biri sırıtarak
yaklaştı. “Geçmiş olsun Nizam. Ne bu hal?”
“Ne ulen Nurettin, pek bi keyiflendin..” Nizam oturduğu
yerden elini kaldırdı, parmağıyla sırıtarak yanaşan adamı gösterdi. “Ulen bu
herif burdayken ben bir şey anlatmam. Namerdim söylemem ulen. Şindi bu imansız
herşeyi ters yüz eder.”
“Ayıp ettin Nizam amca. Sen Avustralya’da Ülkemizi temsil
etmiş bir abimizsin. Tek parmağınla koca fabrikayı idare etmiş adamsın. On- Off
Menejeri.” diye bıyık altından gülümseyerek manalı manalı baktı. “ Nizam-ı Alem
amcam.. Sana yamuk yapılır mı?”
“Eee söyle bakam kafana ne oldu abi? Kaza dedin de sizin apartmanın
merdiveni de pek kötü değildir. Ordan düşmemişsindir. Yoksa sokakta Muhuttin’in hurdası mı tosladı sana? Hasar çok mu
arabada?” diye yoklama çekti. Nizam elini salladı git başımdan der gibi.
Nurettin, gasteci emeklisi devam etti:
“Gerçi bir ihtimal daha var amma... zayıf ihtimal... yenge
senin dırdırından bıktı da susturmak için merdaneyi kafana mı oturttu!? Olur mu,
olur.”
“Ulan fesat herif, sen başımdan gitmedikçe tek kelime etmeycem ulen.”
“Ben gasteciyim unuttun mu Nizam? Burnum koku alır”
“Has...tir, pabucumun gastecisi!” diye kükredi Nizam. O
nazik burnundan başlatma beni!” Gasteci Nurettin
ayağa kalktı.
“Aha şimdi gidiyorum abi ve yengeden doğrusunu alırım
ben....” Nizam iyice sinirlendi yerinden fırladı.
“Sana tek kelime etsin, boşarım Onu ulen.”
“Sıkar o canım!” dedi gasteci Nurettin. Etraftakiler
kıkırdadılar.
“Ulen Nurittin get başımdan olum! Elimden kaze çıkacek,
adamdan sayacaklar seni”
“Neye saklıyorsun o zaman abicim? Geldiğinden beri
anlatacaksın, anlat o zaman abi! Sol kaşının üzerinden başlayan bir iz var, kan
oturmuş besbelli. Üstünü de sarmalamışlar kan lekesi çıkmış sargının dışına. Gözünün
altı mosmor...Tam merdanelik olay.” Etraftakiler kafalarını sallayarak tasdik
ettiler.
“Polis muhabirliğimde böyle çok yaralar gördüm Nizam,
adamlar birbirine girerler haydarlar elde, hayda... Allah, Allah.. Allah. Kafa
göz olmuş yayla... aynen seninki gibi”
diye güldü. “Tam adliyelik vak’a!” Etraftakiler lafa balıklama daldılar.
“Çok acıdı mı ağam?”
“Odunu yeyince bayılmış dedilerdi.”
“Yok oğlum sallamışlar, Nizam efendiyi bayıltacak merdane
daha nerde?” dedi içlerinden biri. Nizam
sesini yükselterek etraftakilere çıkıştı.
“Kesin ulen! Yavşak yavşak konuşman... kaze oldu dedik
ya...God damm! Bu adama bakman, bu adam şeytanın Ayvalık reprazantanı[1]! Bizim
Avustralya’da öyle derler. Neuzubillah... Şerrinden korunmak için bu sene üç
kurban şey ettim” Oturanlardan biri dayanamadı acıyarak araya girdi.
“Koca Rabbim
gözünü korumuş ya ilen Nizam? Maazallah
ya gözün bir şey olaydı?” dedi.
“Kör Nizam derlerdi valla” dedi yandaki masada okeye
dönenlerden biri.
Bunalan Nizam kapıya doğru hızlı adımlarla fırladı:
”Tü lan yüzünüze! Cumayı kaçırtacaksınız ülen bana”
“Topunuzu Allah bildiği gibi yapsın. Ulen Bedir, sen de bunları içeri alıyon ya, sana
da bravo!” diye homurdandı, gülüşmeler arasında çıktı.”
“Onlar müşterimiz,. veli nimetimiz Nizam amca... Beyler
lütfen... O bizim Nizamül Mülkümüz” diye giriş yaptı Kahveci Bedir. “Şimdi
Müşteki’den öğreniriz n’olduğunu...” dedi. Kahveden Plaja seslendi. Plaj
oldukça kalabalıktı. Bu Kahveci Bedir için para demekti. İnsanlar bulabildikleri sandalye, şezlong ya
da hasır üstünde güneşin altında sere serpe uzanmışlar, şikayet etmeden,
kızarmayı bekliyorlardı. Müşteki, Nizam’ın burada doğmuş tek oğlu, yani helal doğum. En küçükleriydi çocuklarının ama en
akıllı ve kurnazlarıydı. Şeytan bununla
tanışınca, “benim bu dünyada işim kalmadı” demiş olduğu dahi söylenir.
“Beybanın başına ne oldu ulen? Sorduk, sorduk cevap
vermeden Cumaya dedi tüydü”
Velet önce biraz güldü,
sonra ciddileşip uzun hikaye der gibi elini salladı ardından da ocak başına
yaklaşıp siparişleri sıralamaya başladı:
“Abla dört Nes, bir lokma 104 e. Ayrıca 90 a iki
madensuyum, iki kolam var, iki de sade kumpir ablacım. Bana eşantiyon lokma ve
midye dolma da hazırlar mısın?. Yeni gelenler var, yatar verdim onlara...”
diyerekten ocağın önünde bekleyenlerin arasından sıyrılıp camlı soğuk dolaplardan
kolalarla maden sularını kaptı. Cin gibi bir çocuktu, Seme abilerine inat.
Nizam çift pasaportlu oğullarını Avusturalya’da havalanı ground transport
servisine sokarak bir kapıya kul ettikten sonra, helalinden müslüman birer gelin
bulup o gurbet ellerde evlendirmişti. Malezyalı gelinler maaşallah Türk
gelinleri kadar terbiyeli, saygılı ve dahi muhafazakârlardı. Nizam ailesi ne de
olsa şanlı, şerefli, müslüman bir ülkeyi temsil ediyor ve şu gavur ellerinde
tam bir sınav veriyorlardı. Velakin bütün gayretine rağmen okumayı tercih eden büyük
kızına güvenilir bir damat bulamamıştı Nizam.
“Bu memleketin kadınları tamam da erkeklerine pek kulak
asma, içki içer, kadına kıza sarkar, gece sarhoş eve gelir, bize uymaz anasını
satayım, helal süt emmiş bir müslüman evladı lazım bize...” demeye başlamıştı.
O arama, tarama süresi devam ederken,
kızı, arkadaş olduğu bir Hintlyi eve
getirip tanıştırmıştı.
“Adı ne bu herifin?” diye sakin sakin sordu karısına. Karısı
söyleyemeyince kızı kısık bir sesle “Ganji” dedi. Oğlan durumu kavrayıp, boncuk
gibi siyah gözleriyle aptal, aptal gülerek
ismini tekrarladı..
“Ganji Mahoor”
“Müslüman mı bu gız?” Karısına döndü gözlerini devire devire:
“Anası olacaksın gadın, insan sormaz mı bi, oğlan sünnetli
mi değil mi, diye? Sen de bilin nasıl oldunu... Ne! Münasip olmaz mı? Niye ki?” Başındaki
namaz takkesini düzeltip kaşlarını
kaldırdı:
“Hatta onun söylemesi yetmez, benim de görmem gerekir.
Sünnetliyim der de fos çıkarsa? Anam avradım olsun kendi elimle yakalar doktura
götürürüm ben bu yağlı kafayı” Oğlan saf saf sırıtmaya devam ediyordu. Nizam
başını sallayarak sen görürsün der gibi güldü. Oğlan daha çok güldü Nizam’a
bakıp. Gülmek, gülüşmek işler yolunda demekti, birbirlerinin dillerini
anlamasalar bile. Yani devam.
Aile meclisinde bu
araştırma ve soruşturma devam ederken, kız hamile kaldığını anlayınca, anasına
danışıp oğlanın evine taşınmış ve Nizam’ın bu olaydan yirmidört saat sonra
haberi olmuştu. Önce patladı, hırsını karısından çıkardı ama ona fiske vurmadan.
Sesinden yer gök inledi. Başının polisle belaya girmesini istemediğinden ve de
yaklaşmış olan emekliliğini riske atmayı göze alamadığından, bu evliliğe rıza
göstereceğini söyledi. Fakat oğlanın müslüman olmasını, evlenmeden hemen önce
bu işin hallolmasını şart koştu. Zavallı Nizam’ın bu isteği de olamadı. Halbuki O beş vakit
namaza beş vakit daha ekler, bir ay ramazan az gelir de bir kaç ay daha oruç ilave
ederdi. Uykuları kaçıyordu düşünmekten. Geldiklerinde
oğlanla kızın yüzlerine karşı; “Damadı sünnetsiz diyecekler, anasını satayım.
Ulan kız şu işi bi halledin, elimden kaza çıkacak maazallah! İslam Merkezinde Muvakkat
Rahman hoca Onu bekliyor. Merkeze uğrayın, duydun mu cadı?”
Damat güler yüzlü, tatlı dilliydi- gerçi Nizam bildiği
Dingo İngilizcesiyle bir cacık bile anlayamazdı
onun konuşmalarından- ama adamın bülbül
gibi şakımasını ağzı açık dinlerdi Nizam efendi. En nihayetinde kızı,
evlenemeden nur topu gibi, çok sevimli, siyahi bir oğlan çocuğu doğurdu. Damat kızı
ve çocuğu Nizam efendinin yüzüne gülerekten, kendi evine götürdü. Gidiş o
gidiş. Nizam efendi:
“Ulan bu sarıklı yağlı kafa ne müslüman oldu, ne de nikahladı
bizim kızı. Kaptı götürdü. Ben onun anasını avradını... onun bunun çocuğu” diye yakın çevresine
sızlandı durdu. Ama resmen şikayet edemedi, kızı yaşını başını almış, olgun bir
kadın olmuştu. Kendi kararlarını kendi verebilirdi. Nizam memlekette olsa bu
meseleyi hallederdi ama burası bir başkaydı.
“Gavur kanunları onları koruyor emme...” dedi Nizam
efendi. Oğlanları üstüne saldı ama Hintli
bunları yanında getirdiği arkadaşlaıyla bir tenhada ikna edip geri gönderdi.
Nizam ana avrat düz gitti ama hepsi o kadar...
“Kızını okutmak enayilik, boşuna masraf da afedersin
hıyarlık. Ben yaptım anasını satiim o hatayı. Allah affetsin. Bırak okutmayı ondördüne
girince evlendir anasını satayım, on beşinde kucağında torunun ossun!”
Günü geldiğinde resmi emeklilik işlerini bitirince, karı
koca vakit geçirmeden uçağa atladıkları
gibi Türkiye’de almışlardı soluğu. Çocuklar oradaydılar. Yeni bir şehire, yeni
aldıkları eve yerleştiler, yeni mahalle yeni yüzler, yeni bir başlangıç deyip,
bir sahil kasabasına kondu Nizam efendi ailesi.
Bu küçük çırak olan oğlan burada doğmuştu. Fırlama tam
olarak babasının bir çok özelliğini aldığı gibi, dayısından da bir şeyler
kapmıştı. Kahvedekilerin sorularına önceleri kayıtsız kaldı Müşteki. Nizam
efendinin başına ne gelmişti, konu buydu. “Ulen size ne?”dedi içinden. Sonra
bir hınzırlık yapmak geldi aklına.
“Anam kodu oklavayı, oturttu kıç üstü” dedi Müşteki
yüksek sesle... Kahvedekiler önce birbirlerine baktılar sonra da yerlere
yattılar gülmekten.
Nizam cumadan çıkınca kapıdaki ayakkabı yığını arasında
kendi pabuçlarını buldu, üstlerine basa basa dışarı attı kendini. “Ulen adam
olmayacakla bu herifle! Ayakkabı raflarını artırsanıza len dümbükler! Topunuzu
Allah bildiği gibi yapsın lan.” Bir fatiha okudu avucuna üfleyip yüzüne ve
sakalına sürdü. Sanki yüzünü ve sakalını sıvazlamassa kabul olmaz gibi. Derken
kahvanedeki olanları hatırladı. Aklına bu sargılardan kurtulana kadar gazinoya
uğramama fikri geldi ama oraya giderek “Nurittin münafıkına ve kahvedeki
şakşakçılarına” gerekli dersi vermek düşüncesi ağır bastı. “Git evine be adam!”
Cumadan dönenler birer ikişer kahveye dönmüşlerdi. Salon
eski kalabalığına kavuşuyordu. Nizam eski yerine oturunca geldiğini duyurmak
için ocağa seslendi.
“Bediir a Bedir! Bana bir çay ile kaşarlı tost gönderiver
len!”
Bir kaç kişi döndü Nizam’a Hoş gelmişsin, geçmiş olsun
filan diye seslendiler ama hepsi o kadar. Gasteci Nurettin de görünmüyordu.
İçinden “Biraz bekliyeyim” dedi. Çayını içti, tostunu yedi, bir çay daha
söyledii. Keyfi kaçmıştı. Namazdan önceki ilginin onda biri bile yoktu. Ne
güzel Estergon Kal’ası destanı gibi anlatacaktı başına gelenleri, tabii biraz
değiştirerek yapacaktı. Olduğu gibi söyleyemezdi. Tam o sırada muhtarla gasteci
Nurettin içeri girdiler. Nizam’ın masasına ilerlerken Muhtar:
“Selam olsun Kahve milleti! Bu mübarek günde şeytanınız
bol olsun! Rasim Hoca fena bozuluyor haberiniz olsun ha...” Homurtular yükseldi.
“Vay vay, vay. Nizam efendi. Sana ne olmuş? Geçmiş olsun kardeşim. Nasıl oldu bu?" Nurettin atıldı:
“Yenge merdaneyi yerleştirmiş, nasıl olsun?”
“Yenge merdaneyi yerleştirmiş, nasıl olsun?”
“Yok artık, inanmam!”
“Ulen münafık, yine popondan salladın. Şimdi camiden
geldin ulan cacık, bilip bilmeden konuşuyorsun.” Gasteci sakin bir
sesle:“Benn.. şey.... Müştek..i” dedi.
Nizam lafı ağzına tıktı “Bende senden müştekiyim len. Çarıverin Cendermeyı” Muhtar
araya girdi yatıştırmak istedi.
“Hoop arkadeşler hop. Uzatılacak mevzu değil. Zarif Ana
ne zaman böyle bir şey yaptı ki bugün yapsın arkadeşler” dedi..
“Ulen olum, kaza demedik mi len? Bayramda dana kaçınca
unu zaptedem derken ulen ceryan direne çarpverdim arkadeş!” heyecanlanınca yerel ağza dönerdi Nizam. “Sen
nasıl gastecisin bilader? Pabucumun gastecisi!”
“Bilgi kaynağım Müşteki’dir. Müşteki!” Oğlan oralarda
peydahlandı..
“Len beyba, anam sana oklavayı fırlatmadı mı? Hafızanı
mı yitirdin?” Nizam hırsla çocuğun üstüne yürüdü, oğlan pır diye plaja doğru
uçtu.
“Bana kim atmış, ne atmış? Olmaz olasıca. Sen de mi
Nurittinin tarafına döndün? Anasını bellediğim o... çocuğu. Sen akşam eve
dönersin” diye bağırdı. “Doğru konuşsana len!”
Müşteki kahveye girdi kapıdan seslendi:
“Ne söylememi istersin beybaa?” Bir elindeki çay askısını
döndürürken, kapıya yaslanmış bu karanbol ve uğultunun içinde bağıra bağıra
konuşuyordu babasıyla.
“Doğruları söyle sadece! Dananın peşinden koşarken olmadı
mı?”
“Doğru beyba...”
“Ayağım kayıp düşerken direğe kafamı çarmadım mı eşoğlu
eşek?” Nizam öfkesi son haddinde, Müşteki’ye dönmüş bakıyordu. Oğlan kafasını “he”
diye salladı. “Eee?” dedi babası.
“Doğru söyledin ama eksik söyledin aga” dedi Müşteki.
“Bayramın birinci günü danayı almaya ve kestirmeye her
zaman olduğu gibi köye gittik mi?
Gittik.. Sen yine her bayramda olduğu gibi işlerden uzak durup sadece kurbanın
sevabına parayla ortak olan oradaki asalakları küfür ile yıkadın mı? Evet, yıkadın. O sırada ben de katılıyordum
sana.” Gülerek devam etti Müşteki.“Bütün kurban çalışması kesme parçalama
dağıtım işlerinde ben tek çalışıyor muydum? Evet öyle.”
“Ağıldan hayvanı çıkarırken elinden hayvanı kaçırdın mı? Kovalarken
boka basıp kayıp düştün mü? Düşerken ağılın tavan dikmesine kafanı çarpıp
kendini kaybedip yerdeki pisliklerin içine düştün mü? Hee düştün. Kafanız
yarıldı mı? Hee yarıldı.”
“Ayağa kalkınca başından kan aka aka hâlâ danayı
kovalamaya çalışırken anam kızarak elindeki oklavayı sana fırlattı mı? Aynen
öyle oldu. Ben seni acilen Burhaniye’ye koşturdum mu? Evet, evet, evet.” Herkes
gülmekten yerlere yatıyorlardı. “Nizam efendi ben bunları açık etmemek için
söylememiştim. Söylediğim şey ise annemin sana fırlattığı oklavayı başına oturttuğuydu. Fırlattığı doğru da isabet
etmesi doğru değildi. Ama oklava isabet etmeden başındaki yaralanmayı başka
nasıl açıklardım. De bakalım bana...”
Sadık Mercangöz Artur Burhaniye, 31 Ağustos 18:30
[1] Reprazantan, halk ağzı, ticari temsilci,
Reperesenter
Çok güzel Sadık. Zengin malzeme. Kıvrak anlatım. Eline, kalemine sağlık. Yaz, daha yaz....
YanıtlaSilO