Yaz Yazıları 9


 NİZAM’IN BAŞI DERTTE

Nizam efendi başı gözü sarılı  Plaj Gazinosunun, yani kahvenin kapısından içeri girince, içeride bir uğultudur koptu. Nizam’ı tanıyan tanımayan geçmiş olsun demekte bir biriyle yarıştı adeta..

“Nizam amca geçmiş olsun, ne oldu sana?”

“Sizin evin merdiveninden mi yuvarlandın amcam?”

“Yok daha neler... Geçmiş olsun Nizami.”

Oyunlarını bozdular etrafına toplandılar Nizam’ın bekliyorlar ki bir şeyler anlatsın, ama sorular da yağmur gibi. Cevap yetiştirmesi mümkün değil.

“Kavga mı ettin Nizam amca?”

“Kim cesaret edebilir ulen? Evelallah amcam benzetir hepsini” diyenler oldu.

“Susun lan... Bi nefes alsın amcam...” diyenler de

O sırada bir alkış sesi duyuldu,  bir anda alkış patladı gitti, bütün kahvedekiler alkışlamaya başladılar adamı. Kollarına girip baş köşeye yerleştirdiler. Koltuklanmak hoşuna gitti adamın.

“Gabartmayın len dürzüler. Bi kazadır oldu işte” diyebildi. 

“Elleri kırılsın bunu yapanın, yuh olsun! Böyle mübarek adama yapılır mı?”

           “Kaza oldu dedik ya len...” dedi Nizam ama şamata arasında duyulmadı.

Başındaki sargılar hastahanede sarılmış belli, gayet düzgün, profesyonelce görünüyordu. Kahveci Bedir’in çıraklarından biri geçmiş olsun derken çayı da  yetiştirdi hemen. Ocaktan uzanıp bakan Bedir’le tost makinasının başındaki karısı da geçmiş olsun dediler. Milletin bir kısmı oyununa dönerken bir kısmı da Nizam’ın çevresini sardılar.

“Off amcam ya... Fena olmuşsun, vay vay vay!”

“Verilmiş sadakan varmış oğlum Nizam...”

“Sağlık ocağına mı gittin ?”

“Ulen bu od mu ocak mı her neyse orda bir kazaya bakacak bir Allaan kulu var mı len? Geçen sene öbür koyda iskeleden düşen çocuğun başına neler geldi? Çocuk topal kalayazdı” diye yüksekten giriş yaptı Nizam efendi. “Bereket o gün  Doktur yok dediler de apar topar Edremit’e, hastaneye gittik!”

“Eee, nasıl oldu? Nerde oldu bir anlat hele...” Nizam yakaladığı bu fırsatı değerlendirmek istercesine ağırdan alıyordu. Bir gol atmalıydı. Ne de olsa Yabancı memleket görmüş, oradan emekli olmuş, tıkır tıkır maaşını dolar üzerinden alan ve her kur değişikliğinde ağzı kulaklarında dolaşan mahallenin tek adamıydı. ”Bu ay da maaş farklı geldi anasını satayım. Allah sebep olandan razı olsun” deyip insan içinde gezerdi. Lafı ağırdan almak istedi ama asıl düşündüğü neyi, nasıl anlatacaktı.

“Durun len bir yudum çayımdan alem oglum.” Çayına uzanırken keyifle söylenmişti. “Pencereleri açar mısın Bediir?” Yüzünü ekşitip, “Dürzüye o kadar sıkı sarma travmam arta dedim. Dinleyen kim. Kafam çok  ağrıyo len... Plaja kadar gidem de, anasını satem gendime gelem dediydim, af buyrun.”

“Amca zaten her taraf açık, küfür küfür” dediler. Açık pencerelerden meltem içeri doldurmuştu. “İyi etmişsin de gelmişsin. Şimdi açılırsın”.

“Susun len biraz açılın hava alsın adamcaaz. Zaten kafayı karpuz gibi yarmış abicim” dedi uzun boylu beyaz top sakallı ortayaşlı biri sırıtarak yaklaştı. “Geçmiş olsun Nizam. Ne bu hal?”

“Ne ulen Nurettin, pek bi keyiflendin..” Nizam oturduğu yerden elini kaldırdı, parmağıyla sırıtarak yanaşan adamı gösterdi. “Ulen bu herif burdayken ben bir şey anlatmam. Namerdim söylemem ulen. Şindi bu imansız herşeyi ters yüz eder.”

“Ayıp ettin Nizam amca. Sen Avustralya’da Ülkemizi temsil etmiş bir abimizsin. Tek parmağınla koca fabrikayı idare etmiş adamsın. On- Off Menejeri.” diye bıyık altından gülümseyerek manalı manalı baktı. “ Nizam-ı Alem amcam.. Sana yamuk yapılır mı?”

“Eee söyle bakam kafana ne oldu abi? Kaza dedin de sizin apartmanın merdiveni de pek kötü değildir. Ordan düşmemişsindir.  Yoksa sokakta Muhuttin’in  hurdası mı tosladı sana? Hasar çok mu arabada?” diye yoklama çekti. Nizam elini salladı git başımdan der gibi. Nurettin, gasteci emeklisi devam etti:

“Gerçi bir ihtimal daha var amma... zayıf ihtimal... yenge senin dırdırından bıktı da susturmak için merdaneyi kafana mı oturttu!? Olur mu, olur.”

“Ulan fesat herif, sen başımdan gitmedikçe  tek kelime etmeycem ulen.”

“Ben gasteciyim unuttun mu Nizam? Burnum koku alır”

“Has...tir, pabucumun gastecisi!” diye kükredi Nizam. O nazik burnundan başlatma beni!”  Gasteci Nurettin ayağa kalktı.

“Aha şimdi gidiyorum abi ve yengeden doğrusunu alırım ben....” Nizam iyice sinirlendi yerinden fırladı.

“Sana tek kelime etsin, boşarım Onu ulen.”

“Sıkar o canım!” dedi gasteci Nurettin. Etraftakiler kıkırdadılar.

“Ulen Nurittin get başımdan olum! Elimden kaze çıkacek, adamdan sayacaklar seni”

“Neye saklıyorsun o zaman abicim? Geldiğinden beri anlatacaksın, anlat o zaman abi! Sol kaşının üzerinden başlayan bir iz var, kan oturmuş besbelli. Üstünü de sarmalamışlar kan lekesi çıkmış sargının dışına. Gözünün altı mosmor...Tam merdanelik olay.” Etraftakiler kafalarını sallayarak tasdik ettiler.

“Polis muhabirliğimde böyle çok yaralar gördüm Nizam, adamlar birbirine girerler haydarlar elde, hayda... Allah, Allah.. Allah. Kafa göz  olmuş yayla... aynen seninki gibi” diye güldü. “Tam adliyelik vak’a!” Etraftakiler lafa balıklama daldılar.

“Çok acıdı mı ağam?”            

“Odunu yeyince bayılmış dedilerdi.”

“Yok oğlum sallamışlar, Nizam efendiyi bayıltacak merdane daha nerde?”  dedi içlerinden biri. Nizam sesini yükselterek etraftakilere çıkıştı.

“Kesin ulen! Yavşak yavşak konuşman... kaze oldu dedik ya...God damm! Bu adama bakman, bu adam şeytanın Ayvalık reprazantanı[1]! Bizim Avustralya’da öyle derler. Neuzubillah... Şerrinden korunmak için bu sene üç kurban şey ettim” Oturanlardan biri dayanamadı acıyarak araya girdi.

 “Koca Rabbim gözünü korumuş ya ilen Nizam? Maazallah  ya  gözün bir şey olaydı?” dedi.

“Kör Nizam derlerdi valla” dedi yandaki masada okeye dönenlerden biri.

Bunalan Nizam kapıya doğru hızlı adımlarla fırladı:

”Tü lan yüzünüze! Cumayı kaçırtacaksınız ülen bana”

“Topunuzu Allah bildiği gibi yapsın.  Ulen Bedir, sen de bunları içeri alıyon ya, sana da bravo!” diye homurdandı, gülüşmeler arasında çıktı.”

“Onlar müşterimiz,. veli nimetimiz Nizam amca... Beyler lütfen... O bizim Nizamül Mülkümüz” diye giriş yaptı Kahveci Bedir. “Şimdi Müşteki’den öğreniriz n’olduğunu...” dedi. Kahveden Plaja seslendi.   Plaj oldukça kalabalıktı. Bu Kahveci Bedir için para demekti.  İnsanlar bulabildikleri sandalye, şezlong ya da hasır üstünde güneşin altında sere serpe uzanmışlar, şikayet etmeden, kızarmayı bekliyorlardı. Müşteki, Nizam’ın burada doğmuş tek oğlu, yani  helal doğum. En küçükleriydi çocuklarının ama en  akıllı ve kurnazlarıydı. Şeytan bununla tanışınca, “benim bu dünyada işim kalmadı” demiş olduğu dahi söylenir.

“Beybanın başına ne oldu ulen? Sorduk, sorduk cevap vermeden Cumaya dedi tüydü”

Velet önce biraz güldü,  sonra ciddileşip uzun hikaye der gibi elini salladı ardından da ocak başına yaklaşıp siparişleri sıralamaya başladı:

“Abla dört Nes, bir lokma 104 e. Ayrıca 90 a iki madensuyum, iki kolam var, iki de sade kumpir ablacım. Bana eşantiyon lokma ve midye dolma da hazırlar mısın?. Yeni gelenler var, yatar verdim onlara...” diyerekten ocağın önünde bekleyenlerin arasından sıyrılıp camlı soğuk dolaplardan kolalarla maden sularını kaptı. Cin gibi bir çocuktu, Seme abilerine inat.

Nizam çift pasaportlu oğullarını  Avusturalya’da havalanı ground transport servisine sokarak bir kapıya kul ettikten sonra, helalinden müslüman birer gelin bulup o gurbet ellerde evlendirmişti. Malezyalı gelinler maaşallah Türk gelinleri kadar terbiyeli, saygılı ve dahi muhafazakârlardı. Nizam ailesi ne de olsa şanlı, şerefli, müslüman bir ülkeyi temsil ediyor ve şu gavur ellerinde tam bir sınav veriyorlardı. Velakin bütün gayretine rağmen okumayı tercih eden büyük kızına güvenilir bir damat bulamamıştı Nizam.

“Bu memleketin kadınları tamam da erkeklerine pek kulak asma, içki içer, kadına kıza sarkar, gece sarhoş eve gelir, bize uymaz anasını satayım, helal süt emmiş bir müslüman evladı lazım bize...” demeye başlamıştı. O arama, tarama  süresi devam ederken, kızı, arkadaş olduğu bir Hintlyi  eve getirip tanıştırmıştı.

“Adı ne bu herifin?” diye sakin sakin sordu karısına. Karısı söyleyemeyince kızı kısık bir sesle “Ganji” dedi. Oğlan durumu kavrayıp, boncuk gibi siyah gözleriyle aptal, aptal  gülerek ismini tekrarladı..

“Ganji Mahoor”

“Müslüman mı bu gız?” Karısına  döndü gözlerini devire devire:

“Anası olacaksın gadın, insan sormaz mı bi, oğlan sünnetli mi değil mi, diye? Sen de bilin nasıl oldunu...  Ne! Münasip olmaz mı? Niye ki?” Başındaki namaz takkesini düzeltip  kaşlarını kaldırdı:

“Hatta onun söylemesi yetmez, benim de görmem gerekir. Sünnetliyim der de fos çıkarsa? Anam avradım olsun kendi elimle yakalar doktura götürürüm ben bu yağlı kafayı” Oğlan saf saf sırıtmaya devam ediyordu. Nizam başını sallayarak sen görürsün der gibi güldü. Oğlan daha çok güldü Nizam’a bakıp. Gülmek, gülüşmek işler yolunda demekti, birbirlerinin dillerini anlamasalar bile. Yani devam.

Aile meclisinde  bu araştırma ve soruşturma devam ederken, kız hamile kaldığını anlayınca, anasına danışıp oğlanın evine taşınmış ve Nizam’ın bu olaydan yirmidört saat sonra haberi olmuştu. Önce patladı, hırsını karısından çıkardı ama ona fiske vurmadan. Sesinden yer gök inledi. Başının polisle belaya girmesini istemediğinden ve de yaklaşmış olan emekliliğini riske atmayı göze alamadığından, bu evliliğe rıza göstereceğini söyledi. Fakat oğlanın müslüman olmasını, evlenmeden hemen önce bu işin hallolmasını şart koştu. Zavallı Nizam’ın  bu isteği de olamadı. Halbuki O beş vakit namaza beş vakit daha ekler, bir ay ramazan az gelir de bir kaç ay daha oruç ilave ederdi.  Uykuları kaçıyordu düşünmekten. Geldiklerinde oğlanla kızın yüzlerine karşı; “Damadı sünnetsiz diyecekler, anasını satayım. Ulan kız şu işi bi halledin, elimden kaza çıkacak maazallah! İslam Merkezinde Muvakkat Rahman hoca Onu bekliyor. Merkeze uğrayın, duydun mu cadı?”

Damat güler yüzlü, tatlı dilliydi- gerçi Nizam bildiği Dingo İngilizcesiyle  bir cacık bile anlayamazdı onun konuşmalarından-  ama adamın bülbül gibi şakımasını ağzı açık dinlerdi Nizam efendi. En nihayetinde kızı, evlenemeden nur topu gibi, çok sevimli, siyahi bir oğlan çocuğu doğurdu. Damat kızı ve çocuğu Nizam efendinin yüzüne gülerekten, kendi evine götürdü. Gidiş o gidiş. Nizam efendi:

“Ulan bu sarıklı yağlı kafa ne müslüman oldu, ne de nikahladı bizim kızı. Kaptı götürdü. Ben onun anasını avradını...  onun bunun çocuğu” diye yakın çevresine sızlandı durdu. Ama resmen şikayet edemedi, kızı yaşını başını almış, olgun bir kadın olmuştu. Kendi kararlarını kendi verebilirdi. Nizam memlekette olsa bu meseleyi hallederdi ama burası bir başkaydı.

“Gavur kanunları onları koruyor emme...” dedi Nizam efendi.  Oğlanları üstüne saldı ama Hintli bunları yanında getirdiği arkadaşlaıyla bir tenhada ikna edip geri gönderdi. Nizam ana avrat düz gitti ama hepsi o kadar...

“Kızını okutmak enayilik, boşuna masraf da afedersin hıyarlık. Ben yaptım anasını satiim o hatayı. Allah affetsin. Bırak okutmayı ondördüne girince evlendir anasını satayım, on beşinde kucağında torunun ossun!”

Günü geldiğinde resmi emeklilik işlerini bitirince, karı koca  vakit geçirmeden uçağa atladıkları gibi Türkiye’de almışlardı soluğu. Çocuklar oradaydılar. Yeni bir şehire, yeni aldıkları eve yerleştiler, yeni mahalle yeni yüzler, yeni bir başlangıç deyip, bir sahil kasabasına kondu Nizam efendi ailesi.

Bu küçük çırak olan oğlan burada doğmuştu. Fırlama tam olarak babasının bir çok özelliğini aldığı gibi, dayısından da bir şeyler kapmıştı. Kahvedekilerin sorularına önceleri kayıtsız kaldı Müşteki. Nizam efendinin başına ne gelmişti, konu buydu. “Ulen size ne?”dedi içinden. Sonra bir hınzırlık yapmak geldi aklına.

“Anam kodu oklavayı, oturttu kıç üstü” dedi Müşteki yüksek sesle... Kahvedekiler önce birbirlerine baktılar sonra da yerlere yattılar gülmekten.

Nizam cumadan çıkınca kapıdaki ayakkabı yığını arasında kendi pabuçlarını buldu, üstlerine basa basa dışarı attı kendini. “Ulen adam olmayacakla bu herifle! Ayakkabı raflarını artırsanıza len dümbükler! Topunuzu Allah bildiği gibi yapsın lan.” Bir fatiha okudu avucuna üfleyip yüzüne ve sakalına sürdü. Sanki yüzünü ve sakalını sıvazlamassa kabul olmaz gibi. Derken kahvanedeki olanları hatırladı. Aklına bu sargılardan kurtulana kadar gazinoya uğramama fikri geldi ama oraya giderek “Nurittin münafıkına ve kahvedeki şakşakçılarına” gerekli dersi vermek düşüncesi ağır bastı. “Git evine be adam!”

Cumadan dönenler birer ikişer kahveye dönmüşlerdi. Salon eski kalabalığına kavuşuyordu. Nizam eski yerine oturunca geldiğini duyurmak için ocağa seslendi.

“Bediir a Bedir! Bana bir çay ile kaşarlı tost gönderiver len!”

Bir kaç kişi döndü Nizam’a Hoş gelmişsin, geçmiş olsun filan diye seslendiler ama hepsi o kadar. Gasteci Nurettin de görünmüyordu. İçinden “Biraz bekliyeyim” dedi. Çayını içti, tostunu yedi, bir çay daha söyledii. Keyfi kaçmıştı. Namazdan önceki ilginin onda biri bile yoktu. Ne güzel Estergon Kal’ası destanı gibi anlatacaktı başına gelenleri, tabii biraz değiştirerek yapacaktı. Olduğu gibi söyleyemezdi. Tam o sırada muhtarla gasteci Nurettin içeri girdiler. Nizam’ın  masasına ilerlerken Muhtar:

“Selam olsun Kahve milleti! Bu mübarek günde şeytanınız bol olsun! Rasim Hoca fena bozuluyor haberiniz olsun  ha...” Homurtular yükseldi.

“Vay vay, vay. Nizam efendi. Sana ne olmuş? Geçmiş olsun  kardeşim.  Nasıl oldu bu?" Nurettin atıldı:

“Yenge merdaneyi yerleştirmiş, nasıl olsun­?”

“Yok artık, inanmam!”

“Ulen münafık, yine popondan salladın. Şimdi camiden geldin ulan cacık, bilip bilmeden konuşuyorsun.” Gasteci sakin bir sesle:“Benn.. şey.... Müştek..i”   dedi. Nizam lafı ağzına tıktı “Bende senden müştekiyim len. Çarıverin Cendermeyı” Muhtar araya girdi yatıştırmak istedi.

“Hoop arkadeşler hop. Uzatılacak mevzu değil. Zarif Ana ne zaman böyle bir şey yaptı ki bugün yapsın arkadeşler” dedi..

“Ulen olum, kaza demedik mi len? Bayramda dana kaçınca unu zaptedem derken ulen ceryan direne çarpverdim arkadeş!”  heyecanlanınca yerel ağza dönerdi Nizam. “Sen nasıl gastecisin bilader? Pabucumun gastecisi!”

“Bilgi kaynağım Müşteki’dir. Müşteki!” Oğlan oralarda peydahlandı..

“Len beyba, anam sana oklavayı fırlatmadı mı? Hafızanı mı yitirdin?” Nizam hırsla çocuğun üstüne yürüdü, oğlan pır diye plaja doğru uçtu.

“Bana kim atmış, ne atmış? Olmaz olasıca. Sen de mi Nurittinin tarafına döndün? Anasını bellediğim o... çocuğu. Sen akşam eve dönersin” diye bağırdı. “Doğru konuşsana len!”

Müşteki kahveye girdi kapıdan seslendi:

“Ne söylememi istersin beybaa?” Bir elindeki çay askısını döndürürken, kapıya yaslanmış bu karanbol ve uğultunun içinde bağıra bağıra konuşuyordu babasıyla.

“Doğruları söyle sadece! Dananın peşinden koşarken olmadı mı?”

“Doğru beyba...”

“Ayağım kayıp düşerken direğe kafamı çarmadım mı eşoğlu eşek?” Nizam öfkesi son haddinde, Müşteki’ye dönmüş bakıyordu. Oğlan kafasını “he” diye salladı. “Eee?” dedi babası.  

“Doğru söyledin ama eksik söyledin aga” dedi Müşteki.

“Bayramın birinci günü danayı almaya ve kestirmeye her zaman olduğu gibi  köye gittik mi? Gittik.. Sen yine her bayramda olduğu gibi işlerden uzak durup sadece kurbanın sevabına parayla ortak olan oradaki asalakları küfür ile yıkadın mı?  Evet, yıkadın. O sırada ben de katılıyordum sana.” Gülerek devam etti Müşteki.“Bütün kurban çalışması kesme parçalama dağıtım işlerinde ben tek çalışıyor muydum? Evet öyle.”

“Ağıldan hayvanı çıkarırken elinden hayvanı kaçırdın mı? Kovalarken boka basıp kayıp düştün mü? Düşerken ağılın tavan dikmesine kafanı çarpıp kendini kaybedip yerdeki pisliklerin içine düştün mü? Hee düştün. Kafanız yarıldı mı? Hee yarıldı.”

“Ayağa kalkınca başından kan aka aka hâlâ danayı kovalamaya çalışırken anam kızarak elindeki oklavayı sana fırlattı mı? Aynen öyle oldu. Ben seni acilen Burhaniye’ye koşturdum mu? Evet, evet, evet.” Herkes gülmekten yerlere yatıyorlardı. “Nizam efendi ben bunları açık etmemek için söylememiştim. Söylediğim şey ise annemin sana fırlattığı oklavayı  başına oturttuğuydu. Fırlattığı doğru da isabet etmesi doğru değildi. Ama oklava isabet etmeden başındaki yaralanmayı başka nasıl açıklardım. De bakalım bana...”

Sadık Mercangöz Artur Burhaniye, 31 Ağustos 18:30

                                                                                                                                                

                                                    









[1] Reprazantan, halk ağzı, ticari temsilci, Reperesenter

1 yorum:

  1. Çok güzel Sadık. Zengin malzeme. Kıvrak anlatım. Eline, kalemine sağlık. Yaz, daha yaz....

    O

    YanıtlaSil