SADE SUYA TİRİT BİR ÇALIŞMA
Neredeyse yarım asır oldu, 1970lerde başlayan bir Renovasyon düzenlemesi, aynı zamanda hayatımın da on yılıydı hani, Antalya Kaleiçi ve Yat Limanı Restorasyonu çalışmalarını yeni tanıştığımız Prıf. Dr. Yücel Tanyeri'ye anlatırken anlatırken fark ettim ki son on yıldır Antalya Büyükşehir Belediyesi başlattığı çalışmalarla bizim Turizm Bankası takımın 1975 den 85 kadar uğraştığımız tarihi çevre Rahmet-i Rahman'a kavuşmuş. Musahipzade Celâl in İstanbul Efendisi operetinde dediği gibi "Na bedid "olmuş. Yani kaybolmuş...
Antalya'dayım. Tarihi çevre kaygısında yarım asırda neresinden neresine geldik diye bir merak ile bir pazar günü yürüdüm girdim Kale içine oradan indim yat limanına eski iskeleye.
Bre aman bu sokakta mermer nicedir? Kaba yonu ya da yuvarlak omuz dere taşı nenize yetmez? Bundan yarım asır evvel her taraf granit kesme taştan Arnavut kaldırımı idi bizzat biz yapmıştık çok iyi bilirim. ama ya şimdi?
![]() |
Kale kapısından Kale içine giriş. Arkadaki aykırı ev İmar Planından sonra inadına yapılmış gibi .Böyle bir ev tipi yok Antalya'da diye biliyorum... |
İşte Antalya Kale içi geleneksel ve tarihi dokuyu Koruma amaçlı imar planın ellinci yılına gelirken neler olmuş, neler? Ülkemizde Turizm ve Kültür iki farklı aksiyon olamadı yıllardır nedense. Bizde bu faaliyetlerin Bakanlıkları bile aynıdır. Turistlerimizin anlayışına sığınarak son yıllarda eksik bilgi veya ip ucu ve yeterli kanıt olmamasına rağmen eski eserleri tamamlama merakı çıktı, ki sormayın. Örneğin, Şehzade Korkut "Oğlum bir cami yaptır da yöre halkı seni unutmasın" diyen babasının sözüne uyarak, asırlar önce pagan tapınağı olarak yapılmış sonradan Hristiyanlar tarafından Kiliseye çevrilmiş Antalya Kale içindeki tapınağın çan kulesini yıktırıp bir minare ilave ettirerek bir cami sahibi olmuş olur. Sonra bir yangında yıkılan camii bugünlerde üstüne bir çatı ve minareye de bir külah ilave ederek işlevine devam eden güdük minareli bir camimiz olmuş oldu. Renovasyon ve Restorasyon aslında gezmeye meraklı insan gruplarına hitap eden bir eğlencelik işler manzumesi değil, insanın medeniyet tarihinin devamlılığının kanıtlarını saklayan bir kültürel faaliyettir. Atalarınızdan kalan "dedemin silahı, anamın hamam bohçası, ya da takunyası, ya da duvak teli vs." bizce maddi değeri az ama manevi değeleri büyük, kendi küçük nesneleri saklamaya benzemez.
Prof Dr Cevat Erder Hocanın bir kitabı vardır, “Tarihi Çevre kaygısı” diye, bence orada demek ister ki Tarihi Çevre Kaygısı Tarihi Çevre Saygısıyla başlar.
ANTALYA Kaleiçi Koruma amaçlı imar Planı 1970'lerde başlayan bir Projedir. Antalya için de bir şanstır. 1976 yılında yürürlüğe giren bu plan bazı noktalarda eksikliklere de rastlanır.
![]() |
Yat Limanı ve Kamulaştırılan alan ile Antalya Kale içinin bütünü bir arada.... |
Antalya Kaleiçi Tarihi Çevre Koruma Projesi:
· 1972 yılında Tarihi ve geleneksel dokusu yitip gitmekte olan Kaleiçi, Sit Alanı ilan edilerek, yeni yapılaşmaya ve eski yapılara inşaat yasağı getirilerek mevcut tarihi doku koruma altına alınır.
· Tarihi yapılara yapılacak müdahaleler Kültür Bakanlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun onay ve iznine bağlanır.
· Aynı yıl İmar ve İskân
Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve Turizm
Bakanlıkları ile Antalya Belediyesinin katılmasıyla liman ve çevresini kapsayan bir mevzii İmar Planı hazırlanır. Yeni limanın yapımıyla boşalan eski iskelenin ve çevresindeki eski yapıların, surların ve sur üstünde
kalan bir kısım tarihi evlerin, kamulaştırılmasına ve onarım sonrasında
turizm amaçlı kullanılmasına karar verilir.
· Kale içinin bütünü için yapılan koruma amaçlı Kaleiçi
İmar Planı
1976 de yürürlüğe girer.
Yapı için para lazım, o zaman Turistik bir mekan hazırlayıp para kazanacak şekilde hazırlanmadan başka çıkar yol kalmıyor gibi, Kaleiçi, şimdiki gibi sokaklar, alış veriş mekanları, cafe ve barları ihtiva eden sunni bir çevreye dönüştü. Şimdi bir eğlencelik Soho, ya da Getto muamelesi görüyor, gündüzleri şekerleme yapıp gece eğlence, vur patlasın, çal oynasın.
Tuz Kapısı sokaktan eski iskeleye, (şimdiki Yat limanı) iniş |
Protokol ile belirlenen alan, 1974 de eski iskele yeni limana taşınır. Yüzyılların ticareti eski rıhtım taşlarının sırtından alınır, "Burası yat limanı olsun," denir.
Burada yer alan yapılar için mevzii imar planında önerilen işlevler, yeme, içme ve eğlence gibi bu yapılar için yabancı işlevlerdi. Tabii bir de zaman aralığı olmalıydı. Yirminci yüz yıl başları mesela. Bütün tasarım buna göre düzenlendi, malzeme ve aksesuarlar vs. buna göre seçildi. 20. yüzyıl ulaşım aracı otomobillerin bu bölgeye girişi ikmal saatleri dışında bu alanda kullanımı yasaklandı vs.
Turizm Bankası hatırladığım kadar 6,5
ha büyüklükteki bu alanın ıslah ve renovasyonu için gerçekten ağırlığını koydu. işlenmedik ve elden geçmeyen bir karış yer kalmadı.Sahada biz mimarların gösterdiği titizliği Genel Müdürlük de burada yer alacak işletmelerin işletmecilerinin seçiminde gösterdi. Genel Müdür Cafer bey (C. Canlı) son senelerde her ay Şantiyeye gelerek gelişmeleri yakından takip ediyordu. Biz işletmelerin dekorasyonlarını
1974 deki mevcut tonozlu yapılar ve solda yüksek bina yanık Un Fabrikası |
nasıl yapacaklarına ve kullanacakları aksesuar ve yemek takımlarına bile karışmıştık. Sokağa asacakları ser levhalara ölçü ve malzeme limiti getirmiş geceleri aydınlatmalı neonlara veya floresan ampullerin kullanılmasını yasaklamıştık. Romantik ve yumuşak bir hava olmasını arzuluyorduk ama her yerden taviz vermemiz konusunda zorlanıyorduk.
Lakonya tipi kiremit serimi, orijinal kiremitler |
Ticari bir limanda bulunan yapıların artık varlıkları kağıt üzerinde kalmış iken bir eğlence merkezine dönüştürme fikrinin başarılı olması nasıl sağlanırdı? O zamanlar projenin başarısı fiziki çevrenin, ortamın belli bir zaman dilimini gerçekleştirmemizle olur, diye düşündük.
19. YY sonları 20. YY başlarıydı hedef. İçkili içkisiz yeme, içme mekânlarıyla küçüklü büyüklü dükkânları kendiliğinden oluşmuş gibi ve adeta kullanılmışken donup kalmış olabilmesi için çalıştık ancak yine de badana boyaları eski görünüşlü bir hale sokamamıştık. bakır saçakların süratle yeşermesi hariç. Ancak malzeme ve detay seçimleriyle o devri canlandırmaya çalıştık, kısmen de başardık. Mesela çatılarda kullanmak üzere Antalya’da kullanılmış çıkma kiremitleri toplattık parasıyla elbette. Tophane Çay Bahçesinden den bakınca eskiden beri buradalarmış gibiydiler.
Kiremitlerin bazıları Lakonya tipinde, bazıları alaturka, bazıları Marsilya tipindeydi.
Osmanlı Bankası deposu, sonra Adalya Oteli, özgün döşemesi, Otetin Giriş saçağı ilavesi. |
Tonozlu yapıların kapı önlerindeki derme çatma oluklu galvaniz saçlardan saçakları koymak yerine klasik dönem bakır kaplamalı Osmanlı saçakları ekledik. . Bütün yapıların Kapı, Pencere ahşap doğramalarının detayları o yapılarda kullanılmış olanlardan seçildi ve kullanıldı. doğrama metal aksesuarları da bronzdan seçildi.
Yat limanı yatlar yerine Gezi ve tur teknelerinin park ettiği bir terminal görünümünde. Çocuk masal tekneleri, Peter Pan ve arkadaşları, deniz kızlarını mağaralarda arayan gezinti tekneleri ve “haydi eller havaya” müzik ve ritim platformları halinde görüntü ve gürültü kirliği almış başını gidiyor. Yahu, bunları bir tematik Parkta toplasanız da bu antik çevreyi rahat bıraksanız nasıl olur?
Eskiyi hatırlayan yok. Çünkü çevre artık eskiyi anlatmıyor. Bu limanda dört, beş noktadan kaynayan temiz su kaynakları liman içindeki suyu daima temiz tutardı ama bu gidişle limanda kirlilik artmış olmalı. su yollarını kurcalarsanız ya da engellerseniz suyu küstürürsünüz. Biz o kaynakları muhafaza etmiştik. Bir tanesi Batı mendireğinin rıhtıma bağlandığı noktada, ikincisi Amfi tiyatro önünde, içilecek temizlikte idi, birkaç basamakla aşağıdaki suya ulaşırdınız ve elinizle alır içerdiniz. Bir diğeri Liman Mescidinin tam altındaydı, bir zincirin ucunda sarkan kalaylı bakır tasla o suyu içerdiniz. Birkaç tanesi de limanın doğal haliyle bırakılmış Güney tarafındaki çekek yerinin kumsalından kaynardı. Bu sular içilecek denli temiz sulardılar. Sonraları bütün kaynaklardan şüphe eder olduk. Plastik şişeciler içme sularına sahip çıkmadan önce hal böyleydi.
Liman mescidine gelince,
O mescidin Mustafa amcası yani hayat boyu müezzini ve gönüllü hizmetkârı Mustafa Ekizler vardı ve oraya gönüllü olarak bakardı… Orayı “restore ettik” çürüyen ahşap minaresini ve doğramalarını, minberini yeniden yaptık, eskiden balıkçı tayfası ile tahmil ve tahliye işçileri Cuma namazlarını burada eda ederlerdi. Onun gerçek bir değeri vardı orada çalışanlar için. En çok da Mustafa amca için, O ölünce küçücük bahçesine gömülmesini isterdi hep ve o bahçecikte Mustafa amcanın mezar taşı dururdu. Onun oğullarından biri Hüsnü kaptan Namı-ı diğer Kaptan Kusto (Profili Ona benzerdi) Gençliğinde yaşadığı bir sevda masalından ilk sandalının adı Renata'dır derlerdi, burada ilk liman dışı kamaralı uzun yol gezi teknesini de o yaptırmıştı, ismi yine Renataydı. Bu Renata'yı anlatmaya gelince konuşmadan gevrek gevrek gülerdi.
Bizim bir Sarı Doğan’ımız vardı, ODTÜ Şehir Planlamadan mezun, koca çınarların altında ilk turistik tirandil teknesini mescitin yanındaki kumsalda kendi başına yapmıştı. Surlardan aşağı Roma devrinden kalan (kırk merdiven denir) geniş bir merdiven Bu kumsal iskelenin bütün bakım onarım işlerine yeterdi.
Karl Graf Lanckronski'nin Antalya'ya 1890 larda geldiğinde yaptırdığı ve buradan limanın ağzına doğru bakan bir gravürü vardır, o çınarların yapraklarının hışırtısını duyardınız. Limanda her şey eskiden olduğu gibi aynıydı.
Mescidin yanında kahve vardı, millet tavla oynarken Mustafa amca ezanı okur, tavla maçı bitmemişse
kafasını uzatıp “Şeşi yek öyle mi oynanır bizim o’lan.? Gapılan gari” derdi ki adamlar utanıp oyunu, moyunu
yarım kessinler isterdi. Bunları bilmezseniz Disneyland benzeri bir film platosundan farkı kalmayan eski iskeleyi anlayamazsınız. Geçen tesadüfen limana indiğim de çevrenin değiştirilmekte olduğunu gördüm. Yüreğim cız
etti. Açık alan ve peyzaj düzenlemelerinin bizzat başında durmuştum.
Restorasyonun bir yönü de gerçeği gösterebilmesi ve doğruyu
anlatmasıdır. Biraz önce değindiğim gibi, tarihi çevre kaygısı yetmez, tarihi çevre saygısı da gerek.
Oraya bir adet bir amfi-tiyatro yerleştirmiştik. Küçük bir şey yaklaşık 200 kişilik idi diye hatırlıyorum. Eskiden
orada bir gümrük binası bulunuyordu.1974 ve öncesi fotolarında görünür.
Bu tür büyük yapılar 20. YY ait olup daha önceki küçük yapıların bir çoğunun üstüne yerleşir. Mevzi İmar Planında yıkılıp kaldırılması ve yerine açık hava peyzaj düzenlemeleri yapımına karar verilmişti. Ondan başka 5 kat yüksekliğinde yanık un değirmeni veya fabrikasının da yıkım kararı vardı.
Yat limanı idare binası, çevreye uyumlu yeni yapı |
Ayrıca kuzey mendireğine bir akaryakıt satış istasyonu yerleştirmiş idik. Bunun için Petrol Ofisiyle anlaşmamız vardı. Projeye göre akaryakıt tankları iskeleye inen yolun başlangıcına kaldırım tarafına konuldu.
Her şey Türkiye deki Turizmin ve Yatçılığın gelişmesi için başlatılmıştı. Kültürel bir faaliyet olsun diye değildi. Planlanan amfi tiyatro ile Antalya’nın festival zamanlarında yat limanının unutulmaması içindi. Küçük açık hava konserleri için düşündük. Çok güzel ahşap oturaklar tasarlamış ve yapmıştık. Şimdilerde ahşap oturakların bakımsızlıktan kaldırılıp bir kenara atıldığı söyleniyor. Bir antik çağ Odeonunu andırıyordu.
Asıl önemi alt yapı ve arıtma noktasının mekanik merkezi olmasıydı. Bundan başka dükkanların ıvır zıvırlarını saklamak için küçüklü büyüklü 22 veya 23 adet depo yerleştirdik, böylece bunların depo ihtiyaçları da dükkanın dışına taşmadan kontrol altına alınmış oluyordu.. Alt yapının en düşük noktası Limanın kendisi olduğundan bu civara gelen pis suyu bu noktada topladıktan sonra suyun dikkatli bir projelendirme ile arıtılıp denize boşaltılması için bir sistem oluşturuldu. Şimdi ne durumda bilmiyorum. Amfinin yanına yolun altına toplama çukurunu ve arıtma mekaniğini ve tanklarını havalandırma borularını arasına saklayıp çalışan bir sistem kuruldu, taze hava da yanlış hatırlamıyorsam denizden esen yelden alarak sistemden çıkan arıtılmış suyu Yanmış Un fabrikasının yerine yapılan büyük oto parka yönlendirip birbirinden 30, 40 metre açıklıktaki iki noktadan zerzemine bırakıldı. Boyalı su ile takip edildiğinde kıyıdan oldukça uzak noktada olduğuna ve yüz metre derinden karıştığına karar ve bunun uygun olduğu Çevre sağlığı Müdürlüğünce kabul edildi. Şimdi bu düzenlemelerin ne kadar farkındalar bilmiyorum ama tekrar düzenliyorlarmış. İçim sızladı doğrusu.
Planlamamız sırasında gösterdiğimiz titizlik şimdi var mı? Yok sanıyorum.
Haklı olduğumuz aradan beş on sene geçtikten sonra görüldü. Şimdi kendiliğinden oluşan bir kaos ortamı geliyordu. İşletmeler yavaş yavaş birbirleriyle yer işgal kavgalarına başladılar koyduğumuz sınırları levha ve tabela ölçülerini değiştirmeye çalıştılar, en önemlisi de ışıklı tabelaları getirdiler. Bugün İskelede gezerseniz Lunaparkta ya da sinema dekorları arasında geziyor gibi hissedersiniz ki yaratılacak çevre ve tarihi dokuyu korumaktan maksadımız bu değildi.
1974 de haline ağlayan terkedilmiş bir tekne |
Antalya, Yat limanının İstanbul Mahmut Paşadan farkı kalmamış…
Adalya Otelinin barında sahibi gibi oturuyorum |
Mimar Nihat Güney Emanet Komisyonu Bşk |
Sadık’ın yazdıklarını her zaman o denli değerli bulmuşumdur ki okur okumaz hemen yorum yazmaktan kendimi çoğunlukla alıkoyamam. Bu kez kişisel programımın yoğunluğu nedeniyle öyle yapamamak bir tür’’istisnaî durum’’ oldu, farkındayım. Bu arada bir başka istisnadan daha söz edeyim: Sadık kendi anıları dışında (Bir Masaldı Anılarda Diyarbakır) sıklıkla hep başkalarının dertlerini yansıttı yazdıklarına. (Günaydın Mir/Zavallı Öyküler) Bu yazısında ise ömründen önemli bir zaman dilimini hasrederek planlayıp gerçekleştirdiği ‘’güzel mi güzel’’ bir projenin başka bir zaman dilimi sonunda giderek girdiği çıkmaz sokaktaki ticarileşme, ucuzlama, ve kabalaşmanın neden olduğu kendi kişisel üzüntüsünü abartmaksızın, hakça bir muhasebe yaparak satırlara döküyor. Adeta “Antalya Kaleiçi Koruma Planı projelendirme aşamasından uygulamanın sonuna dek ne denli başarılı bir örnek idiyse, artık kültür ortamımızın her basamağında artarak görülen hırçın bir görgüsüzlüğün ve umursamazlığın da o kadar belirgin bir kurbanı olmakta” der gibi Sadık, gözyaşlarını kendine sakladığı farkedilirken. Bence yazının en ders alınacak tümleci de rahmetli ve sevgili Cevat Erder’e atıfla ‘’Tarihi Çevre Kaygısı yetmez, Tarihi Çevre Saygısı gerek’’ özdeyişi. O saygısız değerbilmezlik acaba şimdilerde bazan gerçek, bazan da sanal ama devasa bir tahrip aracı gibi güzel ve olumlu herşeyin altını oyup göçertmekte mi diye düşünmeden edemiyor insan. Alexander Pope ‘‘hiç bir koşula bağlı değildir ayıp ya da onur; sen payına düşeni iyi yap, işte tüm onur odur’’ der. Yaptıkları ve yazdıklarıyla Sadık hep bunu örnekledi, bu yazıyla da yine öyle yapıyor. Sağolsun.
YanıtlaSilOÜ