EDİRNE VE İĞNADA GEZİMİZİN
HİKÂYESİDİR
IV
Sabah eşyalarımızı
toplayıp aşağıya indirdik, Edirne’de, Sultan Otel kısa süreli kalışlar için
oldukça uygun bir tesis. Teşekkür ettik resepsiyondakilere. Ben karşıdaki
eczaneden ağrı kesici boğaz pastilleri aldım, Aydın ise sabah kahvaltısından sonra yandaki börekçi ve
tatlıcı dükkanını keşfetmiş, Boşnak ve Karaköy böreklerine de aç gözlerle
daldık ama bitirmek mümkün değil, paket ettiler yanımıza aldık. İstanbul’dan gelirken
şekerim bir ara düştü, Aydın ve Yurdaer bana bir şeyler, çikolatalı gofret falan
buldulardı, şimdi ise yanıma börekleri paketledik.
Gidiyoruz diye otobüse
giderken Yurdaer bizi Lobide toparladı. Güzel bir girişten sonra namımıza, Edirne’li
Mehmet ve Namık beylere birer hediye verdi, gösterdikleri ilgi ve yakınlıklara
teşekkür ettik Onlar da böyle bir grupla tanışmış olmaktan onur duyduklarını
aramızda bir dostluk bağları oluştuğunu söyleyerek, hediyelere teşekkür
ettiler. Onlarda kendi arabalarıyla iğne adaya gelecekler bir geceliğine. Bizim
Gala Yemeğimize katılmak istemişler.
Otobüse gittiğimizde, Saim’le eşini
de yolcu ettik, İtalya’ya gideceklermiş araçlarıyla. Daha sonrada bizim otobüs
arka sokağa, dar kapıdan süzülür gibi
ağır ağır çıktı, ”Cittaslow” a daldık yavaşça. Böyle güzel bir şey
olamaz, caddedeki araçlar, zaten bir, iki, onlar da bize yol verdiler. caddeye
de ağır ağır giriş yaptı bizim şoför. Bir gündür yüzünü görememiştik,
kuzenlerin. Dün otobüsü kısa mesafe için
kullandık, bindik indik şehrin bir semtinden bir semtine giderek, sanki hiç görüşmemiştik bizim Abdullah’la.
Bugün yüzü gülüyordu, belki karısı ile telefonla görüşmüş ve de bebeklerinin
sesini dinletmiş olabilir karısı. Ama moral bin beş yüz vaziyetinde bizim
Maçkalı da.
Arabanın arkasına geçmemeye çalıştık bu sefer, gideceğimiz yollarda fazla viraj var, arkada olursanız serseme dönersiniz.
Kırklareli'ne gider gibi devlet yolunu takiben Vize’ye varmadan Demir köy sapağından Demir köye döndük ve oradan İğne adaya vardık. Özellikle Demir köy kavşağından itibaren İstranca dağlarının başlangıcından itibaren harika bir yol bizi bekliyordu. Orman ve virajlar, iniş ve çıkışlar ama en ufak bir toz yok, zevkle gidebileceğimiz bir yol. Ralli sürücüsü gibi otomobil kullanmak için ideal, tabii araç tutmazsa sizi veya yanınızdakileri. Tekrar yeşile bulandık, Otobüsün içi dışı yeşilin çeşitli tonlarına boyandı, gözlerimizin ayarı bozuldu nerdeyse. “Yeryüzünde bir cennet, lâ teşbih” derlerdi eskiler, işte ondan. “Benzetmek gibi olmasın yeryüzünde bir cennet”
Yan Pencereden dalgın
dalgın bakarken, seri bir şekilde geçen çeşitli tonlarda ki yeşil, zamanımı,
mekânımı yok etti. Bir boşlukta gibiyim, kolumu başımı ayağımı hissetmiyorum,
cismim yok, adsız, zamansız, sadece gördüğüm var, ya da gördüğümü sandığım,
gerçek hangisi? Gözümü başka yöne çevirsem her şey düzelecek, ancak ben de o
istek yok. Gidiyorum, ben tek miyim, çok muyuz farkında değilim. Renkler
gözlerimin önünde gittikçe değişti, ben diyeyim yeşil sen de kahve rengi,
kararıyor dünyam, kararıyor benim dışındakiler. Biteviye bir uğultu gibi ses, zaman
zaman kararan, zaman zaman ağaran dünyamın yanında uyutuyor beni, gözümü
kırpsam gerçeğe döneceğimin, konuşmaları duyacağımın farkındayım. Ama hoşuma
gidiyor, bitmese derken, paldır küldür, bir anda koltuğa geri dönüyorum, gerçek
dünyamdayım. Bir çukura mı girdik ne? Betül ‘e bakıyorum, gözleri kapalı
dinleniyor. Yan koltukta Şakir ve hanımı, onlarda dalmışlar. Gazete kucağına
düşmüş, ağzı aralık. Pat gözlerini açtı, kâbus görür gibi Ona bakan beni gördü.
Yeşil dünyamız otobüsün yanı sıra yeşil
ve yeşil, yemyeşil ve de yeşilimsi olarak yan pencerelerde koşuyor halâ.
Yan Pencereden dalgın dalgın bakarken, seri bir şekilde geçen çeşitli tonlarda ki yeşil, zamanımı, mekânımı yok etti. Bir boşlukta gibiyim, kolumu başımı ayağımı hissetmiyorum, cismim yok, adsız, zamansız, sadece gördüğüm var, ya da gördüğümü sandığım, gerçek hangisi? Gözümü başka yöne çevirsem her şey düzelecek, ancak ben de o istek yok. Gidiyorum, ben tek miyim, çok muyuz farkında değilim. Renkler gözlerimin önünde gittikçe değişti, ben diyeyim yeşil sen de kahve rengi, kararıyor dünyam, kararıyor benim dışındakiler. Biteviye bir uğultu gibi ses, zaman zaman kararan, zaman zaman ağaran dünyamın yanında uyutuyor beni, gözümü kırpsam gerçeğe döneceğimin, konuşmaları duyacağımın farkındayım. Ama hoşuma gidiyor, bitmese derken, padır küldür, bir anda koltuğa geri dönüyorum, gerçek dünyamdayım. Bir çukura mı girdik ne? Betül ‘e bakıyorum, gözleri kapalı dinleniyor. Yan koltukta Şakir ve hanımı, onlarda dalmışlar. Gazete kucağına düşmüş, ağzı aralık. Pat gözlerini açtı, kâbus görür gibi Ona bakan beni gördü. Yeşil dünyamız otobüsün yanı sıra yeşil ve yeşil, yemyeşil ve de yeşilimsi olarak yan pencerelerde koşuyor halâ.
Dönüşte de uğrar mıyız acaba? Bizimkiler yayılmışlar çayıra çocuklar gibi şenlerdiler, birbirlerinin resimlerini çekiyorlar, eğleniyorlardı.
“Yaa kardeş geldik de
burada sizin eve benzer bir şey görünmüyor. Ne tarafa döneceğiz?”
Geçenlerde benim cep
telefonum bozuldu, bir gün aniden karardı küçücük dünyası. Yeni model
almaktansa evde çocuklardan kalan eski cep telefonlarından birini aldım, olay
kapandı ama kayıtlı telefon nolarını aktarmak beni perişan etti. Akıllı
telefonlar öyle mi ki? Araya bir kablo tak, “bunları şurdan şuraya kopyala” de
yeter. Ya da mavi diş ile, hoop bitti.
Tamam o uzun vakit sana kaldı, ne güzel. Ne yapacaksın o zaman içinde? İnternette
ya da TV de daha çok vakit mi harcayacaksın?
Yola çıkıyoruz çığlıklarıyla arabaya binmemiz bir oldu. Başladık yine orman ve tepeler vs. Arkadaşlar Smart'lardan yolu takip ediyorlar, burada bile hizmette sınır yoktur mavrası. Oysa yolun sağa sola ayrıldığı yok, 3, 5 km öncesinde Demirköy’e gider levhasını geçmiştik, devamındayız, modern insan kendine güvenemiyor bu akıllı aletlerden daha fazla. Herkeste, bende de var o, yanımızdaki telefonlar çekmezse, ya da telefonumuz yanımızda yoksa, sade burada değil evrende “Kayboldum Allahım.” korkusu sarıyor içimizi.
İğneda'nın girişi bana çok
çarpıcı gelmedi. Yol bir anda genişledi, asfalttan, beton taş kaplamaya döndü
zemin ve bir hoş geldiniz levhası vs. Ama mesela üstten gelip o muazzam plajını
algılamak ilk anda mümkün değil. Ama beş yıldız bir otel dikmişler sahile
yakın, insan başka bir tür mimari beklerken bir alelade bir BA yapı, 7 katlı,
insafsızca, etrafındakilere acımayan bir yapı. Ben mi fazla hassas ve alıngan
oldum yoksa bunlara proje hazırlayanlar mı fazla vurdumduymaz oldular.
Liberalizmin zirvesinin hayat bulduğu Amerika Birleşik Devletlerinde o tabiat harikası yerlerde yer alan konaklama tesislerine ve yapılaşmalara bir bakın, yapılar ve sahipleri varoluşlarını ve kazançlarını borçlu oldukları tabiata saygı duyar, duymak zorundadır. Yapıları yaparken, yerel gruplar çizgiyi aşanlarla veya zorlayanlarla mücadele ederler.
Şimdi burda olduğu gibi,
Türkiye’de ki bürokrasi bir tabiat harikası yerleşmenin hayat damarlarını
pervasızca kesip atabiliyor. Yerel halk buna duyarsız davranıyor. Kendinin de
böyle bir imkânı doğarsa O da aynı şeyi yapma sevdasında çünkü. Aslında birgün
gelecek çok sevdikleri mangal sefası yapabilecekleri ağaç gölgesi dahi
bulamayacaklar.
“Abiciğim İğne adadaki bu
kat yüksekliğini, yüksek emsali, neyle savunursunuz? Uyum, Çevreye saygı ve
bulunduğu yerdeki görsele katkısı nerede bu yapılaşmanın? Böyle yerlerde belki
de çözüm, kitlesel büyük oteller yerine daha mütevazi butik otellerde olmalı...”
Aslında İğne adanın
geleceği konusunda daha karamsar senaryolar gözümün önüne geliyor ama..
Otobüsten inince ilk
aradığım ve yöre de görmek istediğim levhaları göremedim. Maçkalı bagajı
boşaltırken ben biraz sersemce etrafta sallanıp, buraya kurulması planlanan
İğne Ada Nukleer santralını protestoyla ilgili bir şeyler aradım. Otel önündekii
Elektrik direğinde 50x70 bir mukavva üzerine yazılmış, “Santrala hayır”
yazısından başka hiçbir levha görmedim. Ben de yer yerinden oynar zannetmiştim
burada. Alan da satan da razı bir görünüm var. Yeri nerede? Muhtemelen
kasabanın 3, 5 km civarında sahilde bir yer olacaktır.
Yakında yani beş, on sene
sonra bizim Longozlar da sahillerdeki deniz dibi canlıları da sıcak suda
yaşayabilen canlılar şekline dönemezlerse
yaşama veda ederler. Tencerede İstakoz misali. Bu santralların soğutmasında
kullanılan su denizden alınır, ve tekrar geri verilir sistem budur.
Çevreciler buraya geldiklerinde buranın yerlilerinden de dayak yemiş olabilirler, çünkü onlar şimdiden çil çil paraların hayallerini kuruyorlardır. Bizler orada iken neden bu alanı gezmeye gitmedik diye şimdi hayıflanıyorum. Aydın geçinen bizler bile çevremize bu kadar duyarlı olduk, çünkü artık genç değiliz, gençliğin dinamizmi yok. Bu yoz dünyada yaşarken uzlaşmacı olduk ve adeta törpülendik diye düşünüyorum.
Bu tür bir arz, gözlerine çarparsa
veya akıllarına gelirse Edirne’nin tarihi
mahallelerini bile yatırır bu yatırcılar. Oteller hatta gök delen bile
dikerler, Ankara İstanbul ve İzmir nasıl yoldan çıkıp bu hale geldiğini
sanıyorsunuz? Adeta kurbağa misali, haşlandığından bîhaber “du bakalım ne
olacak?” diye beklerken haşlanırsınız
olur biter.
Evet, Nükleer Enerji santralleri,
diğer termik santralların içinde temiz enerji üretim yollarından biridir,
biliyoruz. Ama atıkları sadece bizim başımıza değil, dünyanın da başına bela,
bunu da biliyoruz. Buna rağmen diğer yolları tükettik mi ki, biz ısrarla
Nükleer Santralle yatıp, nükleer enerjiyle beynimizi uyuşturuyoruz. Atıkları ve
kazaları konusunda daha emniyyetli, güvenli teknolojiler gelişmediği sürece,
Nükleer Santrallar bizim memleketimiz için bence kâbus... Ayrıca bu bizim dışa
bağımlılığımızıda artıracaktır diye düşünüyorum. Daha ucuz mu elektrik
kullanacağız nükleer santralımız olursa? Bizleri bundan daha ucuz bir enerji
ile tavlayabilirler, öyle ya elimizden gidecek olan Trakya’nın doğası, zemin
suyu ve insancıkları olacaksa bunun karşılığının da böyle büyük bir kazancın olması
gerekmez mi? Ama hayır...
Bu kabustan “Bavulu aldın
mı?” diyen Betül’ün sesi kurtardı beni.
Biri de bu İğnedalıları
uyandırsın, bizden hayır yok. Yakında yatırım yapacağım diye gelen sermaye ile
Nükleer Santral arasında sıkışıp kendilerini kapı önünde bulacaklar. Kim bu
fırtınada gemisini kumsala oturtmadan yüzdürürse kaptan falan diyecekler ama bence
bu burada yaşayan yerlilerin sonu olacaktır. Ellerinde atalarından kalan
yerleri, yurtları satarlar ve İstanbul’a yollanırlar...
Lobi de Mehmet ve Namık
beylerle karşılaştık. Onlarda bizimle gelecekler Longoz’a. Otele yerleştikten
sonra tekrar otobüse doluştuk iki de genç çocuk bizi gezdirmek üzere yerlerini
aldılar ön tarafta. Burası zaten bir avuç yer, geldiğimizi yola girip oradan
batıya doğru ayrıldık, 3, 5 km sonra ormanın içinde durduk. Gençlerin söylediğine
göre burası en yakın longoz ormanı.. Bir kaç adımdan sonra değişik bir dünyanın
içine girdiğimizi anladık. Mevsim olarak en uygun zaman, zemin kışı geçirmiş,
hafif kurumuş, çamur yok ama yer yer yumuşak ama rahat yürünüyor. Bir de
sineklerin yumurta devresinde olup henüz ortada uçuşmuyor olmaları konforlu
yürüyüşümüze katkıda bulunuyorlar.
Grup dağılmadan önde gidenleri takibe başladı, üç, beş dakika sonra smartphone’lar ile fotoğraflar çekilmeye başlandı ve kafile uzadı gitti. Orman kendi sesini kıstı bizleri dinliyor şimdi. Bizimle gelen gençlerden öğrendiğimiz kadarıyla, buradaki orman kendini kışın 1, 2 metre yükselen sularla yaklaşık yarı seneyi su altında geçirmeye bitkileriyle, hayvanlarıyla adapte etmiş, böylece yaşamaya devam ediyor. Tabii yarın santralın sıcak sularına da kendini uyarlar mı göreceğiz.
Burada yaşayan hayvanlar, kimi tepeden kimi yerden bizleri gözlemeye başladı, ama bunlar alışmışlar turist görmeye sanırım bizi daha yakından seyrediyorlardı, su yılanlarıyla kurbağalar. Birini kamerama yakaladım. Bir kurbağa, siz de fark ettiniz mi?
Ormanda dolaşmak için
vaktimiz oldukça, dar ve ortam alaca karanlık idi. Zaman, zaman bir hafif yağmur çisentisi de
elimize yüzümüze geldi. Ama zaten otobüsten fazla açılmamıştık, yürüdüğümüz yol
olsa olsa 500 metre idi. Süratle geri döndü grubumuz.
İşte bizim grup bu. Bu
arada eşlerimize de bizlere katlandıkları ve uyum gösterdikleri ve bu videolarda
yer aldıkları için minnettar olduğumuzu ifade etmeliyiz. Bu sene Edirne gezimizde
özellikle Şakir video çekimlerini yaptı, ama herkes ona elinde olan resim ve
videolardan uygun olanları göndererek takviye yapacak, ümit ederim.
Aslanım Şakir, gelecek
senenin işlerinin provalarına başladı bile, Kolay gelir umarız. Bana yine kapak
deseni yapma onuru düştü. Bakalım gelecek sene nerde ve hangi şartlarda
buluşuruz, göreceğiz?
Salon boşaldı, gruplar halinde
yukarı, 7. kattaki restorana çıkıldı ve Gala yemeğimiz başladı.
Bir köşe masaya da biz oturduk, Can
ve seyahat kolu reisi ve eşleriyle birlikteyiz.… Sanki bu seyahatte hiç konuşmamış
gibi yine konuşuyoruz, daha ayrıntılı. Üzerimde halâ alt salonda seyrettiğimiz
Çeşme buluşma CD sinin etkisi var, tam bir sene geçmiş üzerinden.
Çeşme buluşmamızdan sonraki ikinci
hafataya, 7 Haziran 2015 gününün ertesi, sevinçle başladı CHP. Kendlerinin %25
e çıkmalarına değil de, AKP %41 e gerilemesine daha çok sevimişler %60
muhalefetten bahsetmek acemiliğini yapmışlardı. “Hah! Yetmez ama, adamları
yerlerine oturtuk.” dediklerin de safiyane, sevinç içinde, “işte şimdi bir
hükûmet kurarız ve demokrasinin devrilen direklerini yeniden dikeriz.”
demişlerdi de, yanlarında hükûmet kuracakları ortak bulamamışlardı. Sonuç
manevrayla tekrar seçim ve 7 Kasım 2015 de beylerin oyları tavan yaptı yine,
%49,5. Hoop, Tombala. Sayın Başkanımız Cumhur
Reisi seçimlerinde tek başına % 52 çıkartmış idi vs. Ama bu iki genel seçim
sonrasında Anayasayı tek başına yapabilecekleri noktaya geldiler…Takviye mi
gerekecek, bulunuuur..
“Başkanlık, ya da kaos” diye ceride-i
Akit, başlık atmış idi, iki seçim arasında…Henüz başkanlık gelmediğine göre
kargaşa’da bitmedi vesselâm.
PKK ise beyefendiye hizmette
kusursuz. Sayısız hizmetleri oldu bu bir yıl boyunca. Ancak artık dağları,
tepeleri bıraktılar, şehirlere indiler, ancak kendi yanlarında olsunlar
olmasınlar bizlere seçimsiz ve geçimsiz bir yıl yaşattılar, gözlerimiz yaşlı,
sol yanımız yaralı bir yıl oldu.
Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil
ettiğini iddia eden yasal bir parti kendi tabanının radikalleriyle, ılımlıları
ve kendini TC vatandaşı gören kesim arasında şıkışmış, Cumhur reisiyle yasal varlıkları
üzerine kumar oynuyor bence.
Yurt içinde ve dışında son bir yılda
geldiğimiz nokta; Ahlâki değerlerimizin, tıpkı paramız gibi erozyona uğrayıp,
değer kaybettiği, (2001 yılı son gününde, 1 Dolar, 1.446,- TL eski para, şimdi 1
amerikan Doları 2.903.000,- TL eski para, erezyona bakar mısınız?) Dışa bağımlı
Ekonomimizin çuvalladığı, Devletimizin, dolayısıyla insanımızın gelişmiş Batı
dünyasında, Orta Doğu’da ve son Güney Korelinin dükkanının basılmasıyla da uzak
Doğu’da da saygınlığımızı yitirmekte olduğunu hepimiz sükût içinde izliyoruz.. Dedelerin,
babaların söyleyemediğini bu Liseli yavrucaklar söyletmemiz doğru değil. Yüreğim
kabarmıştı O gece, demek bundanmış. Bundan 3 sene önceki Bodrum buluşmamızda da
Taksim Parkı direnişi başlamış idi, bir hafta on gün sonra o gençler ve
çocukların sesleri kısılmıştı, onları hatırladım.
“Bir ümit şu dağın arkasında, orada
da bulamazsam bendeki feryadı görün.”
Bir Sıvas Divriği türküsü şöyle der;
Yine Gam yükünün kervanı geldi,
Çekemem bu derdi de bölek seninle…
Eremem Lokman’a çaresiz kaldım,
Çekemem bu derdi de bölek seninle…
Bağımıza gazel düştü de güz oldu,
Geçti bu vakitler yavrum ne tez oldu,
Derdim binbir iken, binbeş yüz oldu.
Çekemem bu derdi de bölek seninle..
Bölüşmeden bu dert yükü taşınmaz.
Kazı da olabilir, gözlerden uzakta…Hayra
yoralım ama orayı ziyaret farz olmuştur. Herşey olabilir...
Hacı Bayram da yapılan işlerle ilgili
bir video göndermiştim sizlere Nisan veya Mayıs başında, onu bir daha izleyin
bu son görüşümüz olabilir mi?
Hani sohbet sırasında bahsi geçmişti
konuşmuştuk, ama fincanlardaki kahvelerimizin kokusu, dalgalarının dinmeyen
sesi, rüzgârın kulaklarda ki nağmesi, bir de insanı ürperten serinlik, kendimize
geldik. Yaşamak her şeye rağmen güzel şey be kardeşim…
Sadık Mercangöz 8 Haziran 2016, Ankara. Düzeltme 21
Haziran 2016 02:00
[1] Ara
Güler. Türkiye’nin en ünlü
fotoğrafçılarındandır, kendini bir sanatkar olarak görmez, “fotografçıyım” der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder