Bir Garip Taksi Şoförü II

 

II. Bölüm

 

“Big Brother wants to help you” diye söze başlamış Sarıkafa. “Ağabeyiniz size yardım etmek istiyor. Fakat siz de sözünüz de duracaksınız, uslu ve terbiyeli. Bu çükündürük  savaşı bütçemizde, güve delikleri mi demişti acaba? ... sittir et, her ne dediyse dedi. Son hatırladığım şey… borcunuz 500 milyar dolar demişti. Bizim İzak’tan bile daha iyi öpüyor bu adam. Bu kadar pahalı Washington Portakalı yemedim ben, bugüne kadar” diye mırıldandı Hektor.

İki  tv kamerası ve birkaç spot ile birkaç kameraman ve yönetmen ve yönetmen yardımcısının olduğu küçük bir gurubun önünde  yemişti bu fırçayı ama o sırada yayındaydılar. Anlayacağınız  bütün dünyanın önünde olmuştu  bu olay.

“Bizim o kadar borcumuz olamaz. Maliyecilerimiz yanımızda olaya bir baksınlar… filan gibi bir şeyler geveledim. Başkan yüksek sesle ve parmağıyla göğsüme dokunarak “Ben kafadan mı attım?  Bizde maliyeciler yok mu? Yoksa bana yalancı mı diyorsun?”

“ O sırada öbür velet bana Başkandan özür dile filan gibi bir şeyler söyledi. Benim de hasst… gibi bir şey ağzımdan çıkmış olmalı.”

 

***

 O sırada kulağına merdivenlerden çıkan ayak sesleri geldi.  Saklanarak durumu anlamaya çalışmak istedi. Pencerenin perdesini yarıya kadar araladı, pencerenin denizliğine çıktı ve  en sonuna gidip kalın perdenin bir kısmını üstüne sardı, kendini sakladı. Perdenin bu hali adamın açılmış olan perde tarafında açık duran giyotin kanattan kaçtığını söylüyordu.

Kapı tıklatıldı, dış işleri bakan yardımcısı, alçak sesle seslendi.

“Kahvaltıya bekleniyorsunuz Bay Başkan.  Günaydın”

Kapıya birkaç defa daha vurdu. Cevap alamayınca kapı koluyla açmaya çalıştı ama arkasındaki sandalye kapının açılmasına müsaade etmedi. “Başkanım uyandınız mı? Bu sabah 9:00 da yeni oturum var” diye seslendi bir kadın sesi. Maliye Bakan yardımcısı da kapıya gelmişti. Başkan sersemlemiş ve olanları unutmuş gibi davranmayı seçti. Saklandığı pencere denizliğinde perdeye sarılmış vaziyette olayları takip ediyordu. Ne yapacağını bilmez halde, kararsızdı. Sessizce bekliyordu pencere denizliğine tünemiş haldeki küçük adam. Kapıyı yumrukladılar ve zorladılar. Büyükelçi ve elçilik güvenlik şefi heyetin yanlarına gelmişti. Onlar da bu olaya dahil olup “kapıyı kıralım” dediler.

   “Dün olan olaylar onu uykusuz bırakmış olmalı, hatta ufak bir kriz geçirmiş ya da geçiriyor bile olabilir. Yardımda geç kalmamış olsak…” dedi Büyükelçi. Güvenlik şefi kapıya oturaklı bir tekme attı. Bir daha denedi, üçüncüye gerek kalmadı. Biraz sonra eski halının üzerinde iz bırakarak kayan sandalye yere devrildi ve  kapıyı ardına kadar açtılar. İlk bakışta Başkanın odada olmadığını  anladılar. İçeriye girince sağa sola ve küçük banyoya da göz atan Güvenlik şefi yarıya kadar açılmış pencere perdesini görünce adeta bağırdı.

“Sayın Başkan pencereden kaçmış olmalı” dedi ve perdeyi biraz daha açıp açık duran  pencereden dışarı sarktı. Alaca karanlıkta en alt katta yarı açık bir kapının farkına vardı. “Buradan bodruma inmiş olmalı.    Oranın yan sokağa açılan bir ufak servis penceresi var” dedi kendi kendine. Hiçbir şey söylemeden koşar adım odadan çıkarken diğerleri de onu takip ettiler. Odada sesler kesilince Başkan saklandığı  kalın perdeden sıyrıldı ve pencere denizliğinden aşağı usulca indi. Güvenlik şefinin söylediği sözler onun aklını başına getirmişti.

“Sayin Başkan pencereden kaçmış”. Gitmek yerine kaçmak fiilini kullanmıştı. Yani, “O buradan, kapıyı açıp bir yere gitmiş diyebilirdi ama kaçmış demişti, bize haber vermeden ortadan  yok olmuş” demek istemişti adam. “Başkan kaçmış. Burası benim için hazırlanmış bir gözetim odası olmalı” dedi kendi kendine. Güvenlik şefinin ağzından  çıkan cümleden öyle anlaşılıyordu.  “Bu adamın benimle ne alıp veremediği olabilir ki?”  dedi  ve üstünü spor kıyafetlerle değiştirirken,  hızla koşu ayakkabısını eşofmanının altına geçirdi. Başına bir Yankee beyzbol şapkası aldı. Saat 6:05, hava tam ağarmamış olmalıydı.

“Kimin benimle bir hesabı olur? Ya da kim için çalışıyor bu adam? Elçi  bu tertibin neresinde? Bu binada dönen dolaplardan ne derece haberdar?” Bütün bu sorular birkaç saniyede aklından geçip gitti. Aklında kalan tek şey, buradan bir an önce uzaklaşmak. Kapıdan başını uzattı, Bina boyunca uzanan koridor boş görünüyordu. “Temiz” dedi istem dışı, sanki bir filmden alınma bir sahnede oynar gibi. Kendine gelir gibi oldu. Dikkatini topladı ve içeriyi dinledi. Uzaklardan bir yerlerden sesler geliyordu ama epey derindendi. Aklında kaldığına göre bulunduğu yer üçüncü kat Batı kanadı ve ortada binada kalan personelin konakladığı odaların bulunduğu kısımdaki ilk oda idi ve hava boşluğuna bakan ama banyosu da olan bir personel yatak odasıydı. Oda elçilikte en gözden uzak, yangında ateşin ve dumanın yayılmaması için, alarm çaldığında otomatik kapanan yangına dayanıklı kapılarla ayrılmış en güvenli kısımda bulunuyordu. Kapısının önünde tavana asılı ışıklı levhalar en yakın kaçış merdiveninin koridorun sonunda olduğunu söylüyordu. Önce oraya yönelmek istediyse de ilk bakılacak yerin yangın kaçış yolları olacağına karar verdi. Ama ortadaki  asansör yakınındaki orta hol ve iki kat yüksekliğindeki giriş holünden çıkmaya çalışacağımı kimse aklına getirmezdi. Son anda banyodan aldığı yüz havlusunu boynuna attı ve koridora çıktı. Sağa döndü ve on onbeş adımda orta hole geldi. Orta hol koridorun loşluğundan uzak apaydınlık prırıl pırıldı. Tereddüt etmeden asansör holünden geçip kapalı kapıyı açıp merdiven holüne girdi. Hızla basamaklara koştu. Bir kaç dakika sonra iki katı geçip giriş katına ulaşmıştı. Merdiveni giriş holünden ayıran kapıyı yavaşça araladı. Holü kontrol etti. Denetim masası ve X ışınlı kontrol cihazından ve monitörlerin parıltı ve vınıltıları dışında etrafın boş görünmesi Başkanı rahatsız etti. Şüphe kurtları midesini kemirmeye başladı. Yirmidört saat kapıda olması gereken Latoonya’lı muhafız nereye kaybolmuştu? Bir yerlerden çatal, kaşık sesleri geliyordu.

“Durma!” dedi kendine. “Acele et her an alarma dönerler, hızla ama panik yok.”

“Kapıyı açıp hole sakin adımlarla çık ve hızla ama koşmadan kapıya yürü. Birisine rastlarsan gülümse, günaydın de ve tekrar tekrar demeye devam et. Arkadan sorularda ısrar edenlere “sabah yürüyüşüne çıktığını söylersin, kararlı adımlarla yürü ve kapıdan sakince çık… sokaktasın…  İşte bu kadar”. Başkan derin bir nefes alıp Amerikan beyzbol şapkasını başına tekrar sıkı sıkıya yerleştirip omuzundaki havlusunu kontrol etti, bedenine sarılı kimlik çantasını almak son anda aklına geldı. “Checked” dedi kendi kendine.

Kapıyı açıp giriş holüne girdi ve kararlı adımlarla kapıya ulaştı. Dışarıda karanlık bir gökyüzü ve soğuk titreten bir hava vardı,

 “Biraz sonra sokaktayım”.

“Günaydın sayın Başkan. Çok erkencisiniz.” Başkan bir an dondu kaldı , döndüğünde bembeyaz dişleri ve pırıl pırıl gözleriyle ona bakan Amerikalı kat hizmetlisi zenci bayan Daisy’i gördü. Büyük elçilikte beş senedir çalışıyordu. “Günaydın, günaydın” dedi çabucak ve koşuya gideceğini  ve bir saate kalmadan döneceğini söyledi kadına.  Sakin adımlarla giriş kapısına doğru yürüdü.

Dışarıda bir sivil güvenlik memuru karanlıkta sigarasının son çekimini  yaptı ve içi kum dolu küllüğe  batırdı. Başkanı  görünce bu saatlerde  tek başına dışarıda olması onu şaşırttı. Aydınlığa doğru çıktı ve esas duruşta “Günaydın sayın Başkanım. Bu sabah çok erkencisiniz. Sanırım spor yürüyüşüne çıktınız? Arkadaşlardan birisini size refakatçı olarak çağırmamı ister misiniz?” diye sordu. Başkan sakince hayır istemem deyip günaydını yapıştırdı. “Uzağa gitmeyeceğini, elçilik etrafında turlayacağım” dedi. Sonra ufak adımlarla sokaktan aşağı hızla yürümeye ve  biraz sonra hafif tempoda koşuya başlamıştı Başkan. Kapıdaki güvenlik memurunun çağrısı üzerine birkaç dakika sonra güvenlik şefi ön kapıdaydı. Ama Başkan nehre doğru inen sokakta çoktan kaybolmuştu.

 

***

Başkanı 7 nolu kamerada eski binanın koridorundan, yeni binanın Orta Giriş holüne geçtiğini  daha sonra sonra 6 nolu kameradan kapalı merdiven holüne girdiğini, dördüncü dakikasında zemin kata ulaşıp merdiven holünden açılan kapı kameranın açısının dışında kaldığından Başkanı aniden Giriş Holünde ikinci biriyle gördüğünde, arkası dönük  Daisy’i koca kalçalarından hemen tanımıştı. 

“Günaydın dediğimde bana neşeyle günaydın dedi.  Koşuya çıkacağını ve bir saat sonra döneceğini söyledi. onun kaybolduğundan haberim olmadı. Merak etmek için daha henüz erken değil mi?” diye konuştu. Üzgündü Daisy, odadan çıkmadan önce  üzüntüyle ve soran gözlerle Büyükelçiye baktı. Elçi sakin ve soğuk kanlılıkla kaydedilmiş konuşmaları dinliyordu.

“Nereye kaybolmuş olabilir ekselansları?” Biraz önce küçük bir takımla yakınlardaki sokakları aramışlardı. “Bu durumda PC dış işleriyle temasa geçmeli miyiz?”

Kırmızı burunlu beyaz tenli mavi gözlü Büyükelçi, çalışma masasından aldığı bir sayfayı masaya koydu. Kağıtta “Çok gizli, Başkan’a Özel” ibaresiyle  çevrilmiş kısa bir mesaj vardı: “Paket alıcı tarafından özel tv yayını sırasında reddedilecek”  yazıyordu.

“Bu haber Londra’daki dostlarımızdan son anda aldığımız uyarıydı, başkana geç ulaştı” diyerek kağıdı Dış işleri Bakanının önüne koydu ve kağıdı alan bakan hanım, müsteşarına, o da Maliyecilere,  onlardan sonra askerlerin ellerinde dolaştı. Son olarak Genel Kurmay Başkan Yardımcısı şişman general ciddi bir yüzle okuduğu kağıdı elinin tersiyle Büyükelçiye doğru fırlattı. Elçi bu harekete aldırmadan konuşmaya kaldığı yerden devam etti. “Arkadaşlar adamlar bunu kendi politikalarında ne kadar ciddi ve kararlı olduklarını  bütün dünyaya anlatmak üzere yapmanın bir gösterisini sahneye koydular, diye düşünüyorum... Yıllardan beridir Amerikan maliyesinin güve delikleri içinde olduğunu biliyor ve eski başkanlar bunu dünyayı yönetme bedeli olarak kabul ediyorlardı. Yeni Başkan şirketin giderlerinin ilgili devletlerce kapatılması peşine düştü ve ilk hareket bize çıktı torbadan.” Şişman general patladı. “Ve siz bunu biliyordunuz onların bizimle oynamasına müsaade mi ettiniz?”

            “Evet” dedi general “Adamlar Başkanla alay ettikten ve milli onurumuzla oynandıktan sonra. Başkan bunu görünce küfür sallamasında, hakaret etmesinde ortadan kaybolmasında da haklıdır” diyerek masadan hırsla kalktı. Heyet başkanı Devlet Başkanından sonra gelen Savunma Bakanı, Generale oturmasını rica etti. General isteksizce  masaya döndü, bir an için sessizlik oldu.

“Bu konuyu ilgililerle görüşmemiz ve Başkanı derhal bulunmasını istmememiz gerekir. Her şey Bağımsız Latoonya  Cumhuriyeti için olmalıdır. Onun onuru bizim onurumuz, şerefi bizim şerefimizdir.“  Savunma Bakanı da aynı kanıda olduğunu söyleyince toplantının akibeti belli oldu. FBI ile işbirliği yapılması alınan karardı,

 

***

 

Öğlene doğru bilmece çözülmüştü. Önce heyetteki ve elçilikteki isimlerin Amerikadaki dost, ahbap ve arkadaş uzantıları araştırıldı. Üç zayıf nokta bulundu.  Bunlardan biri olan Büyükelçinin Harward’da okuduğu sırada John lemmon adlı bir sınıf arkadaşıyla çok samimi olduğu ve mezuniyetten sonra john birkaç defa Odessa’da evlerinde misaafir kaldığı ve şimdi ise onun Başkanın danışmanları arasında çalıştığı ortaya çıkınca, köşeye sıkıştırılan  Büyükelçi döküldü.

“Hektor şimdi Başkanın yanında ve konuşuyorlar, kimsenin kendilerini rahatsız etmesini istemediler” dedi. Toplantı odasında havada katı bir sessizlik vardı. Sinek uçmak istese de uçamazdı. Heyetten birisi aniden farkına varmadan isteksiz olarak içini çekti. Tutulmuş nefesler birden boşaldı, insanlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. O sırada  General uğultudan uzaklaşıp, pencereye gelerek kafası karma karışık halde dışarıya bakmaya başladı. Sokağın başında iki Chevy gelişi güzel park edilmişti. Birkaç siyah takım elbiseli adam, arabalara doluştular.

General şu son iki  günde neler olduğunu gözlerinin önüne getirdi. Önce Devlet Başkanının toplantıda medyanın gözü önünde aşağılanması ve kovulması, şimdi de sefaretten kaçırılması ile kapıların arkasında gizli planların konuşulması vs.  buna vatana ihanet planları da dahil olabilirdi, kimbilir? Bunun bize bir maliyeti olacaktır elbette.

“Ben askerim politikanın tadını bilmem ama barutun tahrik edici, kışkırtıcı kokusunu kükürtten ayırabilirim. Bu iş ise daha beter, çürük yumurta kokuyor…”

 

 

***

Küçük adam sokağa adımını atınca sağa döndü  ve aklında kaldığı kadar sokağın sonuna kadar gidip bir taksi bulmak ümidiyle dinç adımlarla hızla aşağıya doğru indi. Hava   soğuktu ve sabahın alaca karanlığında içini titretiyordu. Soğuğa alışkındı, biraz sonra bu adımlarla devam ederse ısınacağını hatta terleyeceğini biliyordu. Öylesine soğuk bir memleketten geliyordu. Kendi memleketinden millerce uzakta bu yabancı topraklarda şimdi kendi vatandaşlarından kaçmaya çalışırken kafası karmaşık düşüncelerle çalışmaz haldeydi. “Neden bana karşı bir hile ve desise içindeler bu insanlar, bunu anlayamıyorum” diyordu kendi kendine. Yeni sürdürülebilir savunma  destek anlaşması Latoonya’nın değil ama Sam amcanın her şeye karşı  bir kurtuluşu olabilirdi. Hele 500 milyar dolarlık borç, acayip bir rakam değil miydi? Sam amca resmen bizi kekliyordu. Evet, evet. Bence bu da doğru.” o sırada karşıdaki karanlıklardan evsiz bir adam göründü. O zamana kadar dikkat etmemişken birden gözüne çarptı. Temposunu bozmadan yanından geçmeyi düşündü. Yaklaşınca  adam, ondan kibarca   bir çeyreklik istedi. Başkan bozukluğu olmadığını söyleyince, berduş koluna asılarak “Teklik olsun o zaman bayım” dedi yine kibarca. O sırada bir sarı taksi yanaştı. Arka kapısını açtığında arkadan arabanın içine doğru itildi, Başkan ne olduğunu anlayamadan taksi hareketlendi ve Başkan kendini arka koltukta iki kişinin arasında oturur halde buldu.

Kendisinin bir Devlet Başkanı olduğunu söylemesine aldırmadılar bile. O sırada bileklerini kelepçelediler ve başına içi hamburger kokulu bir kese kağıdı geçirdiler. İçindeki kırıntılar kaş ve kirpiklerine yapıştı.  Hamburgeri sever hatta yerdi bile ama şimdi bu kese kağıdındaki yağ kokusu iğrenç gelmişti. ”Beyler lütfen şunu başımdan alın” demesi ve bunu da birkaç defa tekrarlaması hiçbir şeyi değiştirmedi. Kese kağıdındaki boğucu koku nefesini daraltıyordu. Bir zaman sonra paketlendiği yerden alınıp semt karakolu sandığı yere teslim edildi. Orada da memurlara yalvardı, başındaki kese kağıdını alsınlar diye. Ve nihayet birisi çekti aldı yüzündeki o pis torbayı.

“Ben Latoonya devlet Başkanı Hektor’um” dedi.

“Ben de İngiltere kraliçesi” dedi memurlardan biri. “Pasaportunuz lütfen” Düşündü, sahi neredeydi bu nâlet passaport?”

Boynuna asılı şahsi koltukaltı çantasında olduğunu hatırladı.

Bir telefon etme hakkı olduğunu tahmin ediyordu ama kime etmeliydi? Sanki hastaneden çıkıp PCnin başına geçmiş olan bu başında huni yerine saçlarınıdan ibik taşıyan patron görünüşlü, emlâk komisyoncusu tavırlı adamla ne konuşabilirdi ki? Sinemadan emekli Ronald Rugan ve fıstıkçı Jammy Karter gibi adamların idare ettiği, yerlilerin vatanları  üstüne çöken tüccarların kurdukları bir şirket devletinin kârsız işlere bakmayacağını görmemek için kör olmak lâzım,  diyen Pavel geldi aklına… 

Sabah yeni oluyordu, insancıklar yeni yeni uyanıyorlar, güneş kapalı bir gök yüzünden yeni yeni pembe yüzünü gösteriyor olmalıydı. Bir binanın bodrumuna düşmeyeli yıllar olmuş olmalıydı. En son annesi yaramaz Hektor’u ikinci defa söz dinlemeyip kümesten yumurtaları aşırıp kendine teneke üzerinde yağsız yumurta pişirirken parnaklarını da pişirdiği için daçanın[1] bodrumuna kapatmıştı söz dinlemediği için ceza olsun diye.  En son dün aldığı KİT raporunda, Medved’in Harkov’a dronlarla saldırmakta olduğunu öğrenmişti. Can kaybının olmadığını da  okumuştu. Tanrı yardımcıları olsun diye dua etti. Eliyle isravroz çıkardı. Aklına komünistlerin birbirlerine sordukları sorular geldi. “Ya Hristos gerçekten yaşamış mı, biliyor musun? Eğer yaşadıysa o da komünist miymiş acaba? Merhametine sığınırız kutsal babamız. Sen komunistleri affeder misin?”

“Bizimkiler şimdi yatmak üzeredirler” diye mırıldandı.

Küçük Başkan karısını ve kızını Polonya’ya Oleysa’nın annesinin köyüne göndermişti. Yatmadan önce sevgili karısı  her gece Bakire Meryem’in ikonasının karşısında duadadır. “Benim ne durumda olduğumu tahmin edebilir mi acaba?”  Memleket hasreti ve ailesine olan sevgisi yavaş yavaş onu üzmeye başlıyordu.  

 

 

Hektor için karanlık günler başlamıştır. İki Başkan tekrar karşı karşıya gelirler. Bizim Başkan garip bir oyuna itildiğini fark eder ama yapabileceği hamleleri hesaplamakta başarılı olamaz. Dünyanın jandarması veya rangerı olan PC Başkanı O gün akşam üstü kendi ofisinde ayakta karşılar onu.

“Selam adamım. Dün oyununu harika oynadın. Bir   numara oldun dünyada.  Takdir ettim seni.  Geçmişimde ben de senin gibiydim, şimdiyse parlak fikirler bulmakta güçlük çekiyorum” dedi. Bizimki dün akşamdan beri yaşadığı uykusuzluk nedeniyle aptallaşmış dalgınlaşmıştı. Adamın söylediklerinden pek bir şey anlamadı.

“Afedersiniz ama söylediklerinizden hiç  bir şey anlayamadım. Zaten buraya zorla getirdiler, unutmayınız ki ben burada bir milleti temsil ediyorum siz bana düşman gibi…” diye yüksek perdeden  kırık dökük ingilizcesi ile kendini anlatmaya çalışırken PC Başkanı dudaklarını büze büze ıslık çalar bir havada sözünü keser. “Şişşt uslu bir çoçuk ol. Dünyanın en büyük devletinin süvarisiyle konuşuyorsun, sözlerine dikkat et” derken ayağındaki pantalonu yukarı sıyırdı, giydiği kovboy çizmelerini ve gümüş mahmuzlarını gösterdi.  Ayağını sertçe yere vurdu, beyzi ofiste duvarlar çınladı.  Küçük Başkan ayağa kalkıp. “Benim zavallı memleketim için aslında kurtuluş yok. Ya savaşacağız ya da esiriz, her ikisi de ölümdür bizim için.” Başkan elinin tersiyle küçük adamın göğsüne hafifce vurdu.

“Sen merak etme delikanlı, sen benim safımda ol, bak neler olur, görürsün. Sana öyle bir hava savunma vereceğim ki halkınız heykellerini dikecek ve seni bir ömür boyu kutlayacaktır” dedi ve yüzünü buruşturarak baktı. “Anlaştık mı?” Hayır anlamında başını salladı bizimki. Burada esir muamelesi görmek ağırına gidiyordu. Ve bir Truva atı bekliyordu destanda yazıldığı gibi.

“Bir masanın başında eşit  şartlarda karşılıklı oturmadıkça… konuşmam bay Başkan”  derken kollarını kavuşturup başını geriye attı, tıpkı Mussolini’nin tarihi pozu gibi.  Bu hareket Başkanı kızdırdı. “PC daha fazla bekleyemez. Her şey ilahi adalet için”.  Kapıya doğru bağırdı: “Alın bunu buradan!”

Bizimkini alıp gözlerini bağlayıp yeraltı bağlantı yolundan bahçenin uzak bir köşesindeki misafir evine getirip bir büyük süit daireye yerleştirdiler. Kaldığı yer aslında pencereleri ve kapıları açılmayan, havası, suyu, ışığı ve sesleri kontrol altında tutulan bu ev başlı başına saykodelik bir hücreydi. Üstelik hemen yanında camlı bir tünelle geçilen kapalı bir yüzme havuzu da vardı. Bu bir ikna eviydi, Misafir veya misafirler bahçeye çıkamadan evin her tarafında dolaşabilir tv ve sinema seyreder ve müzik dinleyebilirdi. Hatta telefonla konuşmada yapabilirdi. Orada kalanlara havaya karıştırılan gazlarla hayaller gösterilir ve olmayan sesler duyurulur, istenirse adeta kâbus içinde  yaşatılırdı. Bütün bunları misafirler, oraya buraya rastgele bırakılmış uzaktan kumandalarla programı kendileri istedikleri şekilde düzenlediklerini sanırlarken sistem bir AI tarafının kontrolü altındadır, Öyle de gider. Gönüllü denekler dışında ilk çalışma bizim küçük başkan üstünde  yapılsın  diye PC Başkanı izin verir.  

Başkan Hektor önce bu tertemiz, mis gibi çiçek kokan son derece düşünülerek Amerikan koloni tarzı döşenmiş daireyi yadırgadı ama dün gece elçiliğin köpek bağlasan durmaz küçük odasından sonra burası bir cennet köşkü sayılırdı. Beş dakika sonra bir sekreter gelerek, yemekler, içkilerden ve banyoda kullanacağı sabun ve kokulara kadar ne gibi isteği olduğunun notlarını aldı, kimlerle telefonla görüşmek istediğini kaydetti. Sabah kahvaltısını, yatağında almayı isteyip istemediğini, somyanın sertliğine kadar neleri sevdiğini, veya sevmediğini favorilerini öğrenmek istedi sekreter. “Beni kandıracağını sanıyor ama…” Kadını zorla gönderdi.

Kendini son derece bitkin hissediyordu. Kendi ülkesini bulutlara taşımak varken safça, budalaca, alıkça yarattığı hayal dünyasında tacının, tahtının sallanmakta olduğunu hissediyordu. Kendi vatandaşları tarafından satılmış olmak, sırtından avlanmak hüzün ve melankoli doğurmuş, içindeki mücadele etme istek, azim ve gücünü kaybettirdi. Hektor salondaki divanda bütün bunları düşünürken içini çeke çeke uykuya yenildi..      

 

 

 



[1] Daça:  Genellikle tuğla ve ahşaptan yapılan çatısı metal kaplı kır evi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder