Kör Uçuş

 

PUSLU BİR HAVADA KÖR UÇUŞ

İçindeki sıkıntıyı bir türlü atamıyordu kadın. Yerinden kalkıp duvara tutturulmuş küçük ve eski bir aynanın karşısına geçti. Artık döküle, döküle azalan saçlarını elleriyle düzeltip aynada kendini süzdü. İçinde bir his, hüzünle karışık kapkara bir his vardı. Bu kara duygunun içini kemire kemire kendisini bitireceğinden korkuyordu kadın. Onun yüzünden bu gece doğru dürüst uyuyamamıştı. Sürü halinde yer değiştirip birkaç arkadaşıyla birlikte evden eve geçiyorlardı. Dün de öyle oldu, daha önceki gün de öyleydi. Kaçmaktan saklanmaktan başka şey düşünemez olmuştu ama nereye kadar sürerdi bu? Zaman zaman yakalanmanın böyle panik içinde oradan oraya kaçmaktan daha iyi olabileceği de aklına geliyordu.  Ama duyduğu şeyler ve anlatılan hikâyeler düşmanlara yakalanınca göreceği eziyet ve işkence düşlerine giriyordu. Arkadaşları, “Ölüm senin için kurtuluş olur” diyorlardı. Acaba öyle olur muydu?

Öte yandan kadın sınırın öbür tarafında bekleyen silahlı birliklerin buraya girmelerine az kaldığını da gelen haberlerden öğrenmişti. Rus ordusu kapıdaydı. Kurtulabileceğini düşünürken nasıl olacağını bilmiyordu. Ama kendisine ait ne kadar evrak varsa bir zarfa koyup hepsini ince bir lastikle sardı, onu da bir naylon torbanın içine koydu ve keçe montunun iç cebine soktu. Bir savaş olacaktı bu kaçınılmazdı. “Falcı olmaya gerek yok” diye düşünüyordu. Kara bulutlar ufuktaydı. Ölüm meleği Azrail elindeki tırpanını sağa sola savurarak çevrede kol gezecek, tırpanının değdiği yerde taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak demekti. Öte yandan Ukrayna özel kuvvetleri yaklaşık yirmi iki aydır bağımsızlığını ilan etmiş bu bölgede tedhiş ve terör hareketlerine girişiyor ve hayatı çekilmez hale getiriyorlardı. Bazen de yakaladıklarını sorgulamak üzere Ukrayna’nın kontrolündeki bölgelerine götürüyorlardı.

İçindeki kötümserliğin iyice ayyuka çıktığı zamanlarda, dine fazla inanmadığı halde doksan dokuzluk ve ucunda haç sallanan bir tespih ile “Buradan kaçmalıyım, lütfen bana yardım et Bakire Meryem” diye bütün gece dua ediyordu. Bir şekilde kendini sınırın öbür tarafına atarsa bu ıstırabın biteceğine inanıyordu ama bu nasıl olacaktı? Aile için yarı buralı, yarı oralı olmanın zorluğu artık çekilmez olmuşken aylardır kocasından ve çocuğundan ayrı kalmanın dayanılmaz yorgunluğu, içinde bir düğüm olmuş boğazına dayanmıştı. Ağlamayı bile beceremiyordu. Zavallı aile, bölgenin içinde son on yıldır süre gelen bir nevi isyanın, tarafı olmayı kendileri istememişken olayların tam ortasında bulmuşlardı kendilerini.  Bir tarafı seçmesi gerektiği söylendiğinde önce itiraz etmiş ama derdini kimseye anlatamamıştı. Böylece ailenin parçalanacağını ve sonucunun bilinmezliğe gideceğini kimseye dinletememişti.  O bir Rus, kocası ise burada doğmuş, büyümüş bir Ukraynalıydı. Yolları Üniversitede kesişmişti. Yakışıklı adam köylü bir aileden geliyorken,  genç kadının babası Rus Deniz Kuvvetlerinde üst rütbeli bir askerdi ve Karadeniz Filosunda görevliydi. Bu uyumsuz duruma karşı, gençler birbirlerini beğenmişler sevmişlerdi ve sonunda evlendiler.

İlk günlerin heyecanı bittikten sonra genç kadın Harkiv’de Devlet Vergi dairesinde birçok muhasebeciden biri olarak çalışmaya başladı. Kendini iş arkadaşlarına sevdirmesine rağmen seneler geçtikçe, iş yerinde bazen kendini bir fanusun içindeymiş gibi hissediyordu. Yani salonda ya da odasında çalışanlarca gözetleniyordu.

 

***

Rusya’nın dağılan Sovyetler Birliğinin Doğu Avrupa ve Baltık kıyısındaki devletlerin üzerlerindeki etkileri kaybolmaya başlayınca, Rusya kendini yalnız ve ihanete uğramış hissetmeye başladı. Bu küçük devletçikler AB ve NATO tarafından liberal sisteme kazandırılırken Dünya liberalizminin aslında Liboşluk olduğunu, oynanan oyunun da langırt olduğunu öğrendiler. Ve eski ağabeyleri şimdiki durum karşısında oyunbozanlığa başladı. AB’nin ve NATO’nun etkileriyle Doğu Avrupa’daki uydu devletlerinin birer birer Rus cazibe alanından çıkmaları, Rusya’nın canından et koparıyorlar gibi geliyordu.

***

Ancak şehirdeki anarşik olayların başlamasıyla genç kadının uykusuz geceleri de başladı. Ukrayna vatandaşı olmasına rağmen Rus kökenli olması yakın çevresindekileri rahatsız etmeye başlamıştı.  Sokaklarda olaylar Kiev ve banliyölerinde ve Donbass içinde Olayların artışı kadının vergi dairesi memurluğundan ayrılmasını zorunluluk haline getirecekti. Amiri olacak herif alaycı bir gülüşle hazırlattığı istifa mektubunu önüne uzattığı zaman, gözlerinin sulanmasından yazıları doğru dürüst okuyamadı ve imzalanacak yeri göremedi. Ama yine de imzaladı.

Ukrayna Hükûmeti olaylara karışanları mahkemeler tarafından hüküm giymiş olsun olmasın şüphe üzerine bile resmi dairelerden hemen ayrılmalarını istiyordu. Böylece bir sene içinde Donbass bölgesi hariç resmi kurumlarda çalışan Rus asıllıları kapı dışarı ettiler.

“Kusura bakmayın kapalıyız”

Bu muameleler sonucu işten atılan bahtsızlar tren istasyonlarında ve Metro girişlerinde şahsi eşyalarını ve el emeklerini satmaya başlamışlardı. Tıpkı 1989 da Sovyetler Birliği’nin Perestroyka sürecinde bağımsız devletlerin dağılmasında olduğu gibi. Verimlilikten uzaklaşmış Kamu İktisadi Teşebbüsleri çoğu zaman çalışanların alacaklarını para yerine mal takası ile ödüyorlardı. Onlar da bunları satarak o gün aç kalmaktan kurtuluyorlardı. Ama emekliler ve satacak bir şeyleri olmayanlar, ya kaçak votkadan ya da açlıktan birer ikişer ömürlerini tamamlıyorlardı. Ukrayna için bu sancılı devir giderek ağırlaşırken yapılan demokratik seçimlerde  “Batının bezirgânları kendi adaylarını başa geçirerek rahatsızlığı kriz haline getirdiler ve 21. YY ilk çeyreğinde insanları birbirlerine kırdırmayı başardılar” diye düşünüyordu adam.

Bugün Donbass adeta enterne edilmişti. İçeridekilerin başka yerlere gitmelerine izinsiz müsaade edilmezken, aynı şekilde başka yerlerden de buraya gelişler özel müsaadeye tabiydi. Kadın kendi durumunda olan pek çok ailenin varlığını duyduğunda ve gördüğünde biraz sakinleşti. Kocasının düşman ordusunun buraya gelmesi halinde onlara kaşı savaşmasının zorunluluğunu ona söylediğinde donup kalmıştı. Evet, kocasının Ukrayna ordusuna katılması zorunluydu, ama kadın kocasının bunu bu kadar kolay söylemesine, şaşırdı, inanamadı ama adamın kendisine bakan üzgün gözlerini görünce o da üzüldü. Duyduğu bu sözlerin sonunda kendini kaybetti adeta onlara sıkılacak mermilerin kendini delip geçeceğini düşünüyordu ve onları öldürecek kurşunların kendisini de öldüreceğine inanır olmuştu. Kadının babası ve oğlan kardeşi de Rus kocası ise Ukrayna ordusundaydılar.

 

“Emir verilecek olursa onlar bize saldıracaklar, kocam da onlara kin ve hınç ile saldıracak” diyordu içinden. O mahşer karmaşası içinde kızıyla bu dünyada yalnız kalacağını sanıyordu.  Akşamları uyuyabilirse acayip rüyalar görüyordu. Çarmıhından inen İsa Mesih’in ona doğru yürüyüp önüne gelince kendisini takdis ettiğini, sonra Onun göğe doğru yükseldiğini görüyordu. O kocaman boş kalan haçın çürümekte olan ahşabının damarlarından inceden kan sızdığını görürken kızının oraya çakılmakta olduğuna şahit oluyordu. Birden boğulmakta olduğunu hissedip yataktan fırlıyor, uzun bir soluk alıyordu. Açmazdaydı kadın. Kocası ise içindeki acısını belli etmeden olayların ve anarşinin başlamasından önce davranıp kendilerinin Ukrayna Vatandaşı olduklarını hatırlayıp hep beraber bu bölgeden uzaklaşmayı, daha kuzeye,  Kiev yakınlarında kendi babasının yaşadığı köye göçmek istediğini, bunun aklına gelen en iyi çözüm olduğunu söylüyordu.

“Orada ailemin bahçeli küçük bir daça[1]sı var, mısır, yer elması, lahana, havuç ve patates yetiştirebileceğimiz küçük bir de bahçesi var,  üstelik Kent merkezine çok yakın olduğundan kızımızın müzik eğitimini orada hiç kesintisiz devam ettirebiliriz” diyordu, kocası. Kadın hemen cevap vermeden uzunca bir süre sessizliğe büründü. Cevabını beklemek bir hayli uzun sürmüştü. Günlerce düşünmüş ve Rusya’daki ailesinin yanında yer alması gerektiğini söylemişti kocasına. Kızını da alıp gitmek vatanına dönmek istiyordu. Adam kızının kendi yanında daha iyi yetişeceğini söylüyordu. Karı koca birbirlerini kırmak ta istemiyorlardı, çünkü olaylar yatışınca bir araya geleceklerini umuyorlardı. Ama kadın kendini bu ülkede sanki kafeste kalmış gibi hissediyordu. Bunu da dürüstçe söyledi. İşte o günden sonra evin içinde soğuk havalar esmeye ve evin şurasına burasına sinmiş eski sevgiler yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladı. Bir yuvanın sıcaklığı ve samimiyeti sona eriyordu. Hâlâ kâğıt üzerinde resmen bir aileydiler oysa. Ortak olan tek bağları artık on iki yaşındaki Anuşka idi. Kızları dört yaşından beri, müzik ve bale eğitimi almaktaydı. Hocaları, bu yaşlarda Piyanoyu adeta bir yetişkin gibi çalmaya başlayan kızın ileride iyi bir piyanist olacağından çok umutluydular. Onlara bu eğitimden vazgeçmemelerini tavsiye ediyorlardı.

Küçük kızları yani aşklarının yegâne meyvesi ailenin tek bağlayıcısıydı. İkisi de kızın gözlerine bakıyorlardı, kimi tercih edecek diye. Kızları bu ayrılışı kabullenemiyordu. Neden her iki ülkede de bir arada oturamıyorlardı? Ukrayna’da kalırlarsa Adamın askere alınacağı kesindi, annesi burada kalırsa diğer Ruslar gibi toplanarak enterne ve sınır dışı edilmeleri çok büyük bir olasılıktı. Yeni kurulan Ukrayna’ya kafa tutan Donbass Cumhuriyetleri ise henüz çok gençtiler ve asıl savaşın burada olacağı kesindi. Geleceklerinin ne olacakları belli değillerdi. Anuşka Kararını babasından yana verdi, anne bunu duyduğu an ayakta olmasına rağmen içi boşalmış cuval misali yere çöküverdi. Bunca zaman sonra en mantıklı kararı Anuşka vermişti. Dedesiyle kalacaktı.

Üniversitede bir sevda ile başlayan beraberlik adamın da kadının da istekleri dışında sessiz sedasız bir ayrılıkla bitiyordu. Çok üzgündüler her ikisi de ama bir taraftan da Sanatçı olacağını umut ettikleri kızlarının geleceği ve onun yaşamı söz konusuyken bu fedakârlığı yapmak zorunda hissediyorlardı kendilerini.  Son geceleri sessiz sedasız ve zaman zaman yutkunma ve hıçkırıklarla geçmişti. Kiev’e gidecek tren 7 deydi. Sabahleyin saat 5 de kalktılar. Kahvaltıdan sonra, adam kızını da yanına alıp kısa bir vedalaşmadan sonra mahalli idarenin, onlara on senedir yuva olmuş iki odalı evlerinden çıkıp gittiler. Tahminen onlar merdivenlerin son sahanlığına vardığında, o zamana kadar ağzını açmamış ve yerinden hiç kımıldamamış olan kadın oturduğu yerden kalkıp mutfak kabul ettikleri köşedeki bir adam boyundaki tezgâhın üzerindeki iki gözlü ocağının musluklarını sonuna kadar açtı. Hafif bir tıslama mutfağı doldurdu.  O sırada tezgâhın üzerinde gelişi güzel bırakılmış kullanılmış tabak ve çatallara takıldı kol ağzı. Birkaç çatal eviyenin içine yuvarlandı. Kadın şöyle bir toparlandı, gelişi güzel konmuş mutfak malzemelerini itinayla suya tutmaya, kirlerini akıtmaya ve bulaşık süngeriyle silmeye çalıştı. O masum tıslama sesi içeriye dolmaya devam ediyordu. Eline üzeri çileklerle süslenmiş beyaz bir fincan geçince durdu, kızının süt fincanını elinde evirdi, çevirdi. Üç dört sene önce bir yaş günü içindi galiba o zaman hediye olarak aldığı aklına geldi. Küçük kızı, minik beyaz bedeni ve gülen gözleriyle kapının ağzında durmuş, ona bakıyordu. Bir şey aklına gelmiş, hatırlamış gibi oradan hemen pencerenin yanına gitti. Kızıyla kocası karşı kaldırımda otobüs durağına varmışlar, 122 nolu otobüsü bekliyorlardı. O hat tren garına giderdi. Bugün gök kapalı, ikisi de sabahın soğuğunda, üşümemek için yerlerinde durmadan sıçrıyorlar dans ediyorlardı. Sırt çantaları da onlarla beraber sıçrıyorlardı. Uzaktan bir otobüsün yaklaştığını gördüler. Yukarı bakıp kadına el salladılar. O da onlara bakarken belli belirsiz el salladı ve daha iyi görebilmek için pencereyi açtı, temiz ve soğuk hava yüzünü yaladı. Kadın birden kendine geldi. İçerisi gaz dolmuş ve açtığı pencereden içeri giren hava onu adeta bir rüyadan uyandırır gibi kendine getirmişti. Nasıl karar verdiğini bilmeden, ebediyen ayrılmayı neden düşündüğünü hatırlamıyordu. Belki kendisinin onlara ayak bağı olacağını ya da onun yüzünden çocuğuna ve kocasına zarar gelebileceğini düşünmüş olabilirdi. Kendi bilemediğine göre kim bilecekti? Gidip ocağın düğmelerine titreyen elleriyle yapışıp kapattı.  Masanın yanındaki sandalyeye çöktü yine.

***

Harkov’da kaldıkları yer ve mahalle Rus kökenlilerin yoğun olarak yaşadıkları eli pankartlı ve bayraklı mahallelerden biriydi. Rusya’ya bağlanmak ya da bağımsızlık fikri de Donetsk, Lugansk şehirlerinden doğmuştu. Rus provokatörlerin de katkısıyla Ukrayna’nın Rusya yanlısı bir politika izlemesini onun dümen suyunda gitmesini isteyenlerin daha çok oturduğu şehirlerin mahalleleriydi. Bundan dokuz, on sene önce, Rusya yanlısı Yukashenko’yu destekleyerek 4. Cumhurbaşkanı seçilmesine yardımcı olmuşlardı.  Ancak sonrasında çıkan ve aylar süren olayların sonucunda Bay Başkan meclisin azliyle ülke dışına yollandı. Son on yıldır en iyi ve en sert muhalefet buradan başlar dalga dalga şehre ve bölgeye yayılır giderdi. O ayaklanma sırasında özel polislerin protesto mitingi yapanların üzerine yaptıkları karşı atakta polis kalkanlarından biri ağzına çarpmış, ya da polis belki kasten yapmıştı, kadının üst dudağını patlatmış, üstten iki, alttan bir dişini kırıp ağzını kan içinde bırakmıştı. O günden beri ağzındaki üst iki ve alt bir ön dişi dökülmüş dolaşıyordu kadın. Her zaman değil ama bazı zamanlarda, mesela acı acı güldüğünde, kadının yüzündeki ifade son derece ürkütücü olurdu

Ukrayna’nın AB’nin çabalarıyla seçilen liberal Cumhurbaşkanı Batılı ülkelerin sözlerine dayanarak Rusya ile ipleri iyice gerince ülke bir iç savaşın içine girmiş oldu. Donbass bölgesinde otoriteye karşı başlayan ayaklanmada, Rus kökenli Ukraynalılar ile onları destekleyen Yerli Ukraynalılar günler süren olaylardan sonra durulmuşlardı. Olayların ilk başlangıcından çok değil on beş gün sonra Lugansk  ve Donetsk şehirleri Ukrayna Cumhuriyetinden ayrılıp kendi bağımsızlıklarını ilan ettiklerini açıkladılar. Bu arada “Big Brother, Rassiya” Kırım yarım adasını işgal ediverdi. Herkes dondu kaldı. Ancak Ukrayna ordusu karadan ve havadan yaptığı ataklarla Başkaldıran Novi Rassiya hükûmetini hizaya sokmanın çabası içine girdi. Mademki Rusya ile perestroyka sırasında bu insanların hayatlarını ortaya koymaları sonucunda yapılan anlaşmayla bir hudut çizilmişti buna her iki tarafın da uymasının gerektiğini Ukrayna Halkı Rusya’dan beklemekteydi. Görmedikleri şeyse kendilerini bu liboşlara teslim etmekte olduklarıydı. Bütün senaryo Ukrayna dışında yaşayanlarca yazılıyordu.

***

Baba kızın evden ayrıldığı sabahki askeri hareketleri evdeki televizyonu satmış olduklarından gelişmeleri izleyememişlerdi. Kadın ve Adam belki de son görüşmeleri olacak bu saatlerde birbirlerine söyleyecek bir şeyler bulamıyorlardı. Küçük kızları zaten uyuyamamış olduğundan sabahın 6 sında içinden ağlayarak giyiniyordu. Aklında dedesini daha önce görüp görmediğini sorguluyordu ama bir sonuca varamıyordu. Annesi bozuk bir makine misali dura, dura, kesik hareketlerle kahvaltı masasını hazırladı. Hiç birisi ağızlarına doğru dürüst bir şey koyamamışlardı. Yutkunup durdular.  Sonra antrede kız birden önce annesine sonra da babasına sarıldı. Adam kollarını olabildiğince genişçe açtı, hepsi birbirlerine sarıldılar, annenin de babanın da hıçkırıkları boğazlarına tıkanmış vaziyette konuşmadan birbirlerine veda ediyorlardı. Sadece küçük kızdan ince bir mızıldanma geliyordu. Anne hiç konuşmadan geldi, geldi masanın başındaki sandalyesine oturdu. Gözlerini koyu gri renkteki puslu havaya dikti. Üç beş dakika sonra Babayla kızı sırtlarında çantaları takılı vaziyette dışarı çıktılar.

***

 O sabah Donbass da birkaç aydır beklenen Rus ordusu atağı başladı. Harkov daki şehir militanları ilk harekete geçenler oldu.   Saat 6 on beş de tren garına gidecek otobüse bindiler ve kar maskelerini yüzlerine geçirdiler araca el koydular. Otobüs fazla kalabalık değildi.  Durağa geldiğinde hepsini indirdiler ve boş caddelerde onları arkadan takip etmekte olan uvaz marka kapalı kamyona doldurdular. Adam elinden almaya çalıştıkları kızını kendine doğru çekince yüzü maskelenmiş, kamuflaj giysili askerin elindeki otomatik tüfeğin dipçiğini ağzının ortasına yedi. Başında parlayan yıldızların ne olduğunu anlayamamışken kendini asfaltın üstünde yatar buldu. Patlayan dudaklarından sızan kanın tuzunu ağzının içinde hissedince istemsizce güldü. Aklına karısının gülünce ortaya çıkan dökülmüş dişleri geldi. “İşte şimdi birbirimize benzedik” dedi ve gülmeye devam etti. Sıcağı sıcağına acılar pek hissedilmez ya, ondan olsa gerek, ama boynuna sarılan kızının yanağını yanağında hissetti, sıcacık sevgi dolu nefesini içinde duydu. Bıraksalar yerde daha yatacaktı ama kızının bağrışları onu kendine getirdi. “Toparlanmazsam” dedi “Ona zarar verecekler bu itler”

 

***                                                                       

 

Çarlık düzenini toprak, ticaret ve politik rejimini Ekim devrimiyle kanlı bir şekilde yıkarak onun yerini alan yeni yüz yıldaki yeni toplumsal modeli dünyaya tanıtmış olan Rus halkı, üretim, emek ve kazanç sömürüsünü acımasızca yıktı ama kendine has katı bir bürokrasiyi de geliştirdi. İşçi ve emekçinin beklenen refahı ile beraberinde umutlu ve mutlu nesil hiçbir zaman ufukta görülemedi. Altmış, altmış beş yılda rejimin kendini revize edememesinin zararları, Perestroyka ile yeniden yapılanmaya gidilerek düzeltilirken, Liberalizmin bencil fakat cezbedici yaşam manzaraları ile emperyalist dürtüleri, koca ülkeyi esir alıverir ve Sovyetler Birliği dağılır.  Yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında bu ülke emperyalist, sömürgeci davranışlarıyla, bir öcü görüntüsüne büründürmüş, ne zaman biteceği belli olmayan çeşitli savaşların ve insan avının içine sardırmıştı. Bir önceki yüz yılda kökeni halk destan ve masallarının saflık ve naifliğine dayanan, endüstri öncesi köy ve şehir yaşamlarını anlatırken,  yaşanan refahı ya da sefaleti, gerçekçi ve zengin betimlemelerle tanımlayan Rus edebiyat ve sanatı dünyada kendilerine hayranlık doğurabilmişken aynı başarıyı yeni rejimde, çoğu parti propagandasına dayanan yeni sanatla sağlayamadıklarını Ruslar da itiraf ederler.

“Ukrayna çekişmesi uzun yıllardır devam eden kısır çekişmelerden biridir. Ukrayna’nın bugünkü sınırları Sovyetler Birliği zamanında Stalin sonrası Devlet adamlarından Nikita Kruşçef’in onaylamasıyla çizilmiştir. İkinci Dünya savaşının öncesi ve sonrasında geliştirilen endüstri tesislerinin bedelleri devletlerin katkısı oranında ödenmiş olduğu gibi Perestroyka sırasında devlet borçları Sovyetler Birliğini oluşturan devletlere bölüştürülmüştür. Onun için Ukrayna halkı bugün patlamış olan ve Doğudaki bir kısım toprakların ve Kırım’ın kendilerinden koparılma tertibini kendilerine karşı yapılmış bir haksızlık ve uluslararası anlaşmalara saygısızlık olarak kabul etmektedirler” diye otobüsten alınmış adam sorguda anlatıyordu.

 

 

***

              Genç Kadın 122 nolu otobüsün duraktan ayrılışını seyretti, bir süre sonra pencerenin önünden çekildi. Sandalyeye döndü yine. Masanın üzerinde yarı yarıya yenilmiş ekmekle peyniri ve kahve fincanlarını toplamak istedi. Eline aldığı fincanı kocası kullanmıştı. İçinde kalan artan kahveyi elinde evirdi çevirdi, kahve ile sütün beyazlığının büyülü bir şekilde karışmalarına daldı bir süre. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama kapının zilinin çaldığını duyar gibi oldu. Ürpererek kalın, metal kanatlı, kanadının arkası sesleri yutması için deriden kapitone kaplanmış, adeta ortaçağdan kalmış hissi uyandıran kapıya yaklaştı. Bir süre kapıyı dinledi, bir şey duyamadı ama üç kilidi de olabildiğince sessiz ve yavaş açtı. Kapıyı araladığında ayaklarını açarak yere oturmuş ağlamakta olan kızını gördü. Şaşırdı, alçak perdeden seslendi.

              “Sen ne arıyorsun burada? Baban nerede?” dedi.

Düşman ordusu bir saat önce hem kuzey karayolundan, hem ülkenin doğusundaki Donbass bölgesinden tank ve helikopterleriyle sınırları geçmişlerdi. Tam o sırada iki atak helikopteri cadde boyunca alçaktan uçtular, ardından bir çift daha uçtu üzerlerinden. O sırada uzaklardaki uçaksavarlar ateşe başladılar gürültülerden anne ve kız birbirlerini duyamadan ayakta birbirlerine bakıyorlardı. Kadın başından aşağı soğuk sular döküldüğünü hissetti. Kızına sarılırken, kendi kendine mırıldandı.

“Korktuğum başıma mı geliyor acaba?”

Sadık Mercangöz, 5 Temmuz 2022, 06:45 , Artur, Burhaniye

 

             



[1]Daça: Geleneksel usulde inşa edilmiş köy evi.

3 yorum:


  1. İnsanlar kendilerinin olmayan savaşı futbol maçı ilgisi (ya da ilgisizliği) ile izlemeye (ya da izlememeye) mi başladı acaba? Tüm o acı ve acıklı dram birden sanki şimdi ''el sırtına bin değnek'' umursamazlığıyla olağan bir şey gibi kabulleniliyor basında ve başka ortamlarda. Bu öykünün her paragrafını okudukça gene bizden sadece bir kuşak öncesinin de aynı ızdırapları yaşadığı aklıma geldi ve sürekli olarak kendimi beni dünyaya getirenlerden çok daha şanslı saydım durdum. Gerçi ikinci büyük savaşın ortasına doğmanın benim şahsen hatırlamadığım sıkıntılarını eski, ciltli nüfus defterimdeki ''üç aylık şeker, patiska vb vesikası verildi'' yazılarından anlayabiliyorum, ama hepsi o kadar. Hele savaşta çiftlerden birisi şu etnik kökenden, eşi ise savaşan öbür tarafın kanındansa offf, al sana bir ekstra dram. Eline, aklına, hassas yüreğine sağlık Sadık. Yazdıkların bunların kayda geçmesi açısından ne denli değerli anlatamam. Sağol.

    YanıtlaSil
  2. çok etkiyeyici ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Saim Hacıhabiboğlu13 Temmuz 2022 11:43

    Bu öykü bir beşlemeden sonra geldi. Herbirini bekle, keyifle okudum. Sevgili Sadık'a da söylediğim gibi 'buruklaştım'. Sadık'a sorduğum soruyu burada da soracağım; "Arkadaş, sen savaşı yaşadın mı?" Yalnızca savaş değil, öyküler içine serpiştirilmiş düşünceler son derece yerine oturmuş. Birikimini öyküler içinde çok güzel ve yerinde aktarıyorsun.

    Akıcı, günümüzün kabul edilemez gerçeğinin ayrıntıları, geniş sözcük dağarcığınla birleşince akıp giden, okunulası, düşünülesi öyküler oluyor. YAZ arkadaş. Bizler de yazdığın öyküleri hem zevkle okuyalım, hem de saplamalardan yararlanalım. Kutluyorum.

    YanıtlaSil