SEMİZOTU PAZARDA
Geçen gün torunlardan
üç numaranın mı, yoksa beş numaranın mı yaş günüymüş, akşam evde küçük bir
kutlama yaparız dendi. Bana da dede olarak günün manasına uygun pastanın
alınması görevi verildi.
“Olur, beni hediye alma
işine karıştırmayın. Pasta işi bende, tamam” dedim. O da akşamüstüne kalmasın sabahtan
uğrayıp siparişi vereyim, diye düşündüm.
Ben emekli bir adamım,
zamanında yatırılmayan sigorta primleri yüzünden SSKnın yan kapısından emekli
edilmişim. Allah Devlete, millete zeval vermesin, iyi de para alıyorum, ayda 1193
lira, babadan da kirada bir, iki daire var, bırakıp gidenler nur içinde
yatsınlar, iyiyiz yani. Her neyse, ama
böyle özel günlerde biraz tıkanıyorum, seviniyorum ama gıcık da yapıyor
doğrusu.
Pastane, bizim
mahallenin pastanesi, sokağımızın sonundadır, çarşıda veya bir AVM de değil. Balkanlardan
göçmüş bir aile, karı koca çalışır pastaları, kurabiyeleri filan kendileri
yaparlar, küçük ama sevimli bir aile işletmesidir, anlayacağınız. Sütlü
tatlıları nefis olurdu doğrusu. Bu senenin başındaydı galiba, kazandibini son
defa yedim maalesef. Pastanenin sahibi Selami‘nin Sütçüsü süt getirmekten
vazgeçtiğini söylemiş ona. “Artık bizim yeğene emanet süt işi” demiş.
Sütçü dayı Kazan’da
oturur Kahraman Kazan Sütü getirirmiş, yağı, suyu tam kıvamındaymış,o süt ile
yapılan kazandibi de o kadar leziz ve oturaklı olurmuş, ben de bizzat şahidim.
Ama yeğen bu işi yüzüne bulaştırmış anlaşılan, akaryakıta zam geldikçe, havalar
ısındıkça sütü sulandırmaya başlamış, sonunda iş zıvanadan çıkmış. Son
kazandibini ben de yedim gerçekten yavan ve cıvık bir kazandibiydi. Selami,
dayısını aramış, çağırmış o da gelmiş. Ama adam bambaşka havalardaymış. Söylediğine
göre Sütçü dayıya Lotto’dan büyük ikramiye çıkmış, adam önce evini, arabasını
değiştirmiş sonra karısını.
“Bana altmışımda lök
gibi para çıktı anadın mı? Garıyı boşadık, çoluk yok, çocuk yok. Ben bu saatten sonra eskiye dönemem aga, dana, inek
peşinde goşamam gayri. Gayinçodan öğrendim, gayinço okumuş adamdır, yani aga, şimdi daha innofatif işler peşindeyik. Mesela milletin birikimlerini internette değerlendirip komisyon alabilirik, gayinço buna "vin vin" diyor. Ulaştırma Bakanlığıyla paralı yollara yeni bir elektrikli geçiş kapısı açma
pazarlığı içindeyiz. Sistem hazır: “As Slow As” yarım paralı geçiş kapısı, “Yavaş ama ucuza geçin” mottosuyla başlıyoruz işe..
OGS var, HGS var da vatandaşa ne faydası var? Her ikisinde de aynı yoldan aynı
paraya geçiyorsun emme rekabet yok. Arabalar alışana kadar yarı fiyat yap, bak
bakalım neler oluyor?” demiş ve yürüyüp gitmiş bizim Sütçü dayı.
***
“Günaydın Selâmi”
Pastane kapısından
içeri girdim. Ortalık biraz değişmiş gibi geldi, duvarlarda beyaza boyalı camlı
dolaplar var, kasayı başka yere taşımışlar galiba ama ben tezgâhın arkasındaki adamın
yüzünden başka bir yere bakmıyorum. Nedense simasını çıkaramadım. kataraktım azdı herhalde. Böyle zamanlarda çalışana
ismiyle hitap etmek, o unuttuysa bile ona sizin onunla samimi olduğunuzu
hatırlatır.
“Ooo günaydın Sami Bey amca”
“Sami değil, Muhsin, mütekait
yani, emekli Muhsin.”
“Pardon Muhsin amca, bu günlerde bir hafıza zayıflığı başladı.” diye sırıttı. Beni tiii ye alıyor güya.
" Öyleyse bol bol semizotu yiyeceksin evladım..." dedim, iyi mi? Neyse, selam kelam faslını
bitirdikten sonra, “Sipariş zamanı geldi” dedim içimden.
“Buyurun beyefendi.”
“Bak Selami oğlum, sanki sen beni
unutmuş gibisin, muhterem eşiniz nerde? O burada olsaydı, hatırlardı beni, ben
yabancı değilim. Her yaş günümüzde, kabul günümüzde pastamızı bu pastaneden
alırız, Torunların da favori dükkânı burasıdır.” diye bir giriş yaptım.
“Şimdi
sen bize büyükçe bir yaş günü pastası yapacaksın. Üzerine parça meyveler,
frambuaz, çilek ve muz yerleştireceksin ve çikolata sosuyla süsleyeceksin. Büyüklüğü
bir kilo kadar olsun, daha büyük olmasın evladım. Bizde yenmiyor. Ayrıca
üzerine “İyi ki doğdun Muhsin” diye yazacaksın aç parantez, benim adımı verdiler
oğlana Muhsin diye, sağ olsunlar. 6 adet de maytap ve mum verelim. Sen de haklısın,
benim de hafızamda zayıflama var biraz, hayatımız zaten sıkıntılı bir de bu
darbe teşebbüsü. Dayak yemiş boksör gibiyiz. Hayat şartları bizde akıl mı koydu
oğlum? Ben hayatım boyunca ne darbeler gördüm, ne darbeler! Mesela; 1960, 27
Mayıs darbesinde Orta ikideydim. 1961 de Talât Aydemir ve Fethi Gürcan darbeye
kalkıştılar, hem de iki defa, ikincisinde onları astıkları zaman orta üçteydim...
12 Mart da Devlet Planlamada uzmanlığa yeni başlamıştım, 12 Eylül 1980 de Özel
sektöre geçmiş idim. Bütün bu darbeleri yaşadım ben… Nerede kalmıştık? Sipariş tamam
mı? Borcum ne kadar?”
“Hayır
amcacım bir borcunuz yok” demez mi Selami?
“Sadece
galiba bir yanlışlık var, adım Selâmi değil. Ben eczacı kalfası Nazım, burası
da Şifa eczanesi. Pasta bulunmaz burada. İlaç alacaksanız buyurun ben yardımcı
olayım” demesin mi? Hoppala, etrafa bakındım. Beyaz camlı dolaplar, kutu
kutu ilaçlar raflarda, duvarda orkit
reklamları, bebekler için pişik kremleri,
anasının kucağında mutlu, neşeli bebek resimleri vs.
O
sırada “Merhaba? Dün akşamüstü size uğramış, reçeteden bir ilacı bu sabah
getirtecektiniz, Hazır mı acaba?” diyen
birisi içeri girmiş, arkamdan sesleniyordu. Birden başımdan aşağı soğuk sular döküldü.
“Ne diyor bu? Burası ne zaman eczaneye dönüştü? Pastane nereye taşındı acaba?
Çocuğa da ayıp oldu, adamın eczanesine girmişim pasta ısmarlamaya çalışıyorum”
diye düşünürken yüksek sesle sordum:
“Peki,
oğlum Pastane burdan ne zaman taşındı?”
“Amcacım,
sizin aradığınız pastane sokağın öbür başındadır, hiçbir yere de taşınmadı”
Apar,
topar zor attım dışarı kendimi. Evden çıkıp sağ yerine sola dönünce Eczane,
öteki taraf Pastane, vay canına bunu unutmuşum anlaşılan. Peki, ama Selâmi’yi nasıl
tanıyamadım?
Pastaneye geldim, ama
kapı, pencere duvar. Camın yüzünde “Mor
Menekşe Pastanesi” yazısı var, Kapıda cama asılı kapalı yazısı. Menekşe ailenin
kızlarından birisinin ismi, tamam ama içeride kimse yok. Manav yandaki
dükkândan başını uzatıp: “Muhtar çağırmış, oraya kadar gitti, şimdilerde gelir,
epey oldu gideli.” Manava doğru seslendim; “Sağ olasın. Ben öğleden sonra
tekrar uğrarım.”
Öğleden sonra uğradığımda
bizim Selâmi’yi Pastanede kasanın arkasına oturmuş düşünürken gördüm. Kafasını
isteksizce kaldırıp “Hoş geldin Muhsin
abi.” dedi. Adam sıkıntılı. “Anlat” dedim, adeta döküldü.
“Ne anlatayım abi...
Etrafımda bir şeyler dönüyor. Bu muhtar denen karaktersiz, birilerine yaranacak
herhalde, bana uğrayıp, bir limonatamızı içip konuşması lazımken, beni ayağına çağırıp, fırçalıyor. Dükkânı
kapatıp gidiyorum, bana akşamları neden Meydandaki Milli Birlik toplantılarına
katılmadığımı, bağırıp çağırmadığımı sordu.”
Yüzüme dikkatle bakıp, benden bir cevap bekledi bir an, sonra;
“Olayın üzerinden dört
aydan fazla geçmiş, Meydan toplantıları artık ilk halini kaybetmiş, Halk
konseri şekline dönmüş. Neyse ben de:
“Yapma Allah aşkına, ne
var bunda? Bunun için mi çağırdın beni? Seni ne ilgilendiriyor bu?” deyip
arkamı dönüp tam kapıdan çıkacağım, gâvur tohumu gibi bir laf etti, kulağımla
duydum. Dönüp yüzüne baktım. Tepemin tası attı. Üzüntüyle başını salladı Selâmi.
O sırada birkaç çocuk kapıdan içeri girdiler, neşeyle şekerleme cinsi bir şeyler
istediler. Selâmi onlara doğru gitti.
Canım sıkıldı. Selâmi
haklı aslında. Katılıp katılmaması kimseyi ilgilendirmez. Hele muhtarın adama
küfretmesi, hakaret etmesi olacak şey değil. “Ulen ne zamanlara kaldık ha?
Birbirini gammazlama devri mi başladı? İçimden “Bizimki suç olacak ne yapmış
olabilir? O herifin yanında çekilmiş videosu filan mı, ya da Bankasında bir hesabı
mı var? Dükkân sahibi hacı İbraam efendinin kirasını nereye yatırıyor bu?” diye
düşündüm.
Biraz sonra yanıma geldi;
“Yakalamışız darbecileri, Mecliste bütün Partiler birlik içinde Ohal ilan
etmişiz, Polisler arada, asalak ve parazitleri toplayıp duruyorlar, Artık
meydanda toplanmanın anlamı ne? Üstelik Muhtar da beni iyi tanır. Benim
dükkânda yalnız çalıştığımı da bilir bu herif. Geçen muhtarlık seçiminde burayı
adeta kendi seçim merkezi olarak kullandıydı. Şu defterlerde hâlâ ödenmemiş hesabı
durur, Bana ettiği küfre bak! Tabii, birbirimize girdik. Jandarmayı çağırdı, Karakolda
kumandan bizi dinledi ve tabii fırçamızı yedik.
“Ohalden şimdi sizi
içeri tıkarım, barışın lan” dedi genç yüzbaşı. “Türklüğüme laf ettirmem kumandanım, o benden
özür dilesin” dedim.
Ama bu muhtar adamının benimle derdinin n’olduğunu
anlamadım valla, Muhsin bey” diye yaşlı adam üzüntüyle konuştu. Ben de içimden aksini
düşünmeme rağmen, konunun Jandarma karakol komutanın önünde resmen sona ermiş
olduğunu, resmen barışmış olduklarını anlattım “Yüzbaşı şahit” dedim. Kafasını
takmamasını söyledim, zavallı Selami'ye..
Pasta siparişini verdim
parasıyla birlikte. “Üzülmeyin Selâmi Bey, geçer bunlar. Akşam bağırış,
çağırışlarına da katılmak zorunda değilsiniz.”
dedim. Selâmi başını olur anlamında salladı sadece. ”Eyvallah” diyerek
çıktım dükkândan, ama aklım takılı kaldı bu muhtara. “Acaba bir de ben mi
konuşsam şu adamla?”
***
Ertesi gün ki akşam
bizim yaş günü pasta kesme töreni var, saat
bir civarında pastaneye gittim, kapı kilitli. Manava baktım, açık ama O da dükkânda
yok. Kuru Temizleyici beni görünce dışarı çıkıp, seslendi;
“Muhsin
Bey, İyi günler. Manava mı baktınız? Ben yardımcı olayım.”
“Hayır, ama dükkânı açık, kendi ortada yok, nerede?”
“Valla,
sabah erkenden Jandarma’dan geldiler, alıp götürdüler karakola. Nerdeyse üç
saatten fazla oldu. Biz de merak içindeyiz” dedi. Sebebi neymiş diyecektim ki,
işin bizim Pastacı Selâmi’yle ilgisi var olabilir, diye düşündüğümden sesimi
çıkarmadan selam verip ayrıldım. Ben dün Selâmi’ye
“Akşam ki Meydan gösterilerine katılmak zorunda
değilsin demiştim. Bilip bilmeden ahkâm kestim galiba. Sana ne be Muhsin Efendi,
sen avukat mısın?” diye karamsarlığa kapıldım, bir an.
Tam
dükkândan ayrılacaktım ki bizim manav Zekâi, sokak başında göründü. Ayaklarını
kaldıramadan kaplumbağa misali yürüyordu. Bizimki öyle taksiye, maksiye para
vermez, daima otobüse, dolmuşa biner de gelir
ama Karakol öteki mahallede ve otobüs, dolmuş yolunda da olmadığından, yürümeyi tercih ettiği, ıhlayarak, tıslayarak
gelişinden anlaşılıyordu.
“Merhaba
Zekâi Bey, ben de size gelmiştim.” diye seslendim. Konuşacak hali yok, eliyle selam
verir gibi yaptı, dükkâna girdi, arkasından da ben...
Bir
baktım, çevredeki esnaf da arkam sıra doluştular içeri. Adamcağız
bir sandalye üzerine çöktü adeta. Dükkânın içine dalanlardan biri bir bardak su
uzattı, bizim şimendifere. Durdu bekledi, nefeslendi, biraz sonra; “Beni değil
ya Selâmi’yi ararlarmış bunlar.” dedi. Adamı burdan kelepçeleyip götürmüşler,
milletin merakını tavana çıkaran oymuş. İlk görünüşte adamcağız tam ve
eksiksiz, sağlam görünüyordu. Zekâi
kendine gelince:
“Karakoldaki
uzman çavuş beni sorguya çekti, ben de bildiklerimi anlattım” diye başladı.
“Evet.
Dün akşam beraberce kapattık dükkânları, saat on buçuk sularıydı Çavuşum. O
evine ben de kendi evime gittim. Bize yakın otururlar. Adamın sonra nereye
gittiğini bilmiyorum Çavuşum,”
“Çavuş,
mavuş yok lan, karşında Karakol Komutanı var. Komutanım diyeceksin.”,
“Komutanım
hani, Kadir yüzbaşıya ayıp olmasın diye şey ettim…”. Kadir Yüzbaşı Karakola 16 Temmuz da komutan
olmuştu darbe girişimi gecesinden hemen sonra. Çavuş bağırdı:
“Kadir
yüzbaşı da yok ulen, Onu da aldılar dün gece görevden. Şimdi ben Karakol komutanıyım,
geçici olarak.”
Dükkândaki
ahali hep birlikte “Ooo” çektiler. Ben
de içimden “Haydee, bu ne şimdi? Karışık bi iş...” diye geçirirken Zekâi devam
etti:
“Valla
komutanım, gerçekten adamın nerde
olabileceğini bilmiyorum.”
Dükkândaki
kalabalık, dalgalandı homurtular yükseldi.
”Ya bu yaşlı adam
nereye gider? Nereye kaybolur?” İçlerinden bir ses; “Bulgaristan’a gitmiş
olabilir. Hani onlar Bulgar göçmeniydiler ya.” Başka biri yüksek sesle:
“Onların çift pasportu
yok mu?” deyince, Kuru temizlemeci:
“Yok
ulen, O gidip almadıydı. “Ben Türküm, bana lazım değil Bulgar paspırtı[1]” dediydi.” diye payladı diğerlerini. Ortalık karıştı
tabii. Her kafadan bir ses yükselmeye başlamıştı ki, ben doğrudan bizim manava
dönüp:
“Yaa, Zekâi. Selâmi’yi
niye aradıklarını sormadın mı?”
Adam bir an için nefesini
tuttu.
“Sormam mı?” dedi.
“Komutan
bu adamı niye ararsınız? O kendi halinde, düzgün bir insandır” dedim.
“Sen
kendi işine bak len, Onun hakkında şikâyet var” dedi.
Ben
de o anda asfalya[2]lar
attı. “Kim o densiz komutanım?” demiş bulundum. Adam adeta kükredi bana. Başımdan aşağı
kaynar sular indi.
“Komutanım,
bir kusurum olduysa affet... Bizler cahil insanlarız, yol yordamdan ve dahi incelikten
anlamayız?”
“Mahalle
muhtarıyla kavga etmiş lan bu adam, duymadın mı? “
“Evet, duydum, bana da kendi anlattıydı. Ama Kadir Yüzbaşının önünde barıştık da, dediydi bana. Mahalle esnafı da şahittir bu söylediklerime” Çavuş gülerek:
“Öyle mi? Ama öyle olmamış“ dedi.
”Ulan sen de kim bilir daha neler söylersin ya,
ama şimdi bir ihbar geldi, Onu almaya gidiyoruz. Sen de beklemek ister misin?” Kapıdaki
Jandarma erine döndü:
“Hadi yürüyün
gidiyoruz…” Bana da. “Mahalleden ayrılma seni rahatça bulalım.” diye
tembihledi. Korktum ne yalan söyleyeyim.
“Selami
mi? Yahu kim bu Selami? Kim? Liseden miydi bu Selami?”
Bu
arada olan, bizim torunun pastasına oldu, diye bir şey aklıma takıldı.. Akşama bir
adet büyücek, meyveli, çikolatalı yaş pasta bulmalısın Muhsin! Menekşe Pastanesi
kapalı, nerden bulacağım pastayı ben şimdi? Nerden olursa diye söylemesi kolay.
“Kimin
yaş günü bu? Muhsin’in mi? Ama benimki Eylül’de… Torunum Muhsin’in mi?”
“Bizim
kız ne zaman büyüdü, evlendi de çocuğu oldu? Unuttum galiba.”
Ah
ulen, şimdi bir sigara olsa da tellendirsem. Hâlbuki yirmi senedir pakete el sürmedim, diye
düşünürken gözüme dükkânın dışında kasalarda mavi ambalaj kâğıdı üstüne itina
ile dizilmiş semizotları ilişti. “Organik” yazmışlar sanki inorganiği olurmuş
gibi. Üstünde de kalın bir fiyat, sanki ithal “Çikita muz”. Hâlbuki bizim
apartmanın arkasındaki otoparkta da yetişmişler “Hudayinabit[3]”, yağmurlarla
sulanmış ve büyümüşler, toplayabilirsiniz, “fri” yani beleş.
Top,
top topla, Hop, hop hopla. Topu da bedava.
Otlar
gözüme bakıyorlar, “Bizi almaz mısınız?” diye. Yeşil, hem de olgun bir yeşil, üzerlerinde
çiğ yağmış gibi su damlacıkları, yeni sulanmış besbelli, taptaze, ışıl, ışıl. Çok
da şifalıdır. Çıtır çıtır kırarsanız yapraklarını, bir can suyudur parmaklarınıza
bulaşacak olan, bir de ab-ı hayat kokusu. Bir köşede sessiz, sakin sıralarını
bekliyorlar, sizinle gitmek için.
Ben
de bir alâka kuramadım ama... Üzgünüm, semizotundan başka hangi konuda yazabilirim
bugünlerde yani? Çok da severim, son derece şifalıdır ama sonuçta bildiğimiz
bir ottur, siyasete bulaşmaz.
Sadık
28
Eylül 2016, Artur, Burhaniye
İşte öykü dediğin böyle olur. Semizden girer, dünyayı dolaşır, semizle sonunu bağlarsın.
YanıtlaSilÇok yaşa Sadık. Ustasın sen.
O