Bizim Parti günlerce prova yapmıştı. “One Man Party” OMP'nin bu güne kadar yapmış
olduğu bütün taktikleri üzerine deliler gibi, yok şöyleydi, yok böyleydi diye kafa
patlatmışlardı. Sülüs muhalefet affedersiniz daha büyük yumurtlayacağım diye
poposunu yırtsa da çektiği sıkıntıyla kalıyor, daha büyük yumurtlayamıyordu.
Münevverler sayesinde her kafadan bir ses çıkıyordu, bu da “sağlıklı bir
yapıdır, bu demokrasi gereğidir” diye kendilerini avutuyorlardı. Ama bu
davranış yüz yıldır hep ikincilik veya üçüncülükten başka bir madalya
getirmemişti Bizim Partiye.
Ama bu sefer BP işi sıkı tutmuş, İktidar dışında kalan ne
kadar parti varsa hepsiyle ittifak kurmuştu, her kafadan yine bir ses çıkıyordu ama asgariden bir takım ortak noktalarda anlaşmışlardı. Bu “One man show” bitsin
de ondan sonrası kendiliğinden gelir, nasıl yaparsan yap! Ama bilmiyorlardı ki
kazın ayağında üç perde, üçü de birbirinden pembe.
Muhalefet meydanlarında topluluklar iyi dalgalanıyordu ama OMP’yi
asıl yıkacak olan memleketin girdiği ekonomik tünel karanlığının yaratmakta
olduğu sıkıntılı gecelerdi. Herkes bunu tatmaya başlamıştı yavaştan yavaştan. Yediğimiz hurmalar bağırsakları tıkamıştı. “One
Man” bugünlerde “Memleketimizin büyümesini çekemeyen dış güçlerin ve yerli
ortaklarının -ki o da BP oluyordu- yarattığı ekonomik açmazın başlamasıyla
sanki geminin kaptanı olup dümeninde değil de mağdur olmuş 3. sınıf yolcusu
imiş gibi, herkesten fazla onları deniz tuttuğundan şikâyet eder olmuştu. Kendisini
ve partisini bu durumun mazlumu olarak ilan ettiler. Kim bu duruma karşı çıkıyor ve iktidarın
beceriksizliğini ve yanlış tutumlarını dile getiriyorsa, onlar münafıklık ve vatan
hainliğiyle suçlanmaya başlandı.
OMP görünen kampanyasını “Ulusal Kurtuluş” üzerine kurmuştu.
İktidarda onlar değil de başkası varmış gibi seçim sonrasında ne atılımlar
yapacaklarını, söylüyorlardı. Eğitimi düzeltecek, Savunma sanayiinde çağ
atlatacaklarını anlatıyorlardı meydanlarda. Maliyeyi düzelteceklerini, asgariden
vergi, mergi almayacaklarını ve dahi dış borçlarımızı ödeyip dünyaya borç
vereceklerini ilan ettiler diye duyduk. Deli projelere devam edeceklerini ve Kızılırmak
nehriyle Manavgat ırmağını birbirine bağlayarak Karadeniz’i Akdeniz’e
bağlayacaklarını böylece Konya’yı denizle tanıştıracaklarını da duyduk.
Yaparlar mı yaparlardı, çünkü sloganları “Onlar konuşur biz yaparız” idi.
Asıl seçimi kazandıracak olan kararsız seçmenleri, en etkili
yol olan, seferberlik tayını ve cülûsu ile besleyerek oyları toparlamayı hedeflemişlerdi
diye videolar geldi telefonlarımıza. Ama böyle bozguncu videolara karnımız
toktu bizim… Öte yandan kapalı kapıların ardındaki hesabın da ise Halkların Partisinin
barajı geçememesi üzerine dayanmaktaymış. “Onların seçmenleriyle bire bir
ilgilenmek gerek” diyordu. O parti barajı geçemezse yerel de kazanacakları müstakbel
milletvekillerinin alayını o malum OMP alacakmış, sistem böyleymiş. Sonradan
gizli çekim videosu da yayınlandı, il başkanları toplantısında konuşurken
söyledikleri. Belki de bir taktik gereği kendileri sızdırmışlardı o videoyu,
bizim saf taktisyenlerimizi harekete geçirmek üzere yayınlamışlardı. Bizim Halkların
partisine oy vermemizi kendi adayımızı boşlamamızı hedeflemişlerdi, bilinmez.
Hemen BP çevrelerinde dedikodu tavan yaptı.
Bu baraj hikâyesinden de yarım asırdır şikayet edilir ama
kaldırılamazdı. “Ne yapalım bu bizim kaderimiz” demişlerdi. Neyse hesaplar yapılmış, “ Bizim Partinin zayıf
oldukları yerlerde “BP’ye değil de o kritik partiye atalım oyumuzu da böylece
kritik parti çıtayı atlasın, Ama bu da kararında olmalı” demişler kapalı
kapıların arkasında. Lâkin o karar ne miktarda olmalı kimse bilmiyordu... BP’nin,
zaten asgari müşterekte buluşmak için verdiği çabalarında aday listeleri yamalı
bohçaya dönmüştü şimdi de Hilal-i Ahmer Siyasi Muavenet partisi olmuştu yani
ortada BP yoktu.
Bütün dualarımız olaysız
bir seçim süresi geçirmek için oldu. Çünkü zaten olağan üstü halde başlatılan
seçim koşusu, olağanüstü olayların çıkması durumunda kaynayabilirdi. Halkın
hemen hepsi birbirlerine “sabır ve İtidal” tavsiye ediyordu desem yalan
olmazdı. Umudumuz sakin bir halde, Başkanlık seçimini ilk turdan ikinci tura
uzatabilmek, sonrası kolay diyorduk. Zaman zaman kamyon dolusu OMP adına
mühürlenmiş oyların ele geçirildiğini okuyorduk münafık gazetelerde. Tamamen
eğitim amaçlı deniyordu. Allah razı olsun akıl edenlerden, seçmenler kabine
girmeden, içinde mühürlenmiş oy pusulaları bulunan zarfları alacaklar ve o
zarfı sandığa atacaklardı. Hatta onların yerine de sandığa da atarlardı ama
seçmenin hiç olmazsa elleri zarfa değmiş ve alınlarının terleriyle kazanılmış
bir seçim olacaktı. Tabii bu arada ölmüş seçmenlerin de listelerde olduğunu da yine
münafık medyadan duymuştuk, “Onlar için hazırlanmış olmalı bunlar” dedik. Tabii
bunlar hep tevatürdü. YSK “Böyle bir şey yoktur arkadaşlar, hayali seçmen mi
olur?” dedi. İnandık.
Hepsini geçmiştik, O seçim günü gelmiş çatmış. Sabah sabah aparlandık,
toparlandık sandığa doğru yuvarlandık. Nüfus kâğıdımız, yenisi eskisi ve seçmen
kâğıdımızın hepsi elimizde, sabah sabah sıraya girdik. Bizim oy verme sırası
iki koridora taşmış vaziyetteydi. Geçen seçimde bazı yerlerde mühürsüz zarflar
ve oy pusulalarını YSK son anda “Geçerlidir” diyerek oyun oynanırken oyunun
kaidesini değiştirmişti. Ama bu sefer
tersini de yapabilir mühürlüler geçersizdir de diyebilir mi? Burası öyle
dinamik, versatil vs. bir ülke ki olabilir, denebilir.
Oysa BP de aman ha, mühürsüz zarf ve oy pusulası olmasın diye
“zarfınızı verdiklerinde sandık kurulu önünde zarfınızı açın ve içindekilerin
mühürlü olup olmadığına bakınız” dediler. “Eğer mühürsüz olursa oracıkta
tutanak tutturun” dediler. Oy atmaya değil sanki borçlu icrasına gidiyoruz vs.
Ben dualar okuyorum içimden ki böyle bir durumla karşılaşmayayım diye. Zira
biliyorum ki böyle bir durum olursa her kafadan bir ses çıkacak ve ben de bu arbedenin
ortasında kalacağım. Üniversite giriş imtihanlarında bile bu kadar
heyecanlanmamıştım.
***
“Haydi birader vakit geçirme zaten kuyruk çok uzun...” diye
bağırıyorlar.
“Abicim biraz çabuk olsanız”
Kimlik ve seçmen kartım elimde sandığın olduğu masanın
önündeyim. Kimliği alıp iki kapalı zarf verdiler, üstü çifte mühürlü, biri
başkanlık için biri parlamenter seçimi için. Buraya kadar normal. Okuduğum
mesaja göre şimdi zarfı açıp mühür kontrolü yapmam gerekiyor ama bende o cesaret
uçtu gitti. Ortada kalakaldım. Elimde mühür ve zarflar ben ortadayım. Elimdekilere
bakıyorum. Masadan birisi beni uyardı.
“Beyfendi kabine geçiniz!” Kabin dediği sınıf sıralarından
yapılma bir yükselti ve kapı niyetine bir bez perde. “Kabine geçiniz!”
“Elimdeki zarfın içine bakacağım...” dedim. Kurul başkanı “Neyine
bakacaksınız beyefendi? Girin kabine istediğinize bakınız...”
“Hayır, herkesin önünde açmam uygun olur. Mühürlerine
bakacağım” dememle beraber homurtular geldi sınıf kapısında bekleyenlerden.
“Geçen seçimde mühürlü mühürsüz her türlü oyu ve zarfı
saydılar bilmiyor musunuz beyefendi?”
“Kanun değişmedi kardeşim, mühürsüzler geçerli değil sayın
başkan! Aha işte oy! Başkanlık oyu pusulalarına sandık mührü basılmamış,
gördünüz mü? Tutanak tutulsun istiyorum. Benden öncekilerden de mühürsüzler
varsa şimdi n’olacak beyfendi?”
“Başka bir derdin var mı? Artistlik mi yapıyorsun bilader. Şimdi
telefon ederim merkeze, hallederiz arkadaş!” Arkamdan da homurdandılar:
“Amma kıllıyorsun kardeşim. Kullan kıymetli oyunu geç git bilader!”
“Herkesin işi var gücü var...”
“Hangi ülkede yaşıyorsun efendi”
O sırada sınıfın içinde bir kaç kişi daha girmişlerdi,
omuzumun üstünden konuşuyorlardı. Kadınlardan biri:
“Adam haklı işte mühürsüz çıkmış. Tutanak tutulması lazım...”
dedi.
“
Tutanağa filan gerek yok, Başkan bey bassın şimdi mührü olsun bitsin...” diyenler
peydahlandılar. O sırada elimden biri oy pusulasını cart diye çekti, ve kağıdın
yarısı kaldı elimde.
“Haydaa n’oldu şimdi? Oy da yok oldu. Ahaa şimdi tutanağa
gerek var” diye bağırıyorum. Başkan olan masanın öbür tarafından kabadayıca
haykırıyordu:
“Çağırın polisi! Çıkın lan dışarı, Yeter artık herkes sınıfın dışına!” Bana dönüp
yüzüme bağırdı.
“Aklınızın ermediği şeylere müdahale ettiniz de n’oldu?. Ne
yaptığını gördün mü? Mühürsüzmüş. Sabah
sabah zaten zor yetiştirdik, hazırlıkları. Bazılarında mühür kaçmışsa n’olmuş
yani? Biz bunun eğitimini almışız. Bana ukalalık etmeyin. Sandık güvenliğinin
içine sıçtınız... Davacıyım bu heriften.”
“Ben de senden ulan!” demiş bulundum ben de.
Sandık kurulu hepsi ayakta kimi adam haklı diyor kimisi de
tutanak tutulsun diye bağırıyordu ki iki polis kapıdan paldır küldür girdi,
benim etrafımdakiler kayboldular. Sandık başındakiler birbirleriyle bağrış
çağrış. O sırada Polis yakamdan çekti beni, gözüm sandığa kaydı ama birisi
tahta sandığın kapağındaki mührü zorluyordu.
Ben polise elimle arkasındaki sandığı gösterirken, o bana “Kes lan el
kol hareketi yapmayı” diye nazik bir şekilde uyardı. “İleri geri konuşan olursa alırım içeri, oy
falan kullanamazsınız. Siz kim oy kullanmak kim! Demokrasi bir numara büyük lan
size! ” Ortalık karman çorman, ben oy vermeğe çalışırken sırada ne kadar seçmen
varsa oy kullanamayacak duruma geldik, dalıp gitmişim.
***
Biri arkadan sertçe itti:
“Hadi kardeşim sıra sizin... daha ne bekliyorsunuz?”.
Kapıdan içeri heyecanla girdim, şimdi olayların başlamasını bekliyorum.
Kimlikleri alıp zarfları mührü ve oy pusulalarını açık olarak verdiler,
zarfların üstünde ve oy pusulalarında mühürler yüzüme doğru sırıtıyor, hiçbir
sorun yok. Peki şimdi ne yapacağım?
“Yürü kabine kardeşim, sallanmayınız.” Başımı kaldırıp Okul
sıralarının üst üste konması ve üzerine de siyah bir perde örtülmüş kabin öcü
gibi dikiliyordu sınıfın dibinde. Biraz önce gördüğüm hayallerin ben de bıraktığı
tesirden olsa gerek, şimdi örtüyü açıp ta kabinden biraz önce kavga ettiğim
polis memuru çıkacak gibi duruyordu.
“A evet. Kabine...” Kabinde Başkan adaylarını gösteren
pusulayı masaya serdim. Aheste beste yanlışlık yapmadan “Evet” mührünü o
milimetrik kutunun içine oturtacağım lâkin görebilmem mümkün değil, elimi
cebime attım ki yakın gözlüğüm yerinde yok. Kağıt bana ben kağıda bakar durumdayız
ama çizgiler yazılar birbirine giriyor ve de dikkat ettikçe daha da
bulanıklaşıyordu. Perdeyi aralayıp
kafamı dışarı çıkardım ama masayı göremedim,
birkaç adım öne çıkıp:
“Affedersiniz başkan hanım, yanında yakın gözlüğü olan var
mı? Benim yakın gözlüğüm evde kalmış. Oy Pusulasını göremiyorum” dedim. Kuruldakilerden
biri elini cebine attı kendi gözlüğünü verecekti ki Kurul Başkanı elindeki
gözlüğü uzatıverdi.
Kadın dişlerini göstere göstere yüzüme karşı güldü. “Bir de
bazıları Hükumeti beğenmez, bakınız her sandık başında kadın ve erkeklere ayrı
ayrı olmak üzere yakın gözlükleri koydu ki halka hizmet olsun diye.” Siyah
yarım çerçeveli bir gözlük uzattı. O sırada kapıda sıra bekleyenlerden bir
bağırtı koptu.
“Ulan olur da bu kadarı olmaz. Yuh ulan. Başkan dediğiniz
tarafsız olur, eskiden olsa sizi dava ederdik, aleni olarak hükûmet
propagandası yapıyorsunuz, hem de sandığın başında. Yetmedi mi ulan yetmedi mi
bu milletin iliğini kemiğini sömürdünüz, kaburgalarından pirzola yaptınız yeter
ulen”.
Sandık Başkanı aşağıdan alarak bunun hizmet olduğundan
bahisle sakinleştirmeğe çalıştı seçmenleri. İnsanlar homur homur. “Akşama kadar
bakalım daha neler göreceğiz?” Uzanıp gözlüğü aldım ve kabine döndüm, kara çarşafın
altına girdim. Ben de hayretler içinde kaldım o anda. “Ulan helâl olsun
heriflere. Bu kadar ince düşünceli olabiliyorlar istediklerinde” diye düşünüyordum.
Kabinde gözlüğü taktım dünyam renklendi birden ve sürpriz… Nereye bakarsan “One
Man”i Onu görüyorsun. Sağda O var, solda O var, havada O var, yerde O var.
Allaha hamd olsun bu
günleri de Diğer adayları göremiyorsun ama Onun resminin üstüne gelince üç
boyutlu olarak sayın Başkan bana gülümsüyor bana üstelik hiç görmediğim kadar ve
Onun altında da mühür yuvası ayna gibi görünüyordu. Yorulmadan mührü basarsın,
vatandaşa hizmet ayağında. Gözlüğü çıkardım, silik milik bizim partinin adayına
el yordamıyla oyumu kullandım ama kan ter içinde kaldım. Oyları gördüğüm
sandığa salladım ayrı ayrı. Alkışlandım kerhen tabii, bunca süre millet sadece
bir kabinle oylama yaptıkları için, kuyruk uzamış gitmişti biraz utanarak ve özür
dileyerek orradan uzaklaştım.
“Kusura bakmayın, ihtiyarlık işte” diye özür diler gibi
yaptım.
Arkamdan bazı fısıltılar yok fısıltı değil konuşmalar duydum.
“Belli yaştan sonra oy kullandırtmayacaksın efendi, bak
bakalım ortalık nasıl düzelir. Dünyada birinci ligde oluruz valla! Hedef G-10
ların ilk beşi”, diye konuşuyorlardı. Dönüp te iki çift laf edemedim. Benim oyu
iptal etmeye başlamadan önce Alelacele eve döndüm.
Akşam oldu şeytan dürttü, merakımdan tekrar sandığın başına
gittim. Başkan olarak BP adayına zar zor mührü yerleştirmiştim acaba sonuç ne
oldu diyorum kendi kendime.
Yeni başlamışlar ama dörtte biri sayılmış vaziyetteydi. BP
başkanlık adayı kör topal gidiyorken OM gazlamış gidiyordu. Bekledim Başkanlık bitti, OM ipi göğüsledi. Sıra
parlamenter seçimine geldi bu sefer BP ve ortakları kanatlandılar kuş oldular
uçuyorlar, aklım, havsalam almıyordu. Mensubu bulunduğum çağlar boyunca on altı
devlet kurmuş ve Cumhuriyetimiz dışında hepsini yerle yeksan etmiş bir ırkın ferdi
olarak yeni bir başlangıca mı hazırlanıyoruz demiştim kendi kendime. Koy verdim
gitti sayımı.
***
Ertesi sabah etraf süt liman, neticeler kesinleşmiş, OM yine
Başkan ama partisi parlamentoda çoğunluğu kaybetmişti. Şimdi ne olurdu diye çokbilmişler
senaryolar yazmaya başlamışlardı. Başkanın bu durumda topal ördek durumunda
kaldığından Parlamentodan bütçesini ve istediği kanun ve karar nameleri geçiremeyeceğinden
BP ye göre ufukta yeni bir seçim bile görünüyordu. Üç gün sonra OM TV de
konuştu.
“Ey vatandaşlar, bu seçim aritmetiği ile siz bize bir mesaj
verdiniz. Olağan üstü bir dönemden geçiyoruz. Bütün dünyanın üstümüze geldiği
ve ekonomimizi bozmaya çalıştıkları bu zamanda milli birliğimize ve
beraberliğimize en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde mecliste yekvücut
olmamızı söylüyorsunuz. Ben de bu anlayışa katılıyorum Mecliste çıkarılacak
kanun ve yönetmelikleri ivedilikle ve oy birliğiyle inşa edilmesi için Yurt Cephesi
kurarak bizimle aynı düşüncede olacak ve aynı hassasiyetle davranacak
parlamenterlerimize burada toplanmayı teklif ediyorum. Böylece güçlü meclis ve
güçlü irade ile Hükumet ve parlamento birliği sağlanmış olacaktır.” Bir anda ortalık suspus oldu. Kimse olayı tam
kavrayamazken, üç gün sonra meclis aritmetiği tersine dönmüştü. BP ve
müttefikleri yani eski muhalefet cephesindeki merkez sağcılar “Başkan çok
haklı” diyerek, birden özlerine geri dönüp OMP içinde toplanmaya başlarlarken
BP kendisinin mecliste tek başına kalıverdiğini saf BP başkanı ve kurnaz
sandığımız taktik verenleri hayret ve üzüntüyle seyrediyorlardı.
Birdenbire karımın seslenmesiyle uyandım, sabah olmuş, kalkmakta biraz da
gecikmişim. Kan ter içinde yataktan fırladım, Banyoya koştum, sakalları uzamış
bu yaşlı, kaz kafalı yüze acıyarak baktım.
"Biraz çabuk ol" dedi sevgili karım. "Sandıkların olduğu okul bize uzak biliyorsun. Daha fazla kalabalık olmadan çıkalım" der demez kafam karıştı. "Seçimler bugün müydü?" Cevabı bugünmüş.
“Hayırdır inşallah, dün akşam geç saatte yediğim yemekten olmalı, yemeği sindiremedim herhalde, kâbus
gördüm bütün gece” diye güya karıma anlatıyorum aynanın karşısında. Tam o sırada kapı gürültüyle çalınmaya başladı. Karıma kapıya bakmasını söyledim. Kimse ilgilenmedi kapıyla. Kapı zilini de keşfetti kimse o kapıdaki, ısrarla çalıyor. ama evde de benden başka kimse yokmuş aslında. O anda hatırladım karım memlekette, kuzenlerinin nişanı var. Koşarak kapıya gittim.
"Kim o?"
"Polis, Lütfen kapıyı açın!" Yine dom, dom, dom.
Kırılmadan zor yetiştim. Adam resmi üniformalı polis memuru "Bizimle beraber karakola geliyorsunuz. Lütfen zorluk çıkarmayın" dedi dişlerinin arasından. "Çabuk üstünüzü değiştiriniz." O sırada bir kaç memur da evin içine daldı.
"Hakkınızda şikâyet var... Sandık Kurulu Başkanına saldırmışsınız, dün."
Birden aklıma kadının verdiği gözlük ve platin renkli saçlı kadının saçlarından sürüklediğimi hatırlar gibi oldum. "Ama O da benim kulağımı ısırmıştı memur bey. Bakınız..." Bantlanmış kulağımı gösterdim, adam ilgilenmedi bile. Bu rüyaya benzemiyordu bir karabasan olmalıydı.
Kan ter içinde uyandım...
Sadık 22 Haziran 2018 Bağlıca, Ankara 01:30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder