Kocatepe'yi kurtarmak

 

KOCATEPE'Yİ KURTARDIK

 

Birkaç gün önce Milliyet Gazetesinin Mimarlık ekinde mimarlık tarihinde az rastlanan bir olayın  didaktik bir anlatımı vardı. Suha Özkan hocam Vedat Dalokay’ın Kocatepe Camii projesinin  hazin öyküsünü yazmıştı. Okurken bende Ankara’ya yeni merhaba dediğim yıllarımı hatırlattı bana. Teşekkürlerimi sunarım.    

Eskiden olsaydı ve de bu yazı bir paşaya yazılmış arzuhal  olsaydı şimdi benim yaptığıma benzer şekilde ağdalı ve okkalı bir giriş ile başlardı:

Evvela muhterem Suha hocama bahusus Kocatepe külliyesini  derli toplu anlattığı için şükranlarımı sunar, ellerinizden pus ederim. Hocalığın  bir ömür sürecek bir tarz-ı hayat olduğunun nadir ve nezih bir misalini, tekaütlükte yeni tabirle emeklilikle sona ermeyeceğini   bilakis devam edeceğini sarihen açıklamışsınız.

Filhakika bu yazı münasebetiyle karşıda  bekleşen ve de projenin inkişafını ve bence namütenahi bu çekişmeyi seyreden  cemiyete nasıl tesirinin olabileceğinin de ortaya koyma  lüzûmunu hissettiğimi ifade etmeme müsaade buyurun, efendim.”

 

***

Benim çocukluk heyecanlarımdan biri olmuştu Kocatepe deki Cami projesinin resmini görmek. İsmini yadırgamadığıma göre bir ön bilgim var gibi. Hani şimdiki zamanın haberleşme imkan ve araçları olmadığına göre böyle bir proje milletin kafasına kakılmış yani.

Liseyi okumak için Ankara’ya geldiğimde maket resimlerini görmüştüm vitrinlerde. Cami yaptırma derneği bu proje için  -yani Vedat beyin projesi-  para toplayabilmek ve destek verebilmek amacıyla  afiş hazırlatıp Ankaralı esnafa dağıtmış ve onlar da vitrinlerine asmışlarmış. İşte orada gördüm ilk olarak. Hani, boş geçmeyin Allah rızası için demek istemişler gibi. Ben Kurdaş’ın Tasarruf Bonolarının faizlerini bozdurmak  yani faizlerini zamanından önce alabilmek için saman pazarına giderdim, oradaki kuyumcu esnafının vitrin camlarında görürdüm bu yeni caminin resimlerini ve her gittiğimde seyrederdim bu yeni yetmeyi. Bu topraklara yeni barış tohumları serpeceğini tahmin ederdim…

O zamanlar bu yeni camiyi ortaya koymaya çalışan Dernek ve Diyanet işleri yapılan projeden çok memnundular. Diyanet işleri Başkanlığı bütçe dışında  gönüllülerden  iyi de para toplamış olmalıydı ki caminin temelleri başlamışken onların binaları tamamlanmış belki de içine yerleşmiş olduklarını anımsıyor gibiyim. Ama tahta perdeyle çevrelenmiş tepedeki cami inşaatının yerinde koca bir hafriyat yapılmış makaleye göre temel betonları da dökülmüş,  ama işte orada  bir şeyler ters gitmiş ve her şey susmuş, kalmış durumdaydı. 

***

Ankara'ya Liseyi okumak için gelmiştim...

Dayımlar o zamanlar Kurtuluş’ta banliyö tren istasyonuna çok yakın, demir yolunun altından karşıya geçip hem de istasyona da çıkan o peronun civarında otururlardı. Ben de ezeli ve ebedi kurtuluş için Kurtuluş Lisesine başlamıştım. Demir yolunun altından geçen açılmış midye kabuğu benzeri betonarmeden bir üst örtüsü vardı bu geçitlerin. Ya da benim iyi bir hayal gücüm. Bu geçitlerden başka bir de İçCebeci de aynı demir yolunun üzerinden aşarak geçen tahta ve çelik karışımı bir köprü vardı. Belki duymuşsunuzdur. Hatta bu köprüyle ilgili  Cahit Külebi’nin yazdığı şiiri de vardır.

Cebeci köprüsünün üstü
Karınca yuvasına benziyor.
Hamallar, körler, topallar
Oturmuş nasibini bekliyor
.

Cebeci köprüsü yüksek,
Altından tren geçiyor.
Ya benim aklımdan geçenler?
Kimse bilmiyor…

Tren ama kara tren, Kayaş'tan başlar Ankara'nın merkezinden geçer Sincan'a gider, oradan da geri dönerdi. Sabah 7:30 veya 8 oldu mu doğudan batıdan iki tren Kurtuluş istasyonuna bir kaç dakika farkla sağdan, soldan girerlerdi. Öğrenci treni derdik. Ben de  bazen onlarla beraber cıvıl cıvıl perondan geçer caddeye çıkardık.

Perondan geçince karşımıza meydana bakan Lise binamız gelirdi, iki blok solunda da  o cadde üstünde  AÜ ‘Hukuk fakültesi ve onun yanına ise Siyasal Bilgiler Fakültesi yerleşmişti. Okulların karşısındaki  bilardo ve satranç salonları Ankara’nın hatırı sayılı salonlarındandılar. Böyle entel ve dantel bir çevrenin içindeydik. Kurtuluş parkının önündeki alanda her protesto mitinglerinde bizim liseliler  bayrağı flamayı kapar çıkarlardı. O zamanlar derdimiz “Kıprız”dı sadece. Paldır küldür çıkınca meydana bizden önce gelmiş ve yerleşmiş kalabalıkların arasında kaybolurduk.

“Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır, Rumlar…” bağrışları arasında ABD nin bize ayar verdiği ve Johnson’un mektubunun “Size verdiğimiz silahları vs bir Nato müttefikine karşı kullanamazsınız” deyip Yunanistan’a arka çıktığı yıllar.  Rahmetli İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur Türkiye‘de orada yerini alır” dediği ve Pilot Yzb. Cengiz Topel’in Rumların eline düştüğü ve onu şehit ettikleri zamanlardı.  Mitingler Kurtuluş meydanında toplanır Kızılay’a doğru yürür giderlerdi. Bizlerde okula dönerdik. Kalabalıklar “Ya Taksim ya Ölüm” diye bağırırdık. Taksim İstanbul Taksim meydanı değildi yani. Meydanın ismi de Cemal Gürsel meydanı olmuştu, Cemal Paşanın ölümünden sonra ve okuldan mezun olmadan önce.

O zamanlar Camilerde ibadethanelerin bakım ve onarımları için maddi destek istenirdi cemaatten. Cuma hutbelerinde imamların nereli olduklarına göre,

“Caminin temizlik malzemesine ihtiyacı vardır, hayırsever cemaate duyurulur!” gibi kısa ve kuru bir sesle seslendikleri gibi

“Gadınlar mahfelindeki pencere camlarimuz, zabahtan akşama gader, ceplerinde sapanla  guş peşinde gezen veletler tarafından  pic edilmiştur. O veletlerin babalarına deyirum oni, onlar gendilarinu biliyler, ha bunları dünyaya salarkene aklinuz nereydu, adamu kotü, kotü soyletmen günaha sokman ula. Ha ellerinizi ceplerinize bi daldurun bagayim” ya da,

“işte zobamız eskimuş odunumuz da galmamıştır, yenisi almak gerektur, hadi pakalum müslümanlar. Ne verirsen elinle o gider seninle,  öte  tarafta para geçmaz bileysinuz da” derler paralar makbuz karşılığı Dernek tarafından toplanırdı. Şimdi ise Diyanet işleri Bütçesi iki Bakanlık bütçesinin toplamını aştığından  herhalde bu tür dilenmeğe gerek kalmamış olmalı diye düşünürüm.

İşte ben Ankara’ya yeni geldiğim zamanlarda  Kocatepe'deki caminin temelleri de atılmış ama caminin inşaatı  diğer binaların dışında bırakılmış gibiydi. Bizim toplumun safiyane bir alışkanlığı vardır, nerde bir hafriyat başlarsa oraya boş ve avare insanlar toplanır saatlerce çalışan kepçeyi seyrederler, ileri geri gidiş gelişini, kepçenin toprağı kavrayışını, kamyon kasasına boşaltıp içindeki son topaklarda dökülsün diye kafa sallayışını ilgiyle izler, zamanı unutur ve dalıp giderler. Bende de o keyif vardır. Yolum o civara düştüğü bir  seferinde gidip çalışan makinaları görmek istedim ama hareket yoktu. Cami inşaatı durmuştu, evet ama neden? 

***

Muhafazakâr gazetelerde ay geçmezdi ki Kocatepe namıyla maruf külliyenin resim ve haberleri yayımlanırdı. O zamanlar bizim evde de muhafazakâr gazeteler okunurdu.

“Minareleri füze gibi, böyle cami mi olur?”

“Zaten adam da alkol kullanıyor. Caiz midir?.”

“Proje de İspanya’daki bir garaj projesinden çalıntı vs.”  

Türkiye'de cami gibi görülmeyen aykırı camiler:



Aykırı camilere bir kaç örnek sol üstten itibaren:
Kınalı ada İstanbul, Etimesgut Ankara,
TBMM Ankara, Sancaklar İstanbul


Oysa gördüğüm resim benim o zamana kadar görmediğim bir cami maket fotoğrafı idi. Kocaman bir kabuk altına bir prizma yerleştirilmiş ve oraya gelen ziyaretçileri  tüm  tepeyi taçlandıran bir geometri devi karşılıyordu.  O kabuğun altında başka işlevlere  de yer ayrılmış, göz alıcı modern çizgilerle ifade edilen bir bina idi. 

Şimdi bu makaleden öğrendiğime göre 1957 yılında yapılan bir yarışma ile seçilmiş bir projeymiş. Burası bana ilginç geldi. Burada önemli olan nokta Seçici kurulun Türkiye’nin o zaman için en büyük inanç külliyesini seçerken eskiye özenmeyip. Çağdaş malzemeyle ayakta duran  çağdaş bir form arama anlayışını benimsemiş olması takdir edilesi bir tutumdur.  Ankara'nın her yerinden görülebilen  bu yapının öncelikle sembolik bir anlamı vardı. Yeni başkente yeni bir cami yapılması düşünülürken çağdaşlığı haykıran yeni bir biçimin seçilmesi elbette ki ilk akla gelen olmalıydı.

 Ancak işin içinde buna karşı tereddütle yanaşanların olduğu gibi aşırı muhafazakârların da varlığı kuşku götürmez. Böyle bir amalgam içinden böyle bir sonuç alınması aslında herkesi düşündürmeliydi. Bu proje eğer gösterişli ve başarılı bir sonuç idiyse  O zaman inşaat neden durduruldu?

“Ne o, ne bu. Bu üstteki kabuğun hesaplarını yapamadıklarından o kabuk cemaatin başına çöker diye korkularından devam edemediler…” bile söylenmiş sebep olarak

 Bu mesleğin içine girdikten sonra kavrayabiliyorum ki kabuk üst örtüsü tasarlanıp projelendirilmeden üst yapıyı taşıyacak temel yapısı çözülemez ve temel işleri yapımı başlayamazdı. Yani, kabuk hesaplarının ve deneylerin yapılamadığından bahsetmenin gerçekle hiç bir ilgisi yoktu.  Hatta 2 Haziran 1958 günü akşamı çöken Ankara Spor ve Sergi Sarayının kabuk çatısını göstererek bu projeden veya çağdaş çizgilerden vazgeçmenin de akla yakın bir açıklaması da yok. O halde geriye bir tek yol kalıyordu ki bu projenin  yapılması gurup içindeki bazılarını kızdırmış ve 

Osmanlı Devletinin yapmadığı bir cami taklidini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başkentine 20 YY da gururla oturtmuşlardı. Biz Ankaralılar bunu hak etmiş miydik? Bizde beğenilmeyen bu modern tasarım anlayışı öte yandan  İslamabat'ta kendine vücut bulabildiğini hayretle seyrettik.

İslamabad Kral Faysal camii

Toplanan paraların ziyan edilmesinin hesabı verilmeden kamu oyundan saklanan bir mücadele verilmiş, muhafazakârlık adına bir zafer kazanılmış olmalı. 

Onlara göre Kocatepe zaferi yani.

Ankara'nın göbeğine modern anlayışta bir cami yapılmasına mani olarak temeli çağdaşlık olan Cumhuriyeti kendi evinde   açmaza düşürdüğünüzü, son ve en mükemmel din olan  inancımızın üst yapısı Cami mimarimizi  başlangıcı  6.YY Bizans mekân esaslarına dayanan 16 YY kalıplarının içine  hapsederek gelişmeye ve çağdaşlığa kapatmanın doğruluğunu savunabilir misiniz?

Dinin, iman ve inancın, şekil, kalıp ve üslupların ötesinde olabileceğine kafa yoran reformist bir çağın gelmesi gerektiğini düşünen  bir gurup insanın bu memlekette icranın  başına gelememiş olması bir talihsizliktir. Bugün yurdun her yerinde yapılan camilerden başlayıp resmi okulların, hastane ve hükûmet binalarının   eklektik  tarzda  geçmişin izlerini taşıyacak şekilde tasarlanmalarının ve yapılmalarının kırılma noktası  işte o gün ve orada Kocatepe’deki sınavın çağdaşlık adına  kaybedilmesindedir.

      Muhafazakârlarla reformistler arasındaki çekişmeler Cumhuriyetin kuruluş günlerinden beri sürmektedir. Dalokay'ın projesinin de bu kavganın içinde  kaldırıldığını söyleyebiliriz. Burada beni üzen, bu aşırılığın ve hoşgörüsüzlüğün yıllara sari bir anlayış ile ülkenin hemen her yerine bulaşması olup bu tahammülsüzlüğün daha ne kadar süreceğinin öngörülemez oluşudur.  

Bir mimari makaleden yola çıkarak nerelere uzandık, yoksa bunlar birer vesvese miydi? Gece uyurken üstüm açık kalmış olabilir mi?

Sadık,     Bağlıca Ankara 31-10-23



1 yorum:

  1. bu bildiğimiz (Suha Hocam sayesinde). Ya bilmediğimiz, varsılların eline düşen yoksul mimarların hikayeleri ?

    YanıtlaSil