Hizmette sınır yok

 

HİZMETTE SINIR YOK


Patalonya başkenti Harnovo'dayız. Ben Harnovo şehri Başkanının Başdanışmanının Başdanışmanıyım Bir gün sabahleyin makamındayız sayın Başkanımınla, oturuyoruz. O sırada müdürlerden biri  Fen işlerinden YOSOKAL[1] Müdürü olmalı, Başkanın yeğenlerinden biri olabilir, kapıyı tıklattıktan sonra içeriden seslenilmesini bile beklemeden makam rezidansına daldı. İçeri girdikten sonra Başkanın karşısına ulaşması için biraz daha yolu vardı tabii.

 Makam rezidansında ikili deri kanepelerden kurulu bir oturma salonu ve onu  geçtikten sonra onun hemen yanında Hindistan Bombay Büyükşehir Belediyesi Reisi hediyesi olan iki adet abanoz ağacından gerçek filin çeyreği kadar iki adet davul üzerine tünemiş ve iki ayakları üzerinde şaha kalkmış fil ile dekore edilen toplantı mahalline geçiş "Gate"’i hazırlanmıştı. Toplantı mahallinin asli ögesi gül ağacından  Toplantı masası ve ceylan derisinden mamul otuz bir adet koltuk idi. Toplantı masası masa değil bizim köyün deresine köprü olacak kadar büyük bir alâmet. Toplantı masasında insanlar, insanlar dememek lazım, üst düzey müdürler birbiriyle bağırmadan anlaşabilmeleri için kulaklık ve mikrofon kullanmak zorundalarmış. Orayı da geçer, geçmez divana gelirdiniz. Makam masası da gül ağacından oymalı kakmalı  ve maroken deri kaplama kaplı ve toplantı masasına yakın büyüklükte bir masaydı. Adam içeri girişinden yaklaşık üç dakika sonra başkanın karşısındaydı;

“Başkanım iyi günler dilerim. Traş olmuşsunuz, sıhhatler olsun beyefendi. Acaba  bu sabah nasılsınız efendim? ”

“Traşı kes! Ne var?”  diye çıkıştı. “Ulan teşrifatçı koyduk yine de kendi başlarına içeri giriyorlar ve kaybolup gidiyorlar, görüyorum içeri girdiniz koltuk kanepe toplantı masası ve saksılar arasında dolanıp durdunuz. Ben buradan adam gönderdim sizi yanıma getirmesi için. Ulen ben nasıl çalışacağım bu aykû’sü düşük heriflerle” diye bana doğru dönüp bağırarak söylendi. Ben ilgimi göstermek için;

“Başkanım sayın müdürüm haklı, Doğrusu bir başka dünya yaratmışsınız. Ben sizi tebrik etmiş miydim? Başkanım yeni düzenlemeniz hayırlı olsun. Çok zevkli seçimler, bilhassa toplantı odasındaki davul üzerindeki fillere bayıldım. Bir de asansör koydurmuşsunuz doğrudan heliporttan makama gelmek için. Akıllıca olmuş. Tekrar hayırlı, uğurlu olsun...” dedim.

“Teşekkür ederim, sizin daha iyileri olur umarım.. Güzel olmuş değil mi? Fazla bir şey yapmadım, ama toplam 300 metrekare ye çıktı yan odaları ekleyince. Ama gene de mütevazi sayılır.” Başımı salladım haklısınız diye.

“Affedersiniz Başkanım lafınızı bölmemek için ağırdan aldım” diyerek konuşmaya başlayacaktı, araya Başkan girdi.

“Konuya gel artık!”

“Dün akşam bizim dozerler çiftliğin ortasından emrettiğiniz yolu, evvel Tanrının izniyle, açtılar” dedi Adam. Başkan masanın bir tarafında ama ayakta bekleyen adamla arasında bir beş metre mesafe var.

“Duyamadım biraz bağırsana kardeşim.”

Adam bağıra bağıra;

“Dün akşam diyorum... bizim makine ve operatörler verdiğiniz emri... yerine getirdi diyorum Çiftliğin ortasından hani istediğiniz yol vardı ya diyorum... işte onu diyorum, evvel Tanrının izniyle açtılar diyorum... sayın Başkanım.”

“O harika, harika!” dedi Başkan sonra birden sordu; “Ne çiftliği? Çıkaramadım çifttik neresi?” diye bağırdı başkan.

“Sizin tarif ettiğiniz yol. 65 metreye... 2 kilometre uzunluğunda olacaktı ya. Hani başkanım tünel olacaktı ya siz hatırlarsınız... Aç Kapa yapın demiştiniz. İşte O yol. Konstanza yolunun buradan giderken sağında ki Başkanım”.

“Solunda!”

“Yok... Sağında” diye düzeltti Metropol Yollar, Sokaklar ve Kaldırımlar Müdürü ve devam etti bağıra bağıra konuşmaya.

“Gerçi önce Polisler falan müdahil oldular, izin, mizin diye, ben bizzat “lan oğlum izinsiz habersiz iş mi yapılır? Permisyon Başkan’da. İnanmıyorsanız arayın” diye ikna ettim onları. Gece vakti sizden çekindiler tabii aramadılar” Başkan koltuğunda doğruldu, eliyle susturdu Müdürü;

“Oğlum, Evladım bu yol dedin... Nerde bu yol? Konstanza’ya giderken solda mı sağda mı?”

“Söyledim ya başkanım,”

“Tekrar söyle ulan.. dilin mi eskir” diye kükredi Başkan. YOSOKAL Müdürü tekrar söyledi;

“Konstanza yolunda giderken... sağda yok...” tereddüt etti, “gelirken idi galiba, şey... “ şöyle bir düşündü “evet, evet. Giderken sağda kalıyor” diye toparladı.

“Eee orda niye polisler vardı, siz gittiğinizde?”

“Başkanım ben de şaşırdım. Ulen bu züppeler de polisle işbirliği mi yapıyorlar, dedim ama, polis bizim polisimiz, başındaki işgüzar komiseri de tanıdım. Ama sonunda ikna ettim onları, ardından bizim dozerler vurdular duvara, bizimkilerin karşısında kim dayanabilir ki?” başkan araya girdi;

“Duvar mı? Ne duvarı lan?” dedi sinirli sinirli gülerken. Patladı:
“Duvar yapacak kadar para ne gezer lan o okulda!”

“Bana da tuhaf geldi ya öğrencilerin harçlıklarından toplamışlardır dedim. Ne de olsa bunlar zengin bebeleri, ceplerinde harçlıkları vardır, dedim.” Başkanı seyrediyorum, adamın beti benzi attı, atacak, az sonra kıpkırmızı oldu ama sakin sakin olayı anlamaya çalıştığı belliydi.

“Eee sonra?”

“Ben bizim mühendisleri çağırdım yanıma. Hemen orda, sahada bir “kick off meeting”

“O da ne lan?” derken bana döndü “Her bir haltı bilir bunlar ama yüzlerine bulaştırmadan yapsalar dişimi kırarım” dedi.

“Yani işe başlama toplantısı, adamların kıçına son bir vuruş, Başkanım.” Müdürüm kendinden emin:
“Açtım geçen hafta sizin rektörle yaptığınız toplantı sırasında elinizle çizdiğiniz krokiyi. “Bak” dedim çocuklara. “burada 65 metre yazıyor ama siz ne olur, ne olmaz her iki tarafta beşer, onar metre daha genişletin... boyu da iki buçuk kilometre yazıyorsa da öbür taraftaki Kahramanlar bulvarına bağlayınız, yeter” dedim.” Başkandan ses çıkmaz oldu, sanıyorum öbür taraftaki Kahramanlar bulvarını düşünüyordu. Yüzü kızarmış, şaşkın bir vaziyette;

“Dur lan dur! Ne bulvarı?” diye sordu. YOSOKOL Müdürü tereddüt etmeden “Kahramanlar. hani geçen sene açtığımız bulvar” dedi. Düdüklü tencere son raddesine gelmek üzere, tıslıyor.

“Konstanza yolunun sağında mı, solunda mı?" diye dişlerinin arasından tısladı.

“Giderken sağınızda, gelirken solunuzda kalır Başkanım.”

Başkan yine renk değiştirmeye başladı. Müdür devam etti;

“Ne kadar ağaç varsa kökledik, bazılarını taşıyabilirdik belki ama iş uzar diye... ‘Acımak yok’ dedim bizim tayfaya. ‘Size söz Nabibya’dan karapeper ağaçları getirtip diktirecem. Onların diktiği gibi birer metrelik bir türlü uzamayan çamlara nisbet olsun diye dörder beşer metrelik koyu gölgeli ağaçlar. Altına da barbekü ocakları, millet istediği zaman, istediği kadar  piknik yapacaklar’ dedim adamlara. Bir şevke geldiler ki görmeliydiniz. O veletlerin ağacımız, ormanımız dedikleri yere piknik için değil, Tavuk kurbanı bayramında, hayvan kesmek için bile adım attırmıyorlardı millete. ‘Ohh olsun sefamız olsun o millet düşmanlarına’ dediler bir hızlı çalıştılar ki görecektiniz.

 Başkan kaykıldığı yerden Müdürü seyrediyordu nefessiz bir şekilde,

“Konstanza yolunda giderken sağda yani?” sesi zor çıkıyordu artık.

“Evet sayın Başkan, aynen” elinde tuttuğu krokiyi masaya koydu, gururla takdir bekledi..

“Yıktığınız bir de duvarı var?”

“Evet. Biraz geniş aldık orayı yüz metre kadar, sizin krokide bir daire ve bir de ok çizmişsiniz oraya, dedim herhlade bir göbek attırırız oraya diye geniş tuttum, duvarı 150 metreye kadar yıktırdım Başkanım. Taş kaplamalı duvarların üstüne bir de işlemeli demirle korumaya almışlar ki söktürürken acıdım  valla, o sanat işinin adı neydi? Hah Ferforje.. acıdım demir ferforjeye. Sayın Başkanım, bunlar hepten vatan haini. Eğitim için aldıkları tahsisatı Okul duvarına harcamışlar” dedi Müdür sakin sakin başını sallarken.

Ben olayın garipliğini başından beri fark ettim ama Başkana bir şey söyleme cesaretim yoktu. Başkana baktım, koltuğun arkasına yatarcasına uzanmış, yüzü morarmış  hırıltıyla nefes almaya başlamıştı. Yerimden fırladım, masanın etrafında bir sprint attım, yanına gittim adamın gömleğinin yakasını açtım aceleyle.

“Sabah iş biterken yolun iki başına bizim standart pankartlardan astık sayın Başkanım diye devam ediyordu YOSOKOL Müdürü:

O sırada sekreter hanım etekleri zil çalarak Makam Rezidansının kapısından içeri daldı.

“Sayın Başkanım... sayın Başkanım... sizi Grand President arıyor çok acilmiş efendim” diye çığlık atıyordu bir taraftan. Lâkin koltuğunda kaykılmış Başkanda  hırıltıdan başka ses yok. Hemen bir bardak suyu yetiştirdim masa altı buz dolabından. Kendine gelir gibi oldu, eliyle herkesi kovdu. Ben baş ucunda bekliyorum belki yine bir kriz gelir diye. Hala kızı sekreter ve Müdür dışarı gitmek üzere yola çıktılar. Başkan gitmelerini bekledi bir, iki dakika. Başını salladı bana “hazırım” diye.. Telefonu kulağına yaslayıp, Özel özel kaleme hazır olduğunu bildirdi karşı tarafa:

“Sayın Presidentim günaydın efendim, Seyahatten erken dönmüşsünüz, hoş geldiniz... Bugün  her zamanki  gibi capcanlı olduğunuzu telefonda hissediyorum. Ne güzel...Buyurunuz efendim?” dedi. Öbür yandan bir kükreme geldi ki ben rahatlıkla duydum:

 “Sarayın bahçesindeki bulvar da ne oğlum?” cevabını beklemeden tekrar kükredi; “Be hey gafil sen kendini ne sanıyorsun? Kime sordun be adam?... Seeen kimsin?.. Bu ne densizlik, bu ne terbiyesizlik? Bana sormadan ne yapıyorsunuz lan burada? Arkamdan iş mi çevirecektiniz adiler?... Derhal buraya gel yoksa seni makamından postalla kaldırırım” diye başladı. Ben rahatça duyabiliyorum olduğum yerden..

Başkan gözümün önünde korku ve panikten ezilip büzülüyor ve yerin dibine giriyordu. Bir taraftan da çaresiz gözlerle benden yardım bekliyordu.

“Estağfurullah, ne demek efendim... Müsaade buyurunuz efendim. Emredersiniz beyefendi, size sürpriz olacaktı ama bu sabah Paraguayos’dan bir gün erken   dönmüşsünüz.  Haliyle yakalandık, bakın geleyim size ne yaptığımızı açıklayayım... şimdi geliyorum  efendim”  dedi ve telefon şak diye bizimkinin yüzüne kapandı.                                                                                                                                                                      

Göz göze geldik; “Korktuğum başıma geldi, insanın böyle salak kardeşleri olursa burnu boktan kurtulmaz derler. Adamlar gidip sarayın bahçesine yol açmışlar, iyi mi? Anlamaya çalışmakla zaman öldürdüm. Hristos bana yardım etsin, ben bittim arkadaş... Mahvoldum, mahvoldum...” derken sesi titriyordu. Neredeyse ağlayacak adam. Bir taraftan da titreyen elleriyle kravatını düzeltip ceketini eline aldı, kapıya doğru giderken, durdu, bana döndü;

“Ulan ben ne diyeceğim adamcağıza?”  Ben kafamda kurmuştum senaryoyu.

“Başkanım, siz orda yol yapmıyorsunuz ki...” dedim sakin, sakin. Başkan gözlerini koca koca açarak:

“Ya ne yapıyoruz? Gırgır mı geçiyorsun arkadaş?”

“Düşünün Başkanım. Siz aslında büyük resmigeçit törenlerinin yapılacağı bir resmigeçit promenadı yapıyorsunuz, “Viktory Parade Grande Promenade”  Pekin’deki Tienmann meydanı gibi, düşünün.  Resmi bayramlarda kullanılacak, büyüklüğüyle dünyada birinci olacak bir Parade Promenade. Ya da Rio Karnavalı promenadı gibi ama ondan çok daha büyük, bu boyutuyla isterseniz bütün silahlı kuvvetlerinizi geçirebilirsiniz oradan” dedim kendimden emin bir tavırla.

Başkanın yüzü aniden değişti, gözleri pırıldadı; “Ne?” dedi. sekretere seslendi;

“Söyleyin helikopteri hazır etsinler, Saraya gidiyoruz” diye bağırdı, hızlı adımlarla yürürken.

“Bir Resmi Geçit Promenadı yapıyoruz ha? Doğru...Vay canına bu aklımdan çıkmış, unutmuşum, yaşlanıyor muyum ne?” diye  sevinçle fırladı Makam Rezidansın’nın kapısından..

Ertesi sabah beni çağırdı Başkan. Makamına vardığımda masasından kalkıp yanıma geldi ve yüzünde gülümsemeyle bana samimi bir şekilde sarıldı,  “eğil” dedi. Boyu iki karış dört parmak. İki büklüm oldum, alnımı dudaklarına uzattım, elleriyle başımı yakalayıp önce alnımdan sonra iki yanağımdan öptü ki bizim Patalonya’da sık rastlanılmaz böyle sevinç gösterilerine.

“Yeni projemiz hayırlı olsun. Saygıdeğer President projeyi harika buldu. “Paranız yetmezse gerekli malî desteği şahsi kasamdan takviye ederim” dedi ve portokol seyir tribününü kendi karaladı.. pardon, işte bak kendi eliyle bu antetli kağıda projelendirdi.. Ülkemizin bütün eyalet valilerini de içine alacak bir protokol tribünü hazırlansın diye emretti. Halk için gayet gösterişli seyir tribünü istedi bütün Promenad boyunca. Düşünsene iki kilometre boyunca seyir platformu ve Halk Tribünleri olacak.” Gamzelerinden her zaman gülen imajı veren sayın Başkan bu sefer ağzı kulaklarındaydı. Bir daha boynuma sarıldı;

“Bu işi sen takip edeceksin. Sana emanet ediyorum” dedi.

“Beni onurlandırırsınız sayın Başkanım” dedim ve başımla selamladım Onu.

Başkan masadaki yerine doğru giderken ellerini oğuşturarak;

“Gelelim yarım kalan işe. Bu gece operasyonu ben idare edeceğim. “Viktory Parade Grande Promenad” başlangıcından başlayan ve Okuldan geçen yolu açacağız Rektörle yaptığımız protokole göre. O başlangıca bir de 1 May Martyr Meydanı düzenleriz” dedi. Elindeki Okul Rektörüyle yaptığı tek sayfalık protokolü yüzüme doğru salladı. “Her şey bu protokole uygun olacak, tünelle geçeceğiz dedik, yine öyle olacak, ama nasıl yapılacağını yazmadık, o işleri uzmanlara bırakıyoruz özeti bu.”

“Sen de yanımda olacaksın. Sabaha kadar temizler bitiririz yol güzergâhını, kökler atarız ağaçları. Bir an önce yapalım.Talebelerle karşılaşıp olay çıksın istemiyorum” diyerek sırıttı.

Yıllar önce Okulun ağaç bayramında diktiğim fidanlar aklıma geldi. Şimdi otuz beş yaşında olmalı benimkiler. Arkadaşlarla beraber dikmiş bir de aşağıda akan dereden kovalarla su taşımış, ertesi hafta ziyaretlerine de gitmiştik. Çocukluk işte. Bu akşam onları ölümsüzleştireceğiz diye aklıma taktım.... Eee artık büyüdüm. Büyük Büyükşehir Başkanlığı Baş Danışmanıyım, ölünce Ölümsüzler mezarlığına gömüleceğim, başucumda da kocaman anlamlı bir seng-i mezar olsun istiyorum, bunun için gereken her şeyi yaparım tabii..

“Emredersiniz sayın Başkanım. Çocuklar ders başı yapmadan bitirelim şu işi..”

Sadık Mercangöz  Burhaniye 21 Eylül 2017  08:48  




[1] YOSOKAL; Yollar, sokaklar ve kaldırımlar Müdürü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder