Yaz yazıları 1


PEMBE RENKLİ AKŞAM ÜSTÜ AZİZLİĞİ

Gözlerim ufka takılı, ayaklarım serin hafif dalgalı suda, bakıyorum ha bakıyorum. Etraftakilere aldırmadan ufka takıldım, kulaklarım çevremdeki seslere tıkalı, ufka doğru bakıyorum. Karşıda Kaz dağları adeta denizden çıkmış gibi maviyle yıkanmış ama o da benim gibi sıkıntılı. Baktıkça koyulaşıyor ”Bu akşam üstü güneşinde pembeleşen havanın azizliği işte...” diye içimden geçiriyorum. Elimi gözüme attım, “Gözlüğümü alayım da içim ferahlasın”, diyorum ama gözlük mözlük yok gözlerimde, kararan benim gözlerimmiş, yüreğim sıkıldıkça ğözüm daha beter kararıyor. Şimdi dikildiğim yere olmuş armut gibi düşeceğim.   En yakın plaj sandalyesine oturdum.”Ey Allahım bu nedir? Hasta mıyım, hasta mı olacam?. Kulaklarım tıkalı ses, mes yok koca dünyada. Suda son çırpınanları görmesem tek başıma kaldım diyeceğim ama plajdaki sessiz hareketli topluluk beni yanıtlıyor. “Yoo, sen tek başına değilsin”.

“Tamam da bu yürek sıkıntısı, bu kararan Kaz dağları, ayaklarımın dibinde soluyan deniz de ne? Ya şu denizden başını çıkarıp da bana göz kırpan balıklara ne demeli? Tansiyonum mu düştü acaba ya da şeker meker düşmüş olmasın?” diye aklıma gelmedi değil.  Hadi ben hastalanıyom da ondandır bu sıkıntım ama henüz batmayan güneşin ışıkları altında kararmakta olan şu Kaz dağlarına ne oluyo peki? Sudan başlarını çıkarıp, çıkarıp bana kaş göz eden balıklara ne diyeceksin? Başım çok çalışmaktaan kayışları mı sıyırdı da balatalardan koku, moku geliyor olmasın. Son birkaç yıldır yaşadıklarımızdan sonra dayanmaları zaten mucize demek lazım baba!”

Akşamın son ışıkları altında ıslak mayolu iki çocuk şaşkınlık ve korkuyla bana bakarken, farkettim ki kendi kendime yüksek sesle konuşmaktayım. Aniden tokatı bi çaktım kendi yanağıma tabii ama bu hareket onları yerlerinden sıçrattı, koşarak benden uzaklaştılar. Yanağım acıdı, utandım. “Yahu bu nedir şimdi?”

“Biraz önce bu sandalyede kitap okurken uykudan kaykılıp gitmiştin şimdi de onun devamı olmalı bu. Yaşlılık bu mudur? Yaşar gibisin ama bir solucan kadar hareketlisin kardeş...”                                                                                                                                                                                    

Gözlerim ufuktaki Kaz dağlarına takıldı yeniden. Koyu yeşiller adeta karaya çalıyorlar bu mesafeden. Çamlar olmalı, aralarında kazları güden sarı saçlı çoban kızını görmeye çalıştım, gördüm gibi geldi  bana. Olur a, bu yaşlarda her şeyin sırrını bilirsin de kimseye anlatamazsın ya da dinletemezsin. “Herkes bilir, herkes  konuşur ama netice sıfır” denir ya işte ondan. Bir süre sonra dinleyici bulamazsınız, sadece bizde değil, dünyada da böyle, diyorlar. Ama bu bendeki sıkıntıyı izahlar mı? Olmaz ama mizahlar mesela. Ne oldu? Geçen gece ne oldu mesela... Rüyamda istasyondayım, yani tren istasyonunda, metroda da olabilir, beklerken biri mi itti, ben mi düştüm blmiyom ama kendimi rayların arasında buldum. Korkuyla çabaladım ama kalkamadım rayların arasından. Kafamı kaldırıyorum, yaklaşan treni görüyorum, ağzımdan çığlığım çıkmıyor, bilin bakalım ne oldu? Kocaman bir katar üzerimden geçerken sıçrayarak uyandım. Marşandizin üzerinde büyük harflerle “Enflasyon” yazıyordu, iyi mi?  Yerde yatıyorum. Bu ne şimdi?”

Gözlerim ufukta takılı kalmış yine karşıda Kaz dağları, kara bir duman tüter olmuş üzerinde, yükseliyor ha yükseliyor. Yazık orman yangını mı acaba? Koyulaştıkça yüreğim iyice sıkılıyor. Cenderede. Sessiz ama çoğunluk bakıyor ama görmüyor, şimdi benim olduğum gibi. Elimdeki telefon titredi bir an. Herkes ufuktan gözlerini telefonlarına çevirdi birer birer. Mesajlar, videolar, daha nelerse işte.. Hocalar oturmuş dört köşeli, pazpaz kaçtı oynuyorlar. Neşeleri yüzlerine vurmuş, işler tıkırında mı, ne desem, o da değil. Ne bu? Düğmeye basıyorlar yüzler düşünceli, düğmeye basıyorlar yüzler neşeli, dur diyorlar, duruyorsun, gül denince gülüyorsun, bak denince papaza, ya da canbaza bakıyorsun, sürün denince sürünüyorsun. Ne bu şimdi abicim? Son yirmi senedir dümen takılmış olduğumuz yerde dönüyoruz, bu arada tekne su almış hem de lağım suyu, boğazımıza kadar... Bakıyoruz ki cennete mi gideceğiz diye...

Hava kararmaya devam ediyor, karanlıkta bile Kaz dağlarında duman var, derken akşam ezanı.

“Ulen oğlum aklını peynir ekmekle mi yedin bu pembe akşam üstü? Kaz dağlarında yangın varsa var, seni ilgilendirir mi? Sen mesajlarına bak, videonu seyret, dünya ne işle meşgul baksana! Sen neden sıkılıyorsun? Üç kulfi bir elham, iş olacağına varır, değil mi? Sana ne kavrulan topraktan, tavşandan, kuştan, tosbağadan...

“Sigaraya mı başlasam?”

“Ey muhterem büyüklerim, siz ki bir kararnameyle fay hattını kaldırır, sel yataklarını imara açarsınız, imar affıyla kaçak yapıları pir ü pâk eyler, bir yazıyla malî barışı memlekette tesis edersiniz. Lütfetseniz bu sıkılan gönüller için de bir kararname yazsanız da feraha çıksa şu insancıklar.

Soranlara arzu halimdir...

Sadık Mercangöz Artur Burhaniye, 17 Agustos 2018

3 yorum:

  1. Çok güzel. Kutlarım. Eline sağlık.
    Aydın

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, ben Mehmet Hamuroğlu.....Mimar ODTÜ 1966
    21 yıldır yazları Artur'a geliyorum.
    MetuArch dan bugün geldi yazınız.
    Öğleden sonra Martı plajında idim, etrafta siyah iri küller uçuşuyordu.
    Yangını söylediler. Tabii çok üzülüp sinirlendim. Köylüler yakmış dediler.
    Sonra da yazınızı gördüm.
    Kaleminiz kuvvetli ve yoğun duygularla yazmışsınız.
    Zevkle okudum.

    Daha bir süre Ekim başına kadar buradayım.

    Görüşmek isterim.
    Saygılar
    0532 614 1332

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geçen seneden pek farkı yok.inanılmaz duygu yoğunluğu içinde yüreğimiz kabarıyor. Görüşmek için sizi arayacağım. Tanışmaktan onur duyarım. sağlık ve esenlikler dilerim.
      Sadık

      Sil