Kırmaktan Kral


KEMİKLERİNİ                         KIRARIM


-“Sen gettikten sonra da kalkmayınca yanına  vardım dürttüm emme zorlukla gözlerini açtı. aha gorüyon ya gozleri acayip şişmiş. “Kalk len” didim, “saat kaç biliyon mu len” didim. Ben zorlayıncak başının ağırdığını söyledi. Elledim,  alev alev yanıyodu. Kalk len... bu kadarcık baş ağrısıyla yataktan çıkmamak olur mu len? didim. Iıh çıkmadı. “Sana bi çay yaparım bi şeycin kalmaz”, didim. Bu kez başladı ağlamaya, ben de bıraktım, hâlâ yatıyo ya. Başına sirkeli bez bağladım, ateşi düşsün diye emme bana mısın demiyo.”


         Adam gözlerini karısından çekti, beyaz badanalı duvarın derinliklerine daldırdı. Kadın anlatıyordu. Gözlerine kederin sönüklüğü oturmaya başlamıştı. Sarı derili suratının üstünde  iki kömür gibi siyah nokta halindeydi gözleri. Yuvalarına çökmüş gitmiş, bıyığına hafif kır düşmüştü.

              -“Hadi be çorba soğudu,” dedi kadın.

         Adam kafasını sofraya çevirdi.

         -“Cık,” dedi. “Hiç canım çekmiyo.”

         Sofrada bir şakırtıdır gidiyordu.Yer sinisinin etrafını üç çocuk daha çevirmişti. Hiç bir şeyden habersiz gibi önlerindeki çorbaya kaşık sallıyorlardı.

         -Haydi ye! Sen de hasta olucan, kim bakar bize desene. Adam dalgın:

         -Vahh zavallı tosunum. Biliyon mu kadın, bir kaç gündür durgunlaşmıştı.

         -“He” dedi kadın. “Geçer diyordum emme”. Önündeki ekmekten bir lokma kopardı, kaşığını çorbaya daldırdı, bir iki karıştırdı, bir kaşık çorbayı ağzına götürdü.

         -“Emine” dedi adam. “Nane limon kaynataydın. Belki soğuk geçmiştir.”

         -İçmiyo ki...

         -İçer, içer.

         -“Gel de sen içir, inatçının teki”

         Biraz sonra sofradan kalktılar, sofraltı toplandı. Küçük kız eline alip boyu kadar süpürgeyle kırıntıları süpürmeye çalışıyordu. Adam yerinden kalktı, sol ayağı aksıyordu hafif hafif. Odadan dışarı çıktı, bir az sonra içeriye ağzını, elini kurulaya kuruluya girdi. Havluyu bir köşeye fırlattı. Sedirin öbür köşesinde yatan hasta çocuğa doğru yürüdü, eğildi üzerine. Sırtında beyaz bir gömlek vardı adamın, yakası aşınmış, iplikleri çıkmıştı. Ayağındaki lacivert iş pantalonu daha çıkmamıştı. Çocuğun toplu elini nasırlı kaba parmaklı, tırnakları sapsarı çatlak, nasırlı avucunun içine aldı.

         -Tosunum, dedi. “N’oldu sana? Aç gözlerini bak kim geldi aslanım, ha gayret.” Çocuk inledi ama gözlerini açmadı. Göz kapakları şişmişti. Esmer toplu kolları, bir günde erimişti.Kadın yanlarına yanaştı. Onun da gözlerinde merak ve üzüntü okunuyordu. Adam bir daha seslendi ama nafile.

         -“İyice bitmiş bu be kadın.” Sirkeli bezi başından alıp, kaldırıp attı, ateşine baktı.

         -“Heç bi şey yemedi mi?”

         -“Cık” dedi kadın.”

         -“Soğuk algınlığı deel bu.” Kadın kısık bir sesle:

         -“Bağa sorarsan nazar bu. Nazar değdi.” Adam acı acı güldü.

         -“Nazar ha, nazar? Nerden bildin?”

         -“Nerden bilecem?” dedi kadın, patladı artık, ”Kem gözlerin gözü çıksın. mahlenin en efendi, en uslu, en sıhhatli çocuğudu. Herkes sana deel bana dirlerdi. Zabah zabah simide giderken tum gözler ona dikilirdi. Kıskandılar zair anlacan. Nazar boncuyu da vardı emme bir haftadır öbür gömlende galmış, yani onsuz dolaşmış çocukcağız.”

         -“Hıh” dedi adam.

         -“Hıh de sen.Yarın öbür mahallede bi kadın hoca var, götüreyim, heç bir şeyci galmaz valla.”

         -“Yok” dedi adam. “Hocayı mocayı boş ver ya... Yarın gözünü açarsa getir daireye ordan bizim hastaneye götürem. Muamelesi uzun sürer ya, ossun  ilaç bedava, doktor bedava!” Kadında bir umut ışığı belirdi, adamdaysa can sıkıntısı. İzin almak, aldıktan sonra hastanede baştan savılmak, bugün git deyip, yarın gel denmek. Köşede minder üstünde iki oğlan çocuğu boğuşuyorlardı. Adam onlara çıkıştı.

     -“Oturun lan oturduğunuz yerde, boğuşmayı bırakın, şimdi babanızın bacağından başlamayayım!”

         Ertesi gün öğleden sonra hasta çocuk babasının sırtında, annenin koltuğunun altında ilaç paketi olduğu halde içeri girdiler. Adam çocuğu yerdeki döşeğe dikkatlice yatırdı.Çocuk hafifce inledi.

         -“Aha aslanım iyi olacan. Doktor ne dedi la? Heç bi şeyin yomuş ya. Uyu şimdi hadi aslanım. Tosunum benim. Yarın gözünü açan ayağa kalkarsın” dedi. Adam yorulmuştu, biraz soluklandı.

         -“Maşallah, epey ağır” dedi.

         -“Doktor bi şey anlamadı” dedi kadın.

         -“Neyi anlamadı?”

-“ Tabi ya. Ne dedi? Heç bi şeyi yok, üşütmüş dedi. Yazdı bir sürü ilaç. Yarısını da parayla aldık. Bunları alın geçer dedi ya heç sanmam. Eldeki parayı da tökettik.”

-“ Olsun. Eyi olacağ ya. çocuk”

-“Ben sana didim, bu nazar. Doktor nazardan ne anlasın? Heç bi şeyi yok der, yoğsa keyfinden mi inliyo yavrucak.” Adamın gözleri parladı.

-“ Sus artık kadın!”

-“ Sen ne dersen de herif, ben yarın alıp götürecem tosunumu hocaya. İki güne kalmaz oğlumun bir şeyciği galmaz.” Adam yerinden fırladı:

-“ Yeter, yeter artık!” diye bağırdı. Kadın sustu. Kız ve oğlanlar  öte duvara kaçtılar, orada sinip kaldılar. Adamın gözlerinde kin kıvılcımları parlıyordu. Damarları şişmiş yüzüne kan uğramıştı. Kadının üstüne doğru topallaya topallaya gitti.

-“Yeter annadın mı? Hocaya mocaya götürmecen,  koca karılara götürmecen annadın mı! Benim oğlumu bu ilaçlar iyi edecek. Onlar bir şey yapamazlar. Yapsalardı... yapsalardı...” hırsla pantalonunun paçasını yukarı sıvadı.

-“Bak benim ayam neden böle oldu, biliyon mu?” Buruşmuş, incelmiş kısa ayağı ortada idi.. Adam artık avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

-“Benim ayağam neden böle oldu? Ben şu kadarcıkken, üç yaşımda, bacamda çıban çıkmış... Doktora götürmek ne, doktor ne ararmış zaten, kocakarıya göstermişler. O da yapmış işte bi şeyler, yakıydı bilmem neydi .. Dairenin doktoru şimdi ne diyo biliyon mu? Doktor baksaymış o yaşta ayağım iyileşirmiş, annnadın mı? Oysa hatırlarım beş yaşıma kadar ayağımdan kanla irin gelirdi. Kemiğimin iliği çekildi, ayağım büzüldü. Acıdan gözlerimden kanlı yaşlar aktı. N’oldu? Şimdi nasıl?” Ayak bileğinden tuttu  boşlukta salladı. “İşte...” diye ayağını gösterdi. “Onlar el sürmemiş olsalardı, şimdi benim de senin gibi, oğlumun gibi bir çift sağlam ayam olcadı” dedi.

-“Oğlum sağlam olacak, büyüyünce bize bakacak, hor görmeycekler, alay etmeycekler, iş yerlerinden kovmayacaklar”

-“Onu hocaya, mocaya, kocakarıya götürmeceniz eğer götürdüğünü duyarsam yeminlen diyom, kemiklerini gırarım. Hayır!” Koca adam ter ter tepiniyordu.Yalpalaya yalpalaya gittti kendini yerdeki döşeğe attı. Öylece kala kaldı. Gözlerinden öfkeyle fışkırmış iki damla yaşı göz pınarından çıktığı gibi kalmış, ne akıyor ne kayboluyorlardı. Sadece ışıl ışıl parlıyorlardı.

 

                                                    ***

Ertesi gün, daha ertesi gün de çocuk açılamadı. Gerçi ateşi düşmüştü ama iştahı düzelmemiş, halsizlikten başını yastıktan kaldıramıyor ve gözlerini açamıyordu. Adam da kadın da sabırla bekliyorlardı. Ama adamı içten içe  koyu bir endişeye kapılıyordu. Kadınsa içinden git gide kendisine daha çok hak veriyordu. Beşinci gün öğleyin adam çıktı geldi işinden. Ödünç para bulmuş, çocuğu yeni bir doktora götürmeyi kafasına koymuştu. Sormuş soruşturmuş özel çalışan bir doktor tavsiye etmişler, kucağına aldı çocuğu ama kadın önüne çıktı.

-“ Nazar bu nazar. Sen baa müsade et be adam” der demez adam yine öfkelendi.

-“ Ben saa onların adını anma bi daa demedim mi? Dedim mi dimedim mi? Kes artık, yürü gidiyoz” diye bağırmaya başladı. kucaktaki koca çocuk yine ağlamaya başladı. Çocukları komşuya emanet edip gittiler ama o doktor da ilk bakışta kayda değer ciddi bir şey bulamamış, kullandıkları ilaçları duyunca, çocuğa ilaç dahi yazmadan eve göndermiş, ”Geçmezse haftaya gelin, kan ve idrar tahlilleri yaptırırız ama merak edilecek ciddi bir şey yok gibi. Sabırlı olun, iyileşir” dedi.

Son birkaç gün ev matem evine dönmüş durumdaydı, gece gündüz oğlanın inlemeleri veya ağlamalarından başka ses duyulmuyordu. Gündüz sokakta oynayan çocuklar, akşam olup ta eve girince sus pus olup bir kenara çöküyorlar, meraklı gözlerle ağabeylerinin inleme ve sayıklamalarını ve de babalarının homurdanmalarını dinliyorlardı yalnızca..

Son bir hafta böyle geçti. O çarşamba günü, öğleden sonra adam alı al, moru mor bir şekilde eve fırtına gibi girdi. Karısına bir selam vermeden doğruca çocuğun yattığı köşeye gitti. çocuğun üstündeki sinekler kaçıştılar. Adam oğlunun yüzündeki tülbendi kaldırıp attı. Biraz onu seyrettikten sonra kulağını çocuğun yarı açık ağzına yanaştırdı, bir süre nefesini dinledi. Sakinlemiş bir halde doğruldu. Kadın merakla sordu.

-“Ne oluyo be adam, ne bu telaş?”

-“Uyuyormuş hem de mışıl mışıl. Kurtuldu benim tosunum, kurtuldu artık kadın!”

-“Hee, çocuk kurtuldu. Ben biliyodum” dedi kadın. Adam heyecan içinde:

-“Ben bu gece kötü kötü rüyalar gördüm, bizim evin bacasından bir gri güvercin uçtu gitti, kapının önünde de konu komşu toplanmışlar, taziye için gelmişlermiş güya. Çok sıkıntılı bir geceydi.”

-“Hayırdır inşallah, tü, tü, tü, tü” dedi kadın.

-“Hayırdır hayırlı oldu.... Dairede de yüreğim sıkıntıdan gurtulamadı, oğlana bir şey oldu sandım, dayanamadım fırladım goştum geldim. Emme oğlum çok iyi görünüyo. Mışıl mışıl uyuyo maşallah” dedi.

Kadının gözleri garip garip parlarken sesinde hissedilir bir neşe vardı. Adam kadının yüzüne bakmadığı için onun gözlerinin içinin güldüğünü fark etmedi. Evin içinde bir sevinç havası yayılmıştı.

-“Karnım çok acıktı, bir haftanın yiyemediğim yemeklerini yiyeceğim.”

Akşam oluyordu ağır ağır. Sofra sinisi ve sofra altı örtüsü geldi adamın önüne yer sofrası kuruldu. Az sonra bütün aile sininin başındaydılar, bir şakırtı başlamıştı. Adam sık sık hasta çocuğa dönüp dönüp bakıyordu.

***

Üç gün sonra çocuk iyice kendine gelmiş, ayaklanmış idi. İlk söylediği cümle karnının açlığı, yemek yemek istediği oldu. Anası onun bu haline müthiş sevinmiş adeta havalara uçmuştu. Akşam çocuk babasını ayakta karşılayınca adam sevinçten ve şaşkınlıktan konuşamamıştı. Koca oğlunu kucağına alıp havaya kaldırdı.

-“Allahıma şükürler olsun. Bu günleri de gördük, tosunum kurtuldu.” Çocuk da kıkırdıyordu. Onun bu halini gören diğerleri de babanın paçalarına sarıldılar. Çocuğu yere bıraktıktan sonra ilaç kutularından birini eline aldı.

-“Koca rabbimin inayetiyle, ilmin kerametiyle seni, aha bu ilaçlar eyi etti oğul. Anana kalaydı, hacı hoca marifetiyle sokak sokak, türbe türbe dolaştıracağ idi. Neyseki aklı başına geldi sonunda. Aslan oğlum bir gaç gün istirahat et. Yat dinlen...”

Köşe de sesizce dikilen kadına döndü:

-“Ben sana gurtulacak demedim mi bu ilaçların sayesinde. Emme töbe inanmadın sen, de mi? Doğru söyle. Hocaya götürem, okutam bu çocuğu demedin mi? Nazar bu demedin mi? Şimdi n’oldu?” Kadın omuzlarını silkip mutfağa gitmeye kalkarken adam:

-“Anası bu aslan parçası bir şeyler yedi mi?”

-“Biraz çorba içti. Tarhana. Biraz da pilav” dedi kadın.”Canı istiyorsa bizimle de yesin.” Oğlan da diğer çocukların arsında diz çöküp sofraya yanaştı.

Bayram yemeği havasında bir akşam yemeği oldu. Neşe içinde yediler. Adam karısından su istedi. Gürültüyle başına diktiği boş çinko tası siniye bırakırken aniden aklına gelmiş gibi eski konuya geri döndü:

-“Bizim dairenin doktoru olmayaydı, biz şimdi eyice borca batardık de mi kız? Doktor bedava ilaç yarı yarıya ona rağmen bi argadaştan otuzbeş lira aldım. Bakalım ay başında toparlarım, diyom. Asma yüzünü. Onun yüzünün gülmesi herşeye bedel, gurtuldu ya ona şükredelim” dedi adam.

-“ Öyle de,” dedi sustu bekledi. “Sen doktor doktor diye tutturmayaydın o borç da olmazdı.” Adam afalladı, ama çabuk toparlandı:

-“Sen yüzüme karşı hocaya gidelim diye çemkirmiyeydin sabırlı olup bekleseydik bizim doktorunun verdiği ilaçla eyi olacağdı. Benle kavga ettin be kadın, benim içime de gurt düşürdün. Aha o yüzden öbür doktora gettik de mi?” dedi adam. “Emme çok şükür eyi oldu oğlumuz. Sen kocakarılara götürmeden,  hacı, hoca olmadan oldu de mi?” Kadın omzunu silkti ve başını havaya dikerek:

-“Sen öyle zannet” dedi. Adam bir daha şaşırdı.

-“Oğlanı hocaya mocaya götürmedin de mi?”.

-“Götürdüm, he götürdüm!” Kadın tuttuğu nefesini koverdi. Rahatlanıştı. “Hani senin er geldiğin Çarşamba gününü hatırladın mı? Hani kâbus gördüğün. İşte o gün sabah sırtladım çocuğu doğru yukarı mahalledeki Amine hocaya...” yüksek perdeden konuşuyordu artık.

-“Acılar içinde inlemesine ana yüreyim dayanamadı. Sen olsan ne eden? Kaptığım gibi olumu vardım oraya. Nazara karşı kurşun döktüler, kocaman kocaman gözler çıktı. Bana da gösterdi kadıncaaz. Ödüm yarıldı, tam dedi gibi. Hocanım  da okudu üfledi. Hepisi bu! Emme sen de gözlarinle gordün de mi nasıl oldunu o gün?” belirgin bir neşeyle konuşuyordu.Adamın yüzü al al oldu. Yerinden doğrulup siniye bir yumruk oturttu, sininin üzerindeki ne var ne yok yere yuvarlandı.

-“Şimdi senin kemiklerini kırmam lazım, yeminim var cahal karı.” diye bağırdı. Çocuklar ortalıktan kenara çekildiler bir kenara sığındılar. Adam, oda kapısını çarptı, çıktı. Ayağında çoraplarıyla  kendini sokağa dar attı. Kapının önüne çömeldi, bir sigara tutturdu ağzının kenarına, elleri hırsından tir tir titriyordu. Zar zor yaktı sigarasını. Bir nefes çekip dumanı ağzından akşamın karanlığına salıverdi. Başını kaldırıp açık gökyüzündeki göz kırpan yıldızlara baktı. Bu muhteşem manzara biraz sonra etkisini gösterdi, sakinleşti.

-“Hey güzel Allaam, şimdi ben nideyim?  Akılsız kadın sözümü dinlemeyip gittiyi için kemiklerini kırmam lazım, ama o da baa bahalıya malolacak, sen de biliyon elde  para yoh pul yoh, olacak iş deel. Valla fiske vurmam israr etme. Aklımı yetirmedim da” diye mırıldandı. Başını eğip akşamın hafif serinliğinde sakat ayağının sızladığını hissetti.

-“Bana garazın neydi de beni böle sahat  bıraktın diye de sormuyom. Yel esse, yağmur yağsa, yaz dimez, güz dimez sızım sızım sızlar, nah bu ayam. Lodosda galmış sandal gibi yalpalaya yalpalaya yörümem de cabası.   Ama sana yine de müteşekkirim, sakat ve özürlü kadrosundan bugün devlet gapısında çalışıyom. Bir sürü okumuş yazmış ortalıkta işsiz dolanırken, benim işim va, aşım va.” Başını tevekkülle salladı. “Hakkın ödenmez” dedi kendi kendine. Sigarasından anasının memesini emer gibi derin bir nefes çektikten sonra yüksek sesle:

-“Bu akşam yine yardımcı olabilin gözel Allahım, kulağıma söylesen de olur, benim oğlum, senin Ramazan gulun, kocakarıların duaları yüzü suyu hörmetine mi eyi oldu, yoğsa ilaçların içindeki ilmin hikmetine mi eyi oldu da aya galktı? Yoksa her ikisi mi? Ya da benimle  eylenin mi?” Birden sorduğu sorudaki hatayı farketti. “Tövbe estağfurullah tövbe. Baaşla beni Allaam. Herhal vardır bir sebebin” dedi.

Aylardan Ağustos sonu ama yine de bir serinlik çarpıyordu insana, sakat ayağının sızısına fazla dayanamadı  adam. İzmariti ileriye doğru fırlattı attı, Toparlanıp küçük gecekondusundan içeri girdi.

 

Sadık Mercangöz  Ankara, 22 Ağustos 1967

2 yorum:

  1. O kadar yatmış iyileşmemiş. Hocaya gidince turp gibi. Sorulur mu?

    YanıtlaSil
  2. Yahu bunun neresi acemice, Sadık? Bal gibi usta elinden çıkmış. Aksan / şive konusu beni özellikle ilgilendirir, biliyorsun. Öyküde o da gecekondu ortamını yansıtmak açısından en az yer sofrası vd ayrıntılar kadar yerine oturuyor. Bir kez daha eline sağlık. 50+ yıllık bir deneme. Oğlumla yaşıt. Ne güzel. Sağol.
    Okan

    YanıtlaSil