Gecenin birinde


GECENİN BİRİNDE TELEFONUM ÇALDI                                                   

Evde uyuklama durumunda, masamda bilgisayarımın başında oturuyordum. Yatağa gideyim diye aklımdan geçirirken gözlerimi açtığım bir sırada masada duran cep telefonum çaldı. Mobil  telefon yani. Bizim Patalonya’nın, tarihin bu en faydalı buluşuna yaptığı en büyük katkı, bu “Cep telefonu” ismi. Bizimkiler çoğunlukta cepte taşıdığı için bu yaratıcı ismi vermişler. Şimdi geniş ekranlı, hiçbir cebe sığmayan yeni tablet tipi telefonlar çıktı ya, ona da akıllı telefon diyoruz. Nasıl bir aklı varsa?!  Elime aldım telefonu, bilinmeyen numara ve saat gecenin bir buçuğu.

“Aloo buyrun” dedim. Gençten bir ses:

“Ben çarşı karakolundan polis memuru  Reşil” Arkada bizzirt, cızzurt telsiz sesleri duyuluyor, adam durdu, ortamı kavramam için uzunca bir es verdi. Endişelendim doğrusu.:

“Kiminle görüşüyorum?”   Hoppala!

“Ben anlayamadım, siz kimi aramıştınız acaba?” Telefondaki şaşırdı.

”Siz kimi aradınız diyo yaa,” diye yanındakine söylendi.

“Kardeşim adın ne senin, onu söyle bana?”  

“Ben Mendoza buyurun,” diye homurdandım. Telefondaki yanındakine döndü:

“Mendoza imiş amirim” diye seslendi. Telsizin mandalına bastılar, şak, şuk, cızırt bızırt. Her halde daha iyi duyayım diye telefonun başında yapıyordu bu işleri herif.

“Evet, siz kimi aramıştınız?” Bunu söylerken canım da sıkıldı. Saatin bilmem kaçında uyandırıyorlar, “Herhalde önemli bir şey oldu ki beni arıyorlar” diye geçirdim aklımdan. Bende uyku uçtu gitti, cin gibi oldum. Ben Harnovo Büyükşehir Belediye Başkanının Baş Banışmanının Baş danışmanıyım demek istedim ama “Daha sonra açıklarım,” dedim içimden, sustum.

“Mendoza bu görüşmemiz kaydediliyor, güvenlik açısından” dedi, durdu, “Bir operasyon sırasında yakaladığımız haydut terörist, Carta Toro Cumhuriyet örgütünün militanı, üstünden sizin kimliğiniz çıktı. Teröristlerle işbirliği içinde olduğunuz anlaşılıyor. Bu çok ciddi bir durum...Olduğunuz yerden  ayrılmayın amigo” diye ciddi bir tonda konuştu. Olduğum yerde sıçradım. Ayaktayım şimdi:

“Nee!” diye bağırmışım.

“Bağırma amigo, evet bu ciddi bir suçtur, ama sakin ol!” Ayaktayken masanın öbür başında cüzdanımı ve benim Tata’nın anahtarlarını gördüm.    Canım sıkkın bir halde cüzdanıma uzanıp tek elimle cüzdanı açıp içine göz attım. Ohh kimliğim koyduğum yerde, ee bu neden bahsediyor? Adam tekrar bir şey söylemeden:

“Benim kimliğim onda ne geziyormuş memur bey?”

“Sizin arkadaşınız olduğunu aynı hücrede çalıştığınızı ifadesinde söylemiş.” Elbette söyler ulan, o elektriği sen yesen, Hz. İsa olduğunu bile söylersin ulan, diye aklımdan geçti. Ürkerek, kekeleyerek alayla karışık: 

“Ben? Onlarla? Aynı hücrede?” der demez adam:

“Bayım ciddiyet lütfen!” diye sert bir çıkış yaptı.

“Commerzial Bank da ya da Credit Harnovo’da hesabınız var mı?” Ben kimliğimi  ve pembe yeşil basın kartımın ucunu vallet içinde gördüm ya biraz rahatladım da bu adam neden bahsediyordu peki? 

“Bu bankalarda hesabınız var mı dedim, amigo, neredesiniz bayım?”

“Şeyy  evet de, ne alakası var şimdi bunun konumuzla? Beş ay önce sıfırı tükettim” Telefondan uzaklaştı:

“Amirim ne alkası var, sıfırı tükettim, diyor” Öteki adamın küfür ettiğini duyuyordum ki, “Ver şu telefonu bana!” diye biri bağırdı. Daha babacan bir ses telefonu aldı:

“Amigo, sen bizim dalga mı geçtiğimizi sanıyorsun? Teröristlerla işbirliği yapmak, örgüt üyesi olmak çok ciddi ve davası yıllar sürecek, sonucu müebbet hapisle, hatta ölüm cezasıyla bitecek bir suçlama olduğunu herkes bilir.” Bir süre sustu, boğazını temizledi:

“Ne iş yapıyorsun sen?” diye kükredi birden.

“Şey, işsizim son bir yıldır iş arıyorum,” dedim alçak bir sesle.

“Eee?” dedi.

“Eee si, ailece parasız kaldık sürünüyoruz. Bir süre kilisenin yardımlarıyla geçiniyorduk, bir gün patates kapuska, ertesi gün lahana, patates dayanılacak gibi değil, komser beyim. Sonunda  karım dayanamadı, çocukları da aldı, kapıyı çarpıp,  anasının evine defoldu gitti. Yalvarmalarım tesir etmedi anası olacak o cadıya. İş bulmadan gelme bu kapıya dediler, sanki ben keyfimden geziyorum sokaklarda. Ben iş peşindeyim komserim” dedim. Öyle ya öbürü buna amirim dediğine göre komiser olmalı herif diye düşündüm.

“Orada mısınız amirim?” Adam:

“Dinliyorum” dedi canı sıkkın halde. Sesimi iyice kıstım:

“Amirim siz bir devlet memurusunuz, şeyy, bana yardımcı olabilir misiniz diyecektim, iş konusunda yani, ” diyerek içimi  çektim, “Son beş aydır birikim mirikim de kalmadı. Telefon çalınca, gece vakti karıcım arıyor sandım. Neredeyse on aydır yüzlerini görmüyorum oğlanla kızımın. O ümitle açtım telefonu... Ama bu meşum hadiseyle karşılaştım. Ne kadersiz başım varmış benim. Şimdi de siz yok mahkeme, yok hapis filan diyorsunuz, bana bir akıl verin komiserim, ne yapayım? Yemin ederim bu gece vakti intiharı düşünüyordum ki telefon beni bir an için ümitlendirdi. Dedim belki karım beni affetti de çocuklarımı bana gösterecek diyerek telefona koştum, Ama olmadı... Neye güveniyorum ki, onlara eziyet etmeye ne hakkım var?” derken sesim titreyerek çıkmaya başlamıştı. Bundan bir sonrası  hıçkırarak ağlamak olmalıydı. Kulağımda telefon odanın içinde dolaşıyorum. Tam havamdayım rol kesmenin. Beni Devlet konservatuarına “Yeteneği yok bu çocuğun” deyip almayan hocalar, şimdiki performasımı görselerdi utanırlardı kendilerinden.

“Sakin olun beyefendi... Kendinizi koyvermeyin. Gün doğmadan neler doğar, derler,” dedi Adam sıkıntıyla....

“Yok, yok amirim ümidim kalmadı artık. Şu anda emin olunuz elimde bir ip var şu plastik çamaşır iplerinden...” dedim. Gerçekten de balkondaki çürümüş çamaşır iplerini değiştirmiştim gündüz, artan bir parçası da masamda duruyordu.

“Ama o da biraz çürümüş gibi lif, lif ayrılıyor, lanet şey. Belki bir kaç kat yaparsam beni taşır diye düşünmüştüm. Tanrım bana acısın. Buralarda kalamam, yaşayamam ben. Ondan bundan dilencilik yaparak yaşayamam. İnanın bayım evvelsi günden beri karnıma bir lokma girmemişti. Alt komşu akşam halime acımış, yemek getirmiş, sağolsun. Bu da getirdiği son yemek olabilir... Belki de bu benim son yemeğimdir bu dünyada” hıçkırıklarım boğazıma düğümlendi.

“Durun beyefendi, hemen herşeyden vazgeçmeyin. Daha yaşayacağınız bir dolu gün var önünüzde... Çocuklarınızı düşünün, onlara kim bakacak siz olmazsanız. Karınız ne yapacak, çocukları olan bir dulu kim şey etsin değil mi? Başına neler gelir neler. Bu sefer çocuklar onun bunun elinde kalacaklar, bunu onlara yapamazsınız” O anda oğlum geldi gözümün önüne, Fransa’da Nice’te kolejde okuyor üç senedir, hergeleyi son altı aydır da görmemiştim. Ne yapıyor şimdi acaba babasının oğlu? Kesin haytalık yapıyordur, dedim içimden.

“Alo, alo. Beyefendi orada mısınız? Büyük günah işlersiniz kendinizi öldürürseniz.. Ebedi cehennemden kurtulamazsınız. Tanrının kullarına nasıl ve ne zaman yaklaşacağını, neyi nasıl göndereceğini, nasıl yardım edeceğini bizler bilemeyiz. Yüce tanrı kendine yalvaranlara elini uzatır. Bu kadar çaresiz olamazsınız Yüzünüzü O’na çeviriniz...  Bütün bunlar geçer bayım yeterki o sabrı gösteriniz. Gelecek iyi günleri düşününüz. Çocuklarınızın büyüyüp evleneceklerini, sizin onları kiliseye kolunuzda getireceğinizi, düğün yemeğinde sirtaki oynayacağınızı hayal ediniz... Siz şu Greklerin sirtakisini bilir misiniz? Benim favorimdir, çok severim. Hiç oynadınız mı?” Araya girdim, heyecanla:

“Ay şimdi aklıma geldi!...Mutfakta tüpü açmıştım, ama şimdiye kadar çoktan evi sarmalıydı, ne talihsiz adamım. Tüp bitmiş olmalı, bu karanlıkta mutfağa gitmeliyim, sigorta mı atmış acaba? Yoksa kestiler mi? Yanarken yanmaz oldu lambalar. Amirim biraz müsaade eder misiniz?” Adam hemen atıldı.

“Dur sakın elektrik anahtarına dokunma, ne de olsa tüpün dibinde bir parça gaz vardır. Sakın ha yeriniz den kalkmayın. Anahtara dokunmayınız, lütfen beyefendi.” Adam telefonun ucunda tepiniyor ben anahtarı çavirmeyeyim diye. “Sızan gaz az olduğu için hava ile karışarak patlamaya hazır bir bomba haline gelmiştir. Evinizin havası şimdi bir bomba. Duydunuz mu? Anahtarı açtığınızda... Aman beyefendi sakin olun, iyi şeyler düşünün... İyi olur..” Telefonun ağızlığını eliyle örterek:

“Ulan hangi dallama bu istihbaratı yaptı? Ulan ben sizin yapacağınız çalışmaya tüküreyim. Ulan adam açlıktan ve ümitsizlikten intiharın eşiğinde ulan!” Uzaktan sesler geliyor, "bize ne" diye, uğultu içinde ama duyuyorum. Adamın bunlara küfrettiğini, hatta bir şey fırlattığını duydum. “Alo? Alo bayım orda mısınız?” tekrar bana döndü.

“Karanlıkta masaya ve sandalyelere çarptım, şimdi yerdeyim amirim, dizimi kötü vurmuşum uff...”

“Tamam, kal yerde kal, kardeşim,” dedi adam heyecanla. Tekrar telefonun ağızlığını kapattı eliyle. Yanındakilere yine bir küfür salladı. Uğultular içinde duydum söylediklerini.

“Ulan hani gerzek bu herif Belediye Başkanının Başdanışmanı dedi ulan. Tanrım sizi nasıl bilirse öyle... Ama ondan önce ben becereceğim ulan!” Bana döndü sesindeki heyecanı duyuyordum, sakin olmaya çalışarak:

“Kal kardeşim olduğun yerde kal... Aklından şu ben işe yaramaz biriyim fikrini bi çıkar, at! Tamam mı? Bak bi sakin ol tamam mı? Bizim çocuklar şimdi söylediler, isim benzerliğinden bir yanlışlık yapmışlar, aradığımız adam sen değilmişsin. Belediye başkanının danışmanı olan o boynuzluyu arıyorlarken sana rastlamışlar. Olur böyle şeyler kusura bakma, tamam mı kardeşim... Bir de dediler ki, bu zordaki arkadaşa...” Ben bir çığlık salladım:

“Nee! Beni aramıyorlar mıymış? Aman Tanrım bu aciz kuluna bir umut ışığı yaktın. Sen ne kadar büyük ve alicenapsın... Ay, ay, ay” diye çığlık atarken kendimi yere attım. Adam telefonda bütün bunlara şahit oldu.

“Ahh ayağım yerden kalkamıyorum aman Tanrım” diye kıvrandım yerde. Komiser olacak adam oradan telaşla bağırıyordu:

“Sakin ol yerinden kalkma şimdilik ayağını, incitmiş olmalısın” Birden aklıma kesik kesik nefes alma fikri geldi.

“Ne oluyorsunuz beyefendi? Neden soluksuz kaldınız? Olduğunuz yere gaz ulaşmış olmalı. Hay aksi... Olduğunuz yerden hemen kalkınız arkadaşım çok geç olmadan sandalyeye oturunuz, anlaşıldı mı?” Çevresine döndü bir küfür salladı,

“Hay ben sizin yapacağınız işin... Adam gitti gider...” Bana döndü:

“Toparlandınız mı beyefendi?”

            “Ben ölmek istiyorum amirim... yaşamak değil” dedim kekeleyerek. Adam telaşla:

“Aklından çıkar artık şu pis düşünceyi.. Bak arkadaşlar sana ne diyorlar? Bak hepsi çok etkilendiler senin bu durumundan... Bak, bak, bak. Şimdi polis yardım sandığından bir miktar parayı çekip, senin ihtiyaçların bir süre karşılansın diye sana vermeyi düşünmüşler. Sağ olsunlar.. hepsi şimdi bana bakıp kafa sallıyorlar...Ne dersiniz hıı?” Ben hemen itiraz ettim. Komser:

“No, no, no. Hemen itiraz etme, bu bir sadaka değil arkadaşım. İşe girince geri ödersin, ödeyemezsen de canın sağ olsun. Bu para seni bir süre daha  idare eder beyefendi, o zaman zarfında bir iş bulursunuz ümit ederim... Ne dersiniz?”

Nazlanarak, geri ödeme koşuluyla kabul ettiğimi söyledim. Telefondaki komser sevinçle “Oley” bağırdı, telefonu eliyle kapatarak geri plandakilere ağız dolusu küfürü bastı, ve bir şeyler fırlattı. Bunu ben sizden faiziyle alırım gibi bir şeyler söylediğini duydum oradakilere. Tekrar bana döndü:

“Bak şimdi sakin sakin yerinizden kalkınız, pencereleri açınız ve içeriyi adam gibi havalandırınız. Sakın ışığı açmayınız... Biz parayı hazırlayınca onu bir Mac hamburger kese kağıdına koyup, yarın sabah saat tam onda Kurtuluş  Parkının güney girişindeki soldaki çöp kutusunun dibine bırakırız, siz de gidip alırsınız dediğiniz gibi ödemek isterseniz bizi ararsınız bizde aynı yerden alırız... Haydi şimdi toparlanınız. Tamam? Anlaştık mı? Siz de artık şu kötümserlikten kurtulunuz, her şey daha iyi olacak, ok?”

“Beni kandırmıyorsunuz değil mi komiserim. Benim için yıkım olur aksi olursa” diye içimi çeke çeke konuştum. Adam hemen atıldı:

“No bayım noo. Aklınıza bile getirmeyiniz, bu bizim gönlümüzden kopan bir... bir hediyemiz olsun. Şu haça şaşı bakayım bayım çok ciddiyim. Bir insanı hayata döndürmek büyük sevap” derken ahizeyi eliyle kapatıp bir küfür bastı. “Ulan ben sizin yapacağınız işin içine... Adam ölecek ulan... Burda ikna edecem diye anam ağlıyor ulan!”

“Komserim sizi bana Tanrı gönderdi herhalde” dedim, hıçkırarak, “Ama bana iyane değil iş bulun... lütfen amirim”

“O da olur  birgün bayım”

Oysa ben yakaladığım rüzgârdan azami yararlanmanın peşindeyim. Asıldıkça asılıyorum:

“Lütfen, beni ölümden kurtarın, sadaka değil iş lütfedin  efendim. Siz isterseniz yaparsınız efendim” Adamı zorda olsa duyuyorum ağzını açmış milleti kalaylıyor, ama böyle çaresiz bir adamın yüzüne telefonu kapatamayacak kadar yufka yürekli bir adam. Hafiften hafife “kapat ulan şu telefonu” seslerini de duyuyorum.

“Masanın üzerine çıkmış, yukarıdaki avizenin kancasına zaten  ipi takmıştım.. aha şimdi  ipi boynuma kement yapıp geçirdim... Amirim size... elveda demek istiyorum, siz çok...çok iyi kalplisiniz... Tanrı size bunun ödülünü elbet verecek. Sağolunuz amirim ama sadakalarla... yaşamam ben” derken aklıma ‘alkışlarla yaşarım ben’ demek geldi ama tuttum  kendimi. ”Onursuz yaşamaktansa ölmeliyim bayım..”

Telefondaki adam telaşla bağırıyor bana mı içerdekilere mi anlayamadım:

“Dur lan dur... Hepinizin... Bayım size demiyorum, sakin olunuz. Bak intiharı Tanrı hiç sevmez bu dünyada ölünecekse ecelinizle ölürsünüz veya  biz temizleriz. Normal yoldan ölmek böyledir değil mi? Bizlerin görevi yaşamaktır, değil mi birader? Madem geldiniz bu dünyaya... Sakin sakin düşünün size bir iş sözü veriyoruz, arkadaşlar olarak, değil mi lan?” dedi. İçeriden gülüşler geliyor kulağıma. Adam ahizeye eliyle kapatıp “Ulan hepinizin ananızı, avradınızı...” sustu.

“Bayım orda mısınız?”

“Amirim gülüyorlar değil mi? Bana gülüyorlar di mi? Gülerler böyle aciz bir sürüngene gülerler, gülsünler anasını satayım.”

Adam öbür yanda yırtınıyor:

“Arkadaşım sana değil, onlar bana gülüyorlar, sakın ha delice bir şey yapma, tamam mı? Lütfen bayım sakin olunuz...” Bu sözleri makinalı tüfek hızında saydı adamım:

“Bayım arkadaşlardan biri bir iş önerisinde bulundu şimdi... Duydunuz mu?”

“Elveda komserim, Tanrı sizi korusun.. ” hemen feryadı patlattım.

“Nee iş mi? Heyy hey hey, düşüyorum lan... Aman Tanrımmm” diyerek paldır küldür kendimi yere attım masadan. Amirim öbür taraftan yırtınıyor:

“Dur ulan lütfen dur... lütfen öldürme lan kendini, şimdi gelirsem oraya ben öldürecemmm ulan...” Bir süre sustum bir sessizlik oldu.

“Alo alo amigo ses ver, lütfen ses ver .”

Düştüğüm yerden telefonu elime alıp soluğumu sıklaştırıp:

“Olmadı amirim, kendimi öldüremedim... Kusura bakmayın amirim, size mahcubum.. Bir an ölüyorum sandım, boynum sıkılırken nefesim kesildi, Tanrım beni affet dedim birden boşa düştüm.... Boynumdaki ip koptu...” dedim hıçkırarak.

“Evde tüpün gazı yok, zehirleyemedim kendimi. Elektrik yok çarpılamıyorum.  Son çamaşır ipi de bana acımadı, ihanet etti...”

“Bir umudum balkonda kaldı amirim” diye ağlamaklı bir sesle konuşuyorum.

“Kes lan şu traşı artık!” diye bağırdıysa da “Lütfen amigo” diye tekrar kibarlaştı:

“Sana iş bulduk  diyoruz, Dinle lan... Dinle bak adamım. Bizim bir adamımız var adı Miguel. Beyaz işi yapar... Ama bizim adamımızdır, bize çalışır... Onun yanında kuryelik işi var münhal. Arkadaş, iyi maaş verir, prim mirim de öylesine. Tamam? Sonra sigorta da yaptırırız. Yılın altı ayında da tatildesin, Bermuda’sı, Hawaii’si gezersin yengeyle. Ne dersin? Haa, arada bir de bize yardım eder, bir el verirsin değil mi? Haa? Nasıl iş?”

“Aman amirim ocağınıza düştüm. Aman kanunsuz felan olmasın...Lütfen, ben onurumla yaşarım” derken telefondaki adam patladı:

“Ulan bu teklife karşılık söyleyeceğin bu mu? Daha bir dakika önce işsiz ve umutsuz, salya sümük ağlıyordun. Ölümü göze almıştın, ölecektin...İp koptu da tessadüfen hayattasın, kanunlu mu kanunsuz mu neyine ulan senin”. Sustu daha sakin yeniden başladı:

“Amigo sen bizim ne olduğumuzu sanıyorsun? Biz namusumuzla yaşarız arkadaş, sana acıdım yardım etmek istedim. Bilesin ki bu telefon kapandığında ne sen beni, ne de ben seni göreceğiz bir daha. Bizim lamaların yaptığı  istihbarat ile Harnovo Büyükşehir Belediyesi Başdanışmanının Başdanışmanı denen lamayı ararken karşımıza sen çıktın,  elimizi uzatalım dedik bu çaresize.. Bizim dünyamız bu, biz hep kuyunun dibindeyiz, ordan bakarız dünyaya, kova dibinden dünya! Ama kanun demiyoruz, kanunsuz demiyoruz yaşamak üzerimize Tanrının emri, ulan biz şerefsiz mıyız? Şeref, ne ulan? Aslolan yaşamaktır. Yaşamak şereftir, hayatta kalırsan zaferdir bizde. Bir yaşayanlar bir de sürünenler vardır dünyamızda” sesi giderek yükselmişti.

“Aloo orada mısın ulen? Yok sana iş, miş lan. Yarın çöp sepetinden alırsın tayınını, o kadar.  Yürrü!” Aleni küfürü bastı.

“Affedersiniz komserim, lütfen beni üzüyorsunuz... Ben iş istedim, zehir satarım demedim, acıyın bana”

Adam artık zıvanadan çıkmıştı, gülüşler ve bağrışlar arasında beni kalaylıyordu.

“Yok lan sana iş, miş! Geber istersen” diye bitirdi ve çat diye kapattı telefonu.

Benim telefonum da kulağıma yapışmıştı artık. Tam o sırada çalışma odamın kapısı ardına kadar açıldı, Mahmur bir çift göz bana merakla bakıyordu. Karım kapıda. Benim masadan atlarken çıkardığım gürültü onu ayağa kaldırmış olmalıydı.

“Kusura bakma canım ayağım masaya takıldı yere yuvarlandım, özür dilerim uyandırdım seni” dedim.

Sersem sersem baktı bir süre   ağzını açmadan döndü gitti uykusuna. Baktım etrafımdaki her şey tepetaklak olmuş, topal ayaklı çalışma masam ve döner sandalyem tepetaklak, kağıtlar, not defterim ve kalemler yerde, ben de yerdeyim. Kafamda bir şişlik, boynumda sabah değiştirdiğim çürük çamaşır ipi, sıkı sıkıya sarılmış, bu arada boğazım da acıyordu. “Ne zaman becerdim bunca şeyi” diye düşündüm. Halâ avucumdaki telefondan vınn sesi geliyordu  yavaşça kapattım.

 


“Ulan amma oynadım rolümü. Tam Oskarlık! Sabah Azro’ya bir ricam olacak... O kim mi? Bizim Azrail! Benim arkadaşım, kankam. Elimizi çabuk tuttup bu adamları Kurtuluş parkındaki çöp sepetine teslimatı yaparken enseleyelim de, başkalarının canı yakmasınlar diyeceğim”


Tam o sırada elimdeki telefon acayip bir ses ve titreşimle çalmaya başladı. Ekran bir ağarıyor bir kararıyor, bazı bazı da gök kuşağı renkler beliriyor, ama arayan ile ilgili hiç bir numara veya ad yok. Buranın telekomünikasyon sisteminde bazı enayilikler olurdu ya böylesiyle ilk defa karşılaşıyordum. “Ulan yine bizim haydut tayfası mı ne?” dedim içimden.

“Alo?”
“Adamım, bana ihtiyacın mı var?” sesi tanıdık ama saat gecenin ikisini geçmiş biri için hiç te çıkaramadım.
“Kusura bakma amigo ama tanıyamadım" dedim Telefondaki ses tuhaf bir şekilde güldü.
“Affedersiniz siz kimsiniz, kimi arıyorsunuz?” dedim.
“Benim ben, adamım! Azro!” dedi karşıdaki kadın erkek arası ses.
“Sen haa? Rüya mı gördün beni amigo, Ayaktasın? Yeni bir telefonun mu oldu, ne iş? Gecenin bu saatinde telefon etmek nereden aklına geldi?” dedim gülerek.
“Ne telefonu amigo? O da ne?”
“Ulan, pardon adamım da, şimdi seninle cep telefonumdan konuşmuyor muyum?”
“Pardon amigo, senin bir sıkıntın olduğunu  hissettim, hemen iletişime girmek için en kolay yolu seçmiş olmalıyım, yoksa bende o dediğinden yok. Ben aklımdan geçiriyorum, tak karşımda sensin. Anladın?.. Sen iyi misin?”
Şaşkınlıkla dinliyorum. Adam telepatik yolla bana ulaşacağıma cep telefonuma ulaşmış, bana iyi miyim diye soruyor. Aptallaştım, bu nasıl bir adam? Ben o adamlarla sıkıntılı anlar yaşarken bu adam...
“Adam değil beyefendi, ben baş melek.. Azrail!”
“Pardon Azrail bey...”
“Bana bey deme lütfen. Ben baş melek Azrail'im. Sıkıntıda mısın diye aradım.”
Yüreğim bu yaşadıklarımdan zaten hareketliyken şimdi taşikardi çarpıntı geçiriyordum. “Şimdi fenalaşacağım,” diye düşündüğüm sırada:
“Sakin ol, Adamım sana bir yardımım olur mu dedim,” diye sakin bir sesle konuştu.
“Tanrı şahidimdir ki biraz önce seni aklımdan geçirmiştim. Ama istersen yarın sabah büroda konuşalım. Olur mu?”
“Pardon amigo! Sen şimdi uykuya mı dönüyorsun? Aklıma bir fikir geldi elimde bir şişe Kevser suyu var geçen gelişimde Duty Free’den almıştım. Şunu bir dipleyelim mi, ne dersin?”
“Fena olmaz da... Nerede olsun?” dediğim anda Azrail darmadağınık odanın ortasında, başında fötr şapkası, üstünde bej pardösüsü ve  elinde bir kristal şişesiyle beliriverdi. Karım çıksa gelse bu hali nasıl açıklardım? Adrenalin birden tavan yaptı damarlarımda... Evimin çalışma odasının ortasında, O, peydahlanmıştı. Selamlaştık. Elimde kopan ip, boynumda kırmızılık,, saç baş dağınık. Odada ben ve Azrail.
“Merhaba amigo. N’oldu? Kavga mı ettin? Bu perişan halin ne?” dedi. Başımdan geçen olayı kısaca özetledim. Beni anladı mı bilmem ama alaycı bir ifadeyle:
“Neyse, N’olmuşsa olmuş...Şimdi relax, sakin ol. Sıkıntıda olduğun içime doğmuştu. Buraya sana yardıma geldim.  Şimdi  ikimizin de Kevser'e ihtiyacı var, ömrümüze ömür katacağız, tamam?”
O sırada Azro, ben ona bu ismi takmıştım, darmadağınık çalışma odamın ortasında ayakta dikiliyor, mavimsi gözleriyle bana bakarak gülümsüyordu..
 

Sadık Mercangöz

Bağlıca, Ankara, 6 Şubat 2018 3:58   D: 21 Mart 18 saat:10:53                                            

1 yorum:

  1. Güzeel amigo. Rol yapmak bir çok şeyi değiştiriyor gibi.

    YanıtlaSil