Yaz yazıları 3


BEMBEYAZ, DÜMDÜZ, YAMYASSI BİR ŞEY

Bu ne? Ne bu?  Vitrindeki telefon mu muhabbet kahvesi tepsisi mi? Hani vardır ya çift fincanlı porselenden mamul tepsiler. Nedense iki fincan ve tabağı oluyor, onlarında altında yine süslü bembeyaz düz, kenarları hafif kıvrık bir tepsi. Merakla bakıyorum Tezgahtar yan, yan yanıma yaklaşıyor, yardım edip edemeyeceğini sormaya çalışıyor. Sazan gibi atlamadan ilgisiz gibi davranıp, bunun ne işe yaradığını sordum.

Genç adam yukarıdan aşağıya süzdükten sonra açıklamalara başladı. 4.5 G hatta şimdi alt yapı yok ama gelecekte 5. G ye hazır, 64 GB hafıza 4 cameralı vs  3 boyutlu resim, konuştuğunuzda dikte eder,        soru sorarsanız cevap verir falan  filan diye anlatmaya başladı.

“Bu mu? Vay canına...”

“Yook şu, yanındaki” diye kekeledi. Sonra bembeyaz, dümdüz ve yamyassı şeye şaşkınlıkla baktı, baktı:

“Haa bu henüz bugün gelmiş. Benim bir bilgim yok. Bu bölüme bakan arkadaşımı çağırayım benden daha iyi bilgi verir. Öğle yemeğine gitmişlerdi. Şimdi çağırırım” dedi.

Yalnız kaldım tezgahın önünde  Ben halâ merakla bu bembeyaz, dümdüz, yamyassı dikdörtgen şekle bakıyorum. O bana, ben ona.

“Yeni çıkmış piyasaya demek. Yeni bir akıllı telefon olabilir mi? Peki de, üzerindeki iki yuvarlak oyuk ne işdir? Hoparlör olabilir tabii de nerde bunun açma kapaması ve diğer alangirli oyukları veya düğmeleri? Bembeyaz dümdüz bir şey o hoparlörler hariç. Neler çıkardılar piyasaya, Allah bilir daha neler göreceğiz?  Mağazalar insansız olacakmış, ilk denemelerini de Amerikada yapmışlar, televizyonda tanıttılar, tesadüfen gördüm. Belki de rabot tezgahtarları göreceğiz. Japon usulü selam verip hoş geldiniz deyip, eşyaları bıkmadan usanmadan tanıtan ve satış yapabilen güler yüzlü mekanik işçiler. Maaş yok, vergi yok, fazla mesai yok, SSK yok. Geceleri mağazalarda hatta tezgahları başında ayakta uyuyan tam saatinde işyerini açan, grev nedir bilmez köleler...“                                                                                                                                                                                                                                                                     

Önünde bir etiket yok ki o 3. Dünya diliyle yazılmış olan içi kısaltma dolu hiyeroglif benzeri yazıları, elini büke, belini kıra kendi anlayacağım hale getireyim. Diğerlerinde var olan etiketlerde bu dediklerim var ve altlarına da latin rakamlarıyla ederini büyücek yazmışlar işi bitirmişler. Fakat  üçgen ayaklı küçük sehpanın üstünde pırıl pırıl yanan yapayalnız bu “ufo”  kılıklı cihaz eski karikatürlerdeki gibi yazısız, bir kendisi var bir de sehpası, hepsi bu kadar.

Tezgahtar kayboldu, bende başka taraflara bakıyorum gelen giden var mı diye lâkin kimse yok. Mağaza tenha, etrafta kendi başına çalışan tvlerin değişen ekranları dışında hareket neredeyse sıfır. Koca koca lambalar ortalık göz kamaştırıcı. Eşya ve makinalarla dolu, beyaz eşyalar, kara eşyalar, bilgisayarlar, kucakta bilgisayarlar, tvler, küçük, büyük ev aletleri vs. Her raf ve tezgah mal ve araç, gereç dolu ama insanlar eksik. Benden başka iki tezgahtar ve kasada birileri vs.  Dayanamadım mağazanın içinde turluyorum. Tv bölümünde duvarlar ve raflar açık ve demoları gösteren ekranlarla dolu, bazısı sönük, bazısı daha parlak bazıları daha da parlak ama hepsi son derece keskin ve berrak şeyler. Asıl marifet yükledikleri demolardan geliyor tabii ama bilmeyenler markalardan sanırlar. Oradan beyaz eşyalar bölümüne geçtim. Marifetli mutfak eşyaları arasında dolaştıktan sonra buzdolapları ve soğutuculara geçtim ama bir gözüm telefon bölümünde geleni gideni kontrol ediyorum ama gelen kimseyi göremedim, giden de olmadı.

Biraz sonra döndüm geldim vitrinin başına ama gözlerim hayretle açıldı. Bizim alet kaybolmuş, taşıyıcı çerçevesi yerinde ama o yok. Şaşkınlıkla sağa baktım, sola baktım yakında da kimseleri göremedim.

“Ulan bu nasıl gider buradan? Başka bir tezgah mıydı? Başka bir vitrinde görmüş olmayayım? Nereye gitti bu zamazingo? Yoo burasıydı eminim. Evet de bembeyaz, dümdüz, yamyassı şey nerede?” kendi kendime konuşuyordum.

“Buyrun ben Semih size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Ya kardeşim sizden bir bilgi alacaktık bir şey hakkında. Arkadaşınız sizi tavsiye etti. O çağırdı değil mi?.”

“Kim beni çağırdı?”

“ Adını falan bilmiyorum. Burada vitrine bakarken yanıma yanaştı, burda acayip bir şey vardı. Telefon benzeri gibi ama pek de benzemiyordu. Ben sorunca bu yeni bir ürün benim bilgim yok, yardımcı olacak arkadaşımı çağırayım  dedi ve içeri gitti.” Adam bu açıklamamdan ne anladıysa daha fazla sormadan sıvışmaya girişti.

“Bir dakika ilgili arkadaşı çağırayım, Recep beyi” dedi. Daha bir şey söyleyemeden tezgahtar sıvıştı arka kapıya doğru. Sorduğuma soracağıma pişman oldum. Tam arkamı dönüp gidiyordum ki arkamdan bir ses:

“Buyrun beyefendi. Ben Recep” diye seslendi. Ben giderken hafifce dönüp:

“Gerek kalmadı” dedim, yürüyecektim ki arkamadan: “Ben yemeğimi yarım bırakıp geldim beyefendi, ne soracaksanız cevap vereyim, biraz geç kaldım diye darılarak çekip gidiyorsunuz. Buyrun efendim lütfen” dediğini duyar gibi oldum. Hırsla geri döndüm, “Ya kardeşim vitrindeki bir malınızla ilgili bilgi istedim adeta olay oldu”

“Buyrun efendim hangi cihaz?”

“Nah şuradaydı ama şimdi yok. Dalga geçer gibisiniz.”

“Nerdeydi?”

“Şimdi yeri boş!”

“Haa şu boş olan ayağı mı söylediniz? Evet ama oradaki cihazı biz dün sattık, oraya daha bir şey koymadık, oradaki cihazla ilgili nasıl bilgi almak istersiniz, ben anlayamadım.”

“Biraz önce burada bembeyaz, dümdüz, yamyassı üzerinde iki dairesel oyugu olan bir şey vardı. Arkadaşınıza sordum, o yeni geldi, benim bilgim yok arkadaşımı çağıracağım dedi ve gitti.”

“Cahit? Murat? Hasan mı dedi?” Cihazı bıraktık tezgahtar arıyoruz.

“Ya ne bileyim adını. Sizlerden biri işte, tıknazca hafif sakallı. Kaç kişisiniz burda?”

“Yirmi. Peki O Şimdi nerde?”

“Ne bileyim lan. Bana mı soruyorsun seni veya sizlerden birini çağırmaya gitti adam.”

O soruyor ben cevap veriyor oldum sonunda. Kaybolan cihazı anlatıyorum adam şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor.

“Yok öyle bir  şey. Bize böyle bir şey gelmedi” diyor, bende sigortalar atıyor:

“Ulan ben hayal mı gördüm? Arkadaşınız da hayal mı gördü ulan? Gidin bulun Onu..”dedim bağırarak.  “Pişman ettirdiniz ulan sorduğuma... her ne bok ise bırak kalsın, anlaşıldı..”

“Aman beyefendi kabalaşmanın gereği yok... Biz size yardımcı olmak istiyoruz. Siz size bakan tezgahtar arkadaşımızı bile hatırlamıyorsunuz! Olmayan bir cihazdan bahsediyorsunuz, gören kimse yok ortada, hayırdır beyefendi gündüz vakti bir şey mi aldınız. ” diye gülerek dalgasını geçiyor güya. Bunları söylemesiyle hışımla döndüm ki adama bir s..tir çekeyim diye  o sırada gözüme sadece personelin kullandığı kapıdan tanıdık bir yüz peydahlandı, ağzının kenarında bir kürdan.                                                                     “Aha len aradığın tezgahtar. Benim gördüğümü O da gördü. Ona sor!” Yaka paça sürükledi bizimki vitrinin başına adamı

“Evet beyazca dümdüz, tablet gibi bir şeydi, ben daha önce benzer tabletler gördüğüm oldu. Ama bu yeni bir tipti, senin bölümün diye senin bilebilceğini söyledim.”

“Hani nerde?”

“Ne nerde? .... Hayda... Nerde lan o? Şurdaydı. Kim almış onu?”

“Dalga mı geçiyorsun sen benimle?” diye yakasından yapıştı yeni gelenin. Araya girdim:

“Ben anlamaştım zaten alangirli, ufo parçası gibi bir şey olduğunu, gelmesiyle yok olması bir oldu. 10 dakika önce gördüğümüz cisim gayyibe karıştı, breh, breh, breh...”

“Saçmalamayın beyefendi!”

“Ulen çok bilmiş ben kendi gözlerimle gördüğüm bir şey bu. Bu arkadaşın da şahit. Bembeyaz, dümdüz, yamyassı camdan mamul gibi bir şey ayrıca yüzünde iki dairesel girinti mevcuttu, adeta stereo hoparlör girintisi gibi. Nerde şimdi? Kapalı vitrinden kaybolmuş değil mi? Bu normal mi?” dedim. Birbirlerine baktılar tereddütlü ama başlarını salladılar evet dercesine.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

O sırada gözüme  arka ofisden çıkan mavi önlüklü bir kadın takıldı. Kadın kasaların olduğu yere doğru elinde küçük bembeyaz, yamyassı  bir tepsi ve iki adet rakı bardağı benzeri su bardağını götürüyordu.Trink dedi Jeton sesi kafamın içinde.

“Şu kadın ne yapar? İşi nedir burda?” diye alçak sesle sordum.

Burada temizlik ve getir götür işlerini yapar. açıldığından beri çalışır, yerlerin ve vitrinlerin temizliğine de bakar dediler. Vitrinlerin alarmını ayrı ayrı keserlermiş ki cam temizleyicilerle içini dışını pırıl pırıl yaparmış bu emekçi... Vitirnin kısım amiri yemeğe çıkmadan önce temizliğe izin verdiğini söyledi. Elindeki ne peki?  Kadıncağız söze başladı:

“Ben de elimdeki  su tepsisini orya kodum, bu üç vitrini bi güzel parıldattım, sonra yimağa gittim, yemeğ sonrası tepsiyi koduum yirden aldım idi. Onu mu konuşursunuz? Bembeyaz, dümdüz yamyassı emme bardaklar için yuva yapmışlar, bek güzel, Geçen gün müdürüm istedi, karşıda Cam bardak mağazası var ya urdan aldım takım olarak bek de ucuza geldi...”   

Sadık Mercangöz Artur, Burhaniye, 25 Ağustos 2018  06:44                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           

1 yorum: