TWEETER
SAVAŞLARI
Adamım odamın kapısını tıklatmasıyla
içeriye dalması bir oldu. Yüzü al al, ağzı kulaklarında sırıtaraktan masamın
başında belirdi. Yabancı değil benim yeğenim olur.
“Ohaa.. Yuh!” dedim...“Çık ulan dışarı, kapıyı çal, ben gel
deyince, gel, lama çobanı!”Fırladı dışarı çıkmasıyla, dışarıdan kapıyı tıklatması bir oldu. Ben ‘geeel’ diyene kadar adam masamın başına gelmişti bile:
“Günaydın patron!”
“Patron değil amigo, ben senin Bölüm Başkanınım”
“Günaydın Bölüm Başkanım, iyi sabahlar” diye karşımda sırıttı yine:
“Ne var len? Nedir bu seni uçuran olay?” Daha sözümü bitiremeden atışa başladı adamım:
“Saygıdeğer Bölüm Başkanım, son tweeti gördün mü? Adam küstahça tahrik ediyor bizim Grand Presidenti... Neyine güvenir bu moron, IQ fukarası. Baksana ne demiş bu ileri geri zekâlı” diye sırıttı.
"Tweet ne uyanık?”
“İnternette yazılan mesaj”
Ben onun artık ne söyleyeceğini dinlemeden
benim gazetecilikten kalma laptop çokbilmişimi çalıştırdım. Konuşmaya devam
ediyordu ama onu dinlemiyordum gözüm salına salına, aheste, beste açılmakta
olan diplomat çanta büyüklüğündeki dizüstü çokbilmişimde, açılsın diye bekliyorum. Sonunda makinam bütün haşmetiyle açılınca,
hemen üstüne atladık, fakat İnternet felaket ağır açılıyordu. Altyapı iflah
olmazdı bizde. İdareciler alt yapı yapmak yerine görünen üst yapı yatırımlarını
yaparlar, masal ve mitoloji parkları, alt üst geçitler vs. gibi şeylere para
dökerler. Sonra bahar sağanaklarında alt geçitlerin içinde arabalar kalır,
insanlar boğulurdu yetersiz altyapıda biriken sulardan. Halbuki meteorolojik
kayıtlarımız bundan ta yüz elli yıl önce
Alfonso Baba’nın hatıra defterindeki kayıtlarla başlar bizde. Adam günü
gününe kaydetmiş defterine hava olaylarını:
“Öğleden sonra yağan yağmur, Marta’nın
çamaşır leğenini yarım dakikada doldurdu, müthişti böylesini on yaşımdan beri
hiç görmemiştim” ya da:
“Şubatın 11 de çamaşır ipine asılan yıkanmış iç donum tam 1 dakikada kurudu. O kadar ısınmıştı ki kıçıma giyemedim. Bu sıcaklık bir rekor bu Şubat ayı için” veya
“1866, Ağustos 10. Bugün sabahtan başlayan kar hiç aralık vermeden akşama kadar devam etti, o kadar yığıldı ki üç ayak kalınlığa eriştiğinde, arka bahçedeki ahırın çatısı çöktü. Altında kalan atları iki saat çalıştıktan sonra kurtardık. Bu bir afetti” diye kayıtlar düşmüş tam 40 sene boyunca.
O yüzden bizim burada yıllarca hava tahminleri yapmak kolaydı. Aç Alfonso Babanın kayıtlarını, yüzde seksen tuttururdunuz. Ama bu gün delinen ozon tabakası bizim meteorolojik tahminlerimizi alt üst ediyor, maalesef.
Öte yandan Patalonya, bilgi çağına balıklama girdi özel şirketler sayesinde. Bizde bilginin kırıntısı yok, “Olsun amigos, nasıl olsa birgün olur” ayaklarında herkes. Fiber öncesi internet alt yapısını kurdular, bize de hayli kallavi bir fatura takarak ve siyah beyaz olan tv yayınımızı renkliye terfi ettirdiler, ardından renkli tv cihazları sattılar bizlere. Tabii alacaklarına mahsuben uyuşturucu takası yapmayı da ima ettiler.
Borçlarımız için ülkenin belli başlı ailelerinin garantisini istediler, onlar da nazik bir şekilde “Vatanımıza feda olsun!” dediler. Bizim memlekette ne yaparsanız “Her şeyi vatan için” yaparsınız. Bir dükkan açarsınız mesela butik olarak çalıştıracaksınızdır; açılış kurdelesi kesilir “Vatana, Millete hayırlı, uğurlu olsun” deriz,. Futbolcularımız hangi milli maça çıkarsa çıksın, vatanı ve milleti en iyi temsil edeceğiz derken çıkar, aylığını vermemiş olursanız sahaya adımlarını atmazlar aslında. Adam Amerikanya’da bir mağaza açar mesela avuç avuç para kazanır “Milletimizi en iyi şekilde temsil ettik” der. Bizim millet vatanlarını çok severler ters bir ses çıkarsa “Kansız vatan haini” olur hemen. Bizim adama döndüm.
“Şimdi bana tek tek anlat neler oldu?”“Şubatın 11 de çamaşır ipine asılan yıkanmış iç donum tam 1 dakikada kurudu. O kadar ısınmıştı ki kıçıma giyemedim. Bu sıcaklık bir rekor bu Şubat ayı için” veya
“1866, Ağustos 10. Bugün sabahtan başlayan kar hiç aralık vermeden akşama kadar devam etti, o kadar yığıldı ki üç ayak kalınlığa eriştiğinde, arka bahçedeki ahırın çatısı çöktü. Altında kalan atları iki saat çalıştıktan sonra kurtardık. Bu bir afetti” diye kayıtlar düşmüş tam 40 sene boyunca.
O yüzden bizim burada yıllarca hava tahminleri yapmak kolaydı. Aç Alfonso Babanın kayıtlarını, yüzde seksen tuttururdunuz. Ama bu gün delinen ozon tabakası bizim meteorolojik tahminlerimizi alt üst ediyor, maalesef.
Öte yandan Patalonya, bilgi çağına balıklama girdi özel şirketler sayesinde. Bizde bilginin kırıntısı yok, “Olsun amigos, nasıl olsa birgün olur” ayaklarında herkes. Fiber öncesi internet alt yapısını kurdular, bize de hayli kallavi bir fatura takarak ve siyah beyaz olan tv yayınımızı renkliye terfi ettirdiler, ardından renkli tv cihazları sattılar bizlere. Tabii alacaklarına mahsuben uyuşturucu takası yapmayı da ima ettiler.
Borçlarımız için ülkenin belli başlı ailelerinin garantisini istediler, onlar da nazik bir şekilde “Vatanımıza feda olsun!” dediler. Bizim memlekette ne yaparsanız “Her şeyi vatan için” yaparsınız. Bir dükkan açarsınız mesela butik olarak çalıştıracaksınızdır; açılış kurdelesi kesilir “Vatana, Millete hayırlı, uğurlu olsun” deriz,. Futbolcularımız hangi milli maça çıkarsa çıksın, vatanı ve milleti en iyi temsil edeceğiz derken çıkar, aylığını vermemiş olursanız sahaya adımlarını atmazlar aslında. Adam Amerikanya’da bir mağaza açar mesela avuç avuç para kazanır “Milletimizi en iyi şekilde temsil ettik” der. Bizim millet vatanlarını çok severler ters bir ses çıkarsa “Kansız vatan haini” olur hemen. Bizim adama döndüm.
“Saygıdeğer başkanım, Langurya Presidentiyle bizim Grand President tweteer’da tanışmışlar..”
“Tweeter da ne amigo? Bar mı? Cafe mi”
“İnternet var ya orada bir yazışma sitesi, oraya yazılıp mesajlarını bütün dünyaya yayıyorsun.”
“Kime?”
“Herkese açık başkanım. Langurya başkanı da oradan bir mesaj sallamış, bizdeki danışmanlardan biri görmüş, Bilirsin Başkan uğraşmaz İnternetle filan, gitmiş Grand President’e bilgisayardaki mesajı göstermiş” diye sırıttı. Arkama yaslanıp düşündüm.
Biz And
dağlarında onlar Atlantik kıyısında yani aramızda kuş uçusu 3000 km, nehir
yoluyla 4000 km uzaklık ve koca Brezilya devleti olan yani ortak sınırımız bile
olmayan bir devletçikle ne gibi
sorunumuz olabilirdi. Biz uyuşturucu ile onlar inci ve süngercilikle uğraşan
Allah'ın bile defterden sildiği yerlerde de debelenen iki ebleh topluluk…
“Bir adi hırsızlık suçuna karışmış onların
fahri konsolosu Harnovo’da. Bizimkiler atmışlar içeri, senesi gelmiş daha
mahkemeye çıkmamışmış. Bizde normal tabii. O da ‘Mahkemeye bir an önce başlayınız
lütfen. Mahkeme sonunda suçlu bulunursa onu bize teslim ederseniz cezasını
burda çeker’ demiş. Bizim Grand President de ‘Sana ne gavat. Bizim iç
işlerimize karışamazsın efendi’ demiş. Bilirsin gavat bizde bir samimiyet
ifadesi sayılır ama karşı taraf nasıl anladıysa, O da bu gün cevaplamış işte!”
“Ulan geveze kuş. Yerin kulağı var,
duyulursa seni San Sabestian’a kapatırlar, orada kök salarsın beyinsiz” dedim ama meraklandım
da bayağı.
“Bul
şunu bana!” “Tam adı neydi Onun?” Adresi yazdık ve nihayet. Evet, Langurya’nın Presidenti Orson Welles’in penceresi karşımızda. Annesi Orson Welles hayranı olduğundan çocuğuna onun adını koymuş doğduğunda. Kıvırcık esmer kaşalot gibi bir adam. Güler gibi yapmış resminde ama aslında diş macunu reklamında gibi. Yazışmaları bir nefeste okudum.
O W President: Benden selam olsun Patalonya Beyine.
Kervanımız yolda!!!(fr, Fransızca yazmış)
Patolonya Beyi: Gelsinler burada aygırlar sıkıntıda… J (Por)O W President: Anlayış fukarası…Pardon Fransızca bilmediğinizi unutmuşum. (Portekizce yazmış)
Patolonya Beyi: Parlez-vous francais?
O W President: “Caravan” bizim füzelerin adı olduğunu duydunuz mu mösyö? Halis Fransız malı...
Patolonya Beyi: Montgolfier mi yapmış? Şarapnel yerine bonbon
doldurmuştur!?
Uzunca bir boşluktan sonra:
O W President: Geçmiş olsun
Patalonya beyi, yol açılışını yapamamışsınız, üzüldüm. (Por)
Patolonya Beyi: O satılmışlar senin adamın mıydı?
O W President: Bızzrrt… cızzrt
Neyi
kastetmiş anlaşılmıyordu, Bizimki uzun bir süre düşünmüş herhalde, susmuş bir halde kalmıştı. Telefonum
çaldı Başkanlıktan beni çağırıyorlardı. Başkanın odasına gittim. Neşeyle;
“Günaydın Başkanım” dedim.“Gel amigo günaydın. Saygıdeğer President bizden bir yardım ister.. Şimdi saraya gidiyoruz. Sabah trafiğine dalmamak için havadan uçacağız ahbap!” dedi. Portmantodan ceketini alıp giydi, kravatını düzeltti. Ben de şöyle bir gözden geçirdim kendimi, rayban gözlüğümü yerleştirdim burnumun ucuna ve parmağımla geriye doğru ittim, adettir.
Sarayda heliportta bizi mabeyinci karşıladı, o önde biz arkada yan çalışma yazıhanelerinin olduğu kapıdan daldık saraya. Benim saraya bu ilk gelişim, ne yalan söyleyeyim gördüğüm şatafat, gösteriş karşısında dilim tutuldu, çarpıldım. Biraz da hüzünlendim.
Mabeyinci aynalarla süslenmiş duvara doğru yürüdü gitti, biz de peşinden. Duvardaki aynalar açıldı ve biz içine girdik, bir asansör…hangi kata bastı fark edemedim ama aşağı doğru yarım düzine yukarıya da bir düzüne düğme sıralanmıştı. Her şey özel düzenlenmişti. Özel çalışma katına geldik, aynalı koridordan yürüyüp Grand President’in odasına girdik. Bizimki ceketini çıkarmış kocaman gül ağacından yapılma çalışma masasında oturmuştu, bize karşısındaki deri koltuklarda oturanların arasında yer gösterdi. Oturmadan önce Belediye Başkanı beni takdim etti. Adamcağız beni şöyle yukarıdan aşağıya süzdükten sonra elini uzattı. Hemen atıldım:
“Sizinle tanışmaktan onur duydum efendim” dedim.
“Hoş geldiniz, oturun” dedi gayet soğuk ve ürpertici bir sesle. Sinirliydi, tikleri beliriyor, sonra kayboluyordu yüzünde. İçimden:
“Tam zamanında gelmişiz” dedim.
Boş koltuklardan birine tam Başkanın karşısına otururken baktım yanıma da Belediye başkanı oturmuş. Sağdan itibaren masaya en yakın Başbakan, yanına Savunma bakanı ve Ordular Başkomutanı, onun yanına da gezide olan Dışişleri bakanının yerine yardımcısı gelmişti.
“Başkan yolun tamiri bitti mi? Bittiyse bizi davet etmeyecek misin, bir tören yapalım?”
“Emriniz olur sayın Grand President. Siz programınızı bildirirseniz, gecikmemizin acısını çıkartırız.”
İki hafta sonra yapılması konusunda talimatı aldı bizim Başkan. Aniden mavi gözlerini üzerimizden bir projektör gibi dolaştırdı.
“Bu patlamanın ardında çok şey var, derinlerde… Ucu ta Langurya’ya uzanıyor” dedi, alçak sesle. “Kendi itiraf etti… Bu gün bana kinayeli bir mesaj göndermiş” diye fısıldadı. İşaretle odayı karartıp duvara yansıyan projektör ile sabah bana aslan parçasının gösterdiği mesajları O da perdede gösterdi.
O W President: Geçmiş olsun
Patalonya beyi, yol açılışını yapamamışsınız, üzüldüm. (Por)
Patolonya Beyi: O satılmışlar senin adamın mıydı?
O W President: Bızzrrt… cızzrt
Başkaca bir şey yok. Bizim başkan bundan
yola çıkarak patlamanın failleri Langurya casusları demeğe getirmişti. Başkan
ve Başbakan uyum içinde başlarını salladılar. Dayanamadım:
“Başkaca bir delil var mı, bundan başka?”Birden bütün başlar bana doğru döndü. İçimden “İyi halt ettin oğlum” dedim.
Grand President ki yirmi yıldır Başkanımızdı, seçimle geldikten sonra bir daha seçim meçim yapmadan erteleye, erteleye işi idare ediyordu. Parlamento futboldaki yedek kulübesine dönmüştü. Başkanın ihtiyacı olursa oradan hükûmete adam atıyordu. Millet vekilleri de hayatlarından memnun, bu şartlar altında onlarda seçimsiz sisteme alıştılar. Muhalefet? Bu yirmi yıl içinde muhalefet milletvekilleri de teker teker istifa edip Başkanın partisine katılmışlardı. Herkes memnun. Halk asgari ücrete talim, biraz fazla kazanmak isteyenler Uyuşturucu kartelindeki plantasyonlarda yerlerini alıyorlardı. Bazı bozguncu ve vatanı “Dağlılar ve Ovalılar” diye bölmek isteyen münafıklar Grand President’in de uyuşturucuyla ilişkisi var diye fesatlık yapıyorlardı da akıllı halkımız bunlara prim, mirim vermiyordu.
Grand President durdu bana baktı:
“Haklı olabilirsin ama hedef bendim o patlamada. Oldukça profesyonelce hazırlanmıştı. Anti tank mayını kullanılmıştı. O gavatla ilk konuşmamızdan tam bir hafta sonra bu tören ve patlama gerçekleşti. Bu yazışmada Kavat konsolosun serbest kalması sizin bizim menfaatimize yazmış ancak bir iki gün sonra mesajını silmiş, patlamadan sonra daha derinlemesine bir araştırma yapamadık. Evet şimdi düşüncen ne?”
Ben içimden “Aha şimdi papazı çektim” dedim.
“Saygıdeğer Grand President acaba mayının menşeini tespit ettiler mi?”
Savunma bakanı ve Genel komutan açtı elindeki dosyayı:
“Rus malıymış” diye ciddi bir sesle cevap verdi… Ben Başkana baktım, sonra Grand President’e. O zaman onların yapmasından ziyade Amerikanya İstihbaratı CIN daha makul görünüyor gibi geldi bana efendim. Yolun üst yapısını bozmadan altına mayın yerleştirmek için gelişmiş teknolojik aletler gerektirir diye düşünürüm…” dedim ama ter içinde kaldım, ruh halini anlamak için yüzüne bakıyorum.
“Onu biz de düşünmüştük” dedi kısaca. “Ama bu Gavatın bugün söyledikleri beni huylandırdı”.
Savunma Bakanına döndü. “Gerekli hazırlıkları yapınız” dedi. Adam ayağa fırladı:
“Baş üstüne efendim!”
“Bizim “Lobo branco”yu devreye sokalım” diye ağır ağır söylendi. Bakan olur dedi.
Bu Lobo branco dedikleri uzun menzilli güdümlü “beyaz kurt” dediğimiz füzemizdir. Her milli bayramda bayraklarla süsleyip geçit töreninde gösterilir, alkışlarla gezdirilerdi. Ama sadece bir tane. Paramız ona yetmiş herhalde bir tanecik alınmış ve 15 senedir bizdedir. Çalışır mı belli değil. Ama olsun bir tane sallayalım da kudretimizi görsünler görüşü hakim Grand President’te.
“Menzilimiz 1000 mildir. Yani o kadar gidebilir. Buradan atılırsa Amazon ormanlarına düşer Başkanım” dedi Savunma Bakanı ve Kuvvetler komutanı. Grand President birden celallendi.
“Ne demek 1000 mil? Neden daha uzağa gidenini almadınız? Basiretsiz adamlar! Şimdi N’olacak? Hıı?” Adam kızmaktan kıpkırmızı kesildi.
“Affedersiniz başkanım ama bunu bize bedavadan Amerikanya Devleti sizin Başkan oluşunuzun beşinci yılında zat-ı alinize hediye etmişti. Hatırlarsanız.”
“Büyükelçiyle görüşün bunu daha uzak menzillisi ile değiştirin. Ya da birkaç tane yenisini versinler, Ortadoğu'da düzinesi viski parasına gidiyor. Alırız almasına ama orası kör lamanın gezindiği yer. Oradan gelmesi aylar sürer. Bir kolaylık yapsınlar. Anlaşıldı değil mi?”
Başbakana baktım araya girmemek yiğitliğini gösteriyordu ki ibre onu gösterdi.
“Yarın bu akıllıyla beraber sen de gideceksin Büyükelçiye ve durumu anlatacaksınız, OK? Çözmeden gelirseniz kendinize Park ve Bahçelerde yer beğenin. Anlaşıldı mı?... Oturun!” diye bağıdı.
“Baş üstüne sayın Başkanım” kelimeleri dudaklarına yapışmıştı adeta zor duyuldu. Her ikisi de koltuklarına adeta çöktüler. Grand President, Harnovo BB Başkanına döndü:
“Bana bak Başkan size on dakika süre! Siz de gidin bu tweeter mesajına bir cevap bulup gelin!”
Yan odada oturduk Belediye Başkanımla beraber,. “Bunları Park ve Bahçelere gönderirse bize de Mezarlıklarda yer bulur” diye mırıldandı Başkanım. Adamım tırsmıştı.
“Bak her şeyden önce bizden daha iyisi bulunmaz Başkanım. Ben de gönderilecek cevap hazır…Langurya ekselansları son söz olarak, ‘bızzzrt cızzırt’ demişti ya. Adam alay etmek istemiş, bir şey yapamazsın diye. Cevabımız şu olmalı derim." dedim. Başkanım biraz kararsız ama aynı zamanda çaresizdi de.
Huzura döndük. Bakanlar ve Ordular Komutanı gitmişlerdi. Başkan yüzünü pencereye dönmüş oturuyorken ne yaptığımızı sordu:
“Cevabı buldunuzsa bana da söyleyin” dedi. Bizim Belediye Başkanımız sıyırmak için beni ileri sürdü:
“Adamın, affedersiniz Saygıdeğer başkanım, Adamın bizi trışkaya alır gibi bir havası var. Ben de bizim onu aşağılamamız gerektiğini düşündüm. Bu aşağılamayı en alt seviyeye indirmek, ama bunu yaparken de nezaketimizi bozmadan asilce cevaplamamız gerekir. Sizin onun seviyesine inmenize asaletiniz müsaade etmez ve cevabın aynı zamanda uluslararası camiada da diplomatik bir lisan olması bize puan kazandıracak olmalı diye baktım bu cevaba, İngilizlerin yaptıkları gibi ekselans…” diye tamamlarken Ekselansları sabırsızlıkla seslendi:
“Yeter! Açıklamaların iyi ancak slogan başarılı olmazsa bir anlamı olamaz. Öyle değil mi?” Gülümseyerek tane tane söyledim:
“Onu öyle demezler,
Peynir ekmek
yemezler.
Ben de seni ….
Bana da Patolonyalı demezler!”
President şöyle bir daldı ufka doğru,
bir kaç dakika öyle kaldı.
“Dinleyince fena gelmedi kulağıma. Gençliğimde mahalli ligde futbol oynarken den hatırlarım. Noktalı kısma ne yazılması gerektiğini bütün Güney Amerikalılar bilir. Biz yazmayacağız okuyunca okuyan kişi akıldan tamamlayacak! Harika amigo…”
Özel kalemini çağırıp ona yazdırdı cevap olarak ne yazılacağını. Bana döndü:
“Senin saksı çalışıyor ha amigo? Bak, Amerikanya’lılar istediğimiz füzeyi vermezlerse sence ne yapalım bu füzeyi sallamak için?
“Saygı değer başkanım, elinizde uzunca bir sırık olmasına rağmen istediğiniz meyveye ulaşamıyorsanız, yapılacak şey bir merdivene çıkarak ulaşmak olmalıdır, değil mi? Langurya’ya ulaşamıyorsa bu füze, biz de onu menziline kadar taşımalıyız. Bizi oraya götürecek yol da Ormanlardan geçen Amazon'a katılan lumbago nehri. Her gün Pazar kayıkları nehirden Brezilya’ya geçiyorlar, büyükçe bir Pazar kayığı hazırlayıp bunu Lagunya’ya kadar götürüp menzile varınca...”
“Benim düşündüğümü dile getirdin. Bravo amigo..”
“Saygıdeğer Başkanım, yalnız bu hareket Brezilya ile aramızı bozar diye düşünürüm. Biz oraya yaklaşıp füzeyi sallayınca, Brezilya denen dev şöyle bir kıpırdanır, affedersiniz bizi sallar!”
“Haklısın. Orası benim de aklımda. Ama gavat elimizden kurtulacak… Ya, aynı fikir O gavatın da aklına gelirse?”
“Bizim topraklarda çıkan nehrin Brezilya’ya açılan ağzını, suyun 1 metre altından bomba tuzaklı bir çelik ağ ile kapatmalıyız, derim.” Durdum. “Siz daha iyi bilirsiniz ama sayın ekselansları, Harnova sınırdan 600 km içeride kalır, Onların menzili tabii teyit etmek lazım ama 500 km civarında. Menzile girmesi için füzenin bizim sınırı geçmesi, içeriden ateşlenmesi lazım. O zaman bu tuzak onları havaya uçurur. Bingo!” dedim.
“Bence konu o düzeye varmadan Tweeter mi her neyse, o seviyenin üstüne çıkmayacaktır. Potin’le Kramp da ağızlarına geleni söylüyorlar masa başında. Ama o kadar…”
“O.Welles gavatı bu tekerlemeyi hayatı boyunca unutmayacaktır!” Baktım bizim Belediye başkanı gevşemiş koltuğa yayılmış bana gülerek bakıyordu. Sınavı geçtim her halde dedim içimden. Grand President’in ağzı kulaklarında beni kutladı.
Ertesi gün gazeteler “Langurya’ya posta attık” başlığıyla çıktı, adeta ulusal bayram ilan etmişlerdi:
“Dinleyince fena gelmedi kulağıma. Gençliğimde mahalli ligde futbol oynarken den hatırlarım. Noktalı kısma ne yazılması gerektiğini bütün Güney Amerikalılar bilir. Biz yazmayacağız okuyunca okuyan kişi akıldan tamamlayacak! Harika amigo…”
Özel kalemini çağırıp ona yazdırdı cevap olarak ne yazılacağını. Bana döndü:
“Senin saksı çalışıyor ha amigo? Bak, Amerikanya’lılar istediğimiz füzeyi vermezlerse sence ne yapalım bu füzeyi sallamak için?
“Saygı değer başkanım, elinizde uzunca bir sırık olmasına rağmen istediğiniz meyveye ulaşamıyorsanız, yapılacak şey bir merdivene çıkarak ulaşmak olmalıdır, değil mi? Langurya’ya ulaşamıyorsa bu füze, biz de onu menziline kadar taşımalıyız. Bizi oraya götürecek yol da Ormanlardan geçen Amazon'a katılan lumbago nehri. Her gün Pazar kayıkları nehirden Brezilya’ya geçiyorlar, büyükçe bir Pazar kayığı hazırlayıp bunu Lagunya’ya kadar götürüp menzile varınca...”
“Benim düşündüğümü dile getirdin. Bravo amigo..”
“Saygıdeğer Başkanım, yalnız bu hareket Brezilya ile aramızı bozar diye düşünürüm. Biz oraya yaklaşıp füzeyi sallayınca, Brezilya denen dev şöyle bir kıpırdanır, affedersiniz bizi sallar!”
“Haklısın. Orası benim de aklımda. Ama gavat elimizden kurtulacak… Ya, aynı fikir O gavatın da aklına gelirse?”
“Bizim topraklarda çıkan nehrin Brezilya’ya açılan ağzını, suyun 1 metre altından bomba tuzaklı bir çelik ağ ile kapatmalıyız, derim.” Durdum. “Siz daha iyi bilirsiniz ama sayın ekselansları, Harnova sınırdan 600 km içeride kalır, Onların menzili tabii teyit etmek lazım ama 500 km civarında. Menzile girmesi için füzenin bizim sınırı geçmesi, içeriden ateşlenmesi lazım. O zaman bu tuzak onları havaya uçurur. Bingo!” dedim.
“Bence konu o düzeye varmadan Tweeter mi her neyse, o seviyenin üstüne çıkmayacaktır. Potin’le Kramp da ağızlarına geleni söylüyorlar masa başında. Ama o kadar…”
“O.Welles gavatı bu tekerlemeyi hayatı boyunca unutmayacaktır!” Baktım bizim Belediye başkanı gevşemiş koltuğa yayılmış bana gülerek bakıyordu. Sınavı geçtim her halde dedim içimden. Grand President’in ağzı kulaklarında beni kutladı.
Ertesi gün gazeteler “Langurya’ya posta attık” başlığıyla çıktı, adeta ulusal bayram ilan etmişlerdi:
“Onu öyle
demezler, sayın Başkan dedik..”
Sadık Mercangöz
1 Mayıs 2018 saat 12:20 Bağlıca
Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder