Bristol Nisan 2020
Dostum Tamer Gök’e
Makine ensemin derisini yolmasın diye berberin sürdüğü vanilya kokulu pudraher seferinde beni hapşırtıyor. Bir türlü alışamadım gitti. Daha koltuğa otururken
kendisini uyarıyorum ama ne fayda? Unutmuş numarasına mı yatıyor, ne boksa,
daha ben ‘’dur!’’ diyemeden bir avuç pudrayı yakamdan içeri boca ediyor.
Yaşlı başlı birisi bu berber. Adı Rahmi. Babamın berberiydi. Sünnetçiydi de aynı
zamanda. Rahmetli babam beni çocukken ona götürürdü. Sünnetimi de o yaptı. O
yüzden o zamandan beri başka berbere gidemiyorum. Daha doğrusu bir iki kez
denedim. Çarşı içinde en az beş tane daha berber var. ‘’Berber berberdir, bu adam
kuş kondurmuyor ya’’ diyerek öbür köşedekine gittim. Rahat gelmedi koltuğu
nedense. Traşını da beğenmedim. Üstelik bir gece rüyamda rahmetli babam
mezarından seslenip ‘’niye Rahmi’ye gitmiyorsun, yoksa öldü mü?’’ demez mi? !
Vanilya kokulu pudrayı babama anlatayım diye öyle çabaladım ki karabasan oldu
rüyam. Kan ter içinde uyandım. Kendi kendime ‘ ‘pudraysa pudra, kahrolası !’’
dedim. Deyiş o deyiş. Yıllardır bir daha da tövbe başka berbere gitmedim. Ben
oldum orta yaşlı. Berber Rahmi ise nereden baksan seksenin üstündedir. Ne kalfa
yetiştirdi yanında şimdiye kadar ne de çırak tuttu. Dükkanı kendi süpürür,
havluları kendisi yıkar, asar, kurutur, toplar, katlar, kaldırır. Ustura kullandığı
zamanlarda usturasını kendisi bilerdi. Şimdilerde delikli yerinden çıt diye ikiye
böldüğü yarım jileti usturaya benzer bir zamazingoya takıp onunla sakal traşı
yapıyor. Tek değişiklik o. Dükkana saç traşı için elektrikli makine hiç almadı. Traş
suyunu bile yaz kış kenarda duran gaz sobası üstündeki emaye çaydanlıkta
ısıtıyor. Elle çalışan, kırt kırt sesli traş makinelerinden öldürsen vazgeçmedi gitti.
Vazgeçeceği de yok. Ensemi pudraya boğması işte bundan. Eski püskü
makinelerinin bıçakları öyle körelmiş, araları öyle açılmış ki ikide birde insanın
cildini kıstırıp kanatıveriyor. Pudra işte o olasılığı azaltıyor. Makine pudralanmış
derinin üstünde daha rahat hareket ediyor, hart diye vampirlik yapmıyor. Gel
gelelim hapşırmadan traş olamıyorum. Yakınmanın da yararı yok. Neyse, bu sefer
de üç beş hapşırıkla atlattık ya. Çıkayım temiz havada biraz dolaşayım. Pudra
allerjisine iyi geliyor.
Şu meydandaki çınar ağacı binbeşyüz yaşındaymış. Çüş! Binbeşyüz yıldır burada
mı yani şimdi bu ağaç? Nerden biliyorsunuz ‘lan? Sanki kendiniz mi diktiniz,
hamşolar? Binbeşyüz yaşındaymış. Yüz falan deseniz hadi gene insan belki inanır
ama binbeşyüz derseniz şöyle bi durun bakalım. Ne bu böyle? Dilinize kolay
geliyor, sallıyorsunuz herhalde. Bin beş yüz yahu, yüz değil üçyüz değil, bin değil.
Hani ağacı kesip de ne bileyim hani o göbeğindeki halkaları falan sayıyorlarmış ya,
onu yapmışlar mı? Yooo.. Yapsalar ağaç zaten gitti, öyle değil mi? E, nerde
binbeşyüz yılın delili? Yok. Ben görmeden inanmam. Haa, ötekiler başka. Onlar
görmeden allaha bile inanır ama ben, ı-ıh. Tamam, anladım, büyük, görkemli falan
bir ağaç ama bin beş yüz yıl da görkemli.
Aa! Bak geçen haftaya kadar deniz kenarında şu oturacak yerler yoktu. Yeni
koymuşlar. İyi olmuş gerçekten. Öyle göstermelik bir iki tane falan da değil,
baksana, epey var. Ne güzel. Oh yahu, nihayet iyi bir şey gördüm çevremde. Yoksa
git gide kendimden kuşkulanmaya başlamıştım, acaba ben mi herşeyi olumsuz
görüyorum artık diye düşünüyordum. Örneğin, şu tramvay hattı yalı caddesinin
bir o tarafına bir bu tarafına geçiyor ya, o ne öyle yaa? Tramvay geçeği zaman
haydaa trafik duruyor, bekliyor. O da bekliyorsa tabii. Kimisi ‘’ohoo tramvay
gelene kadar ben kırk defa geçerim’’ diye fırlıyor sıradan, zırt diye öbür tarafa.
Valla bir gün çok kötü bir kaza olacak, demedi demeyin.
Ben işsizim. Daha doğrusu, çalışmak zorunda değilim, hem annemden hem de
babamdan bana yeterinden fazla mal mülk kaldı. Kiralar miralar, gelirim var yani.
İstesem çalışırım da para kazanmak zorunda olmadığım için etraf benim kadar
şanslı olmayanlarla doluyken başka birinin daha çok işine yarayacak bir işi neden
işgal edeyim, değil mi? Üstelik tembelim de. Çalışmak istemiyorum, işte o kadar.
Oturduğum yer bir apartmanın zemin üstü dedikleri dairesi. Önünde yoğun trafikli
bir bulvar var. Her gün, bütün gün, her saat değişen bir tempoyla hayat akıp
geçiyor bulvardan. Özel okulların paralı servisleri sabahın köründe daha tam
uyanamamış bebeleri topluyorlar, neredeyse ite kaka. Özel okula verecek parası
olmayanlar yağmur çamur demeden yürüye yürüye gidiyor semt okullarına. Dış
mahallelerde oturanlar otobüslere, dolmuşlara doluşup isteksiz isteksiz yollanıyor
iş yerlerine. Nereden geldiği belirsiz, yırtık pırtık koca bir plastik parçası, çarşaf
büyüklüğünde, geçen arabaların rüzgarıyla bir o yanına bir bu yanına savruluyor,
nazlı nazlı. Kımıldanışları can çekişen, şekilsiz bir yaratığı andırıyor. Hışır hışır
çıkan sesi inleme gibi geliyorsa da acı duymadığını biliyorum.
Ben evin tek çocuğuyum. Annem kız çocuk bekliyormuş. Olmayınca beni bir süre
kız gibi giydirdi. Okula başlayıncaya kadar saçlarım uzundu, omuzlarıma kadar.
Berber Rahmi saçlarımı ilk kez kestiğinde birden kulaklarımı farkettim. Yahu ne
kocamanmış meğerse benim kulaklarım. Uçları da sivri sivri. Demek annem
saçlarımı kız çocuk tutkusundan değil de benim bu eşek kulaklarımı konu komşu
görmesin diye uzatırmış. Babama bile belli etmemiş. Berberden eve
döndüğümüzde beni öyle görünce şrak diye düşüp bayıldı kadıncağız. Ben
kulaklarımın durumuna mı üzüleyip, annem için mi telaşlanayım, bilemedim. Öyle
kalakaldım. Babam hemen mutfağa koştu, bir bardak su getirdi annemin yüzüne
serpti de kadın ayıldı. O akşam babam eve gelirken eczaneden pamuk, sargı bezi,
yara bandı falan alıp getirdi. Beni önüne oturttu. Her iki kulağımı önce ayrı ayrı
tamponladı, sonra da sargı beziyle örttü, bezi bir kaç kat çenemin altından
dolaştırıp başımın sıkı sıkı düğümledi. Saçlarım uzayıp kulaklarımı örtene kadar
ne sokağa çıktım ne de annemin kabul gününde ortalıkta göründüm. Soran olursa
yahu işte mikrobunu nereden kaptıysa kabakulak oldu bizim oğlan diye
geçiştirdiler. Öyle atlattık. Sonra da saçlarımı hep kulak üstünde uzun tuttum,
kasket, kep, şapka falan diye hep idare ettim gitti ama yıllar yılı ne zaman Berber
Rahmi’ye traşa gitsem aynada hep kulaklarımı seyrederim. Aynaya bakmaktan
başımı Rahmi’nin istediği yöne çeviremediğim için adamın işini zorlaştırıyorum ama
kendimi tutamıyorum ki. Geçenlerde Rahmi traşı pattadanak yarıda kesti. ‘’Bana
bak!’’ dedi, azarlar gibi. ‘’Bıktım ‘lan senin bu kulak tutkundan. Ne yani? Büyükse
büyük oğlum. Yapacak bir şey yok işte. Öyle yaratmış seni kim yarattıysa. Ne var
bunda ? Kiminin burnu büyük olur, kiminin kafası, kiminin de bilmemneresi.
Kafana takmışsın kulak da kulak diye, gözün hep aynada. Kafanı çevirmezsen bir
gün makas ters gelir, ya gözün çıkar ya da kulağın kesilir bak ona göre!’’
O günden beri kafamı kurcalıyor berberin dediği. ‘’Kulağın kesilir, ona göre!’’
Bu yaşıma geldim bir türlü şu kulaklarımın derdinden kurtulamadım. Şimdi şöyle
düşünelim bir an için. Madem kulağım kesilebilir, o halde göstersin ustalığını
berber Rahmi, kessin kulağımı anasını satayım. Sünnet yapabiliyorsa insanın
başka yerlerini de kesemez mi? Kesebilmesi gerekir. Öyle değil mi ? Yıllardır bu
kulaklar başımın belâsı oldu. Yeter artık. Bir sonraki traşta konuşacağım. Adam
çocukken benim bilmemneyimi bile kesti, şimdi de kulağımı sünnet etsin,
kurtarsın beni bu dertten. Daha fazla yaşlanıp iş göremez hale gelmeden bu işi
yapsın. Hatta en iyisi bir sonraki traşı da beklemeyeyim. Yarın ilk iş gideyim. Belki
her ikisini aynı gün keser, belki önce birini sonra ötekini. Artık nasıl uygun
görürse. Kessin de nasıl keserse kessin. Tamam. Kararım karar. Yarın gidiyorum.
Ay nasıl rahatladım, anlatamam. Sonunda bu kahrolası kulaklardan kurtulacağım.
Ucundan traşlayamazsa dibinden kessin gitsin. Böyle yaşamaktan iyidir. Ohh be!
***
Benimde çocukluğumda İzmir Basmane de sokak içinde bir berberim vardı, adı da Berber Musa idi. O aynı zamanda babmında berberi idi. Bazen ben traş olur, Musa parasını babam rahmetliden tahsil ederdi.
YanıtlaSilBu naif öykü, öykü de değil anılar beni oralara götürdü. Berber de ölmüştür herhalde. Ruhları şad olsun.
Sevgili Okan,
YanıtlaSilGüzel yazını zevkle okudum. Eline zihnine sağlık. Üşenmeyip yazdığın için seni kutluyorum, kendimi de ayıplıyorum.
Anadoluda berber kültürün önemli bir parçasıdır. Ben hala yaşadığım mahallenin berberine giderim. Sohbetimiz de çok keyifli olur. Neyse, çocukluğumdan kalan bir anımı anlatayım affınıza sığınarak, yaşamımda önemli bir ders olmuştur.
İlkokul 2 veya üçüncü sınıftayım, babam sabah bahçeye giderken elli kuruş verdi ve Berber Adem'e gidip traş olmamı tembihledi.
Mektep dönüşü çantamı bırakıp önlüğümü çıkardım, bir alt sokaktaki berbere yürüdüm. İçeri girdiğimde Adem birisinin saçını kesiyordu, beni görünce otur bekle Tamer dedi. Biraz sonra traş bitti adam kalktı, baktım bizim sokağın sonunda oturan Salim efendiymiş. Nasılsın yiğenim dedi bana ve sonra berberin parasını ödedi ve çıktı gitti. Traşım bitince berbere elli kuruşu uzattım, tamam evladım senin paran ödendi hadi evine git bakalım dedi. Salim efendi benim de traş paramı ödemişti giderken. Biraz şaşırarak biraz da sevinerek eve döndüm. Elli kuruş iki gün cebimde durdu, babama bir şey demedim, harcayamadım da. Üçüncü gün huzursuzluğum artınca elli kuruşu çıkarıp babama iade ettim ve olan biteni anlattım. Biraz durdu ve sonra dediki "oğlum tanıdık bir büyüğünü görürsen öyle berbere girme çık sonra gidersin" dedi.
Bu bana hayatta çok önem verdiğim bir şeyi öğretmiştir.
Selamlar, sevgiler
Tamer
Not: Bu mesaj can dostum Dr Tamer Gök'ten gelmişti. Pohpohladığından değil de çok hoş bir anı öyküsü olduğundan iznini almadan buraya aktardım. Bağılayacağını umuyorum.
Okan Üstünkök