Yaz yazıları 4


HİCVİYE ADLI BİR KADIN

Gecenin bir saati, Kadın oturduğu sandalyasında sigarasından bir yudum alırken, aklındakileri mantık sırasına oturtmaya çalışıyordu. Sahne alışından önce, soyunma odasındaki makyaj aynasının önünde arkadaşı onu sabırla dinliyordu.

Dünden beri olan olayların akıl ve mantıkla izahı mümkün değil gibi geliyordu Ona. Sabahleyin oturduğu dairenin kapısı uzun uzun çalınmış ve açtığında buğday benizli,  beş yaşlarındaki bir çocuğun elinden tutmuş esmer kısa boylu,  ayağı şalvarlı bir kadının kapının önünde dikildiğini görmüştü. Önce şüpheyle karşılamıştı kadınının anlattıklarını ama çocuğu dikkatle inceledikçe, on sene önce  beş yaşlarında bir trafik kazasında kaybettiği  oğluna çok benzediğini gördükçe daha ilgiyle dinlemeye başladı misafir kadının anlattıklarını.  Çocuk kendini Onun oğlu diye anlatıyordu. Bu sırada çocuk kadının elinden kendini kurtarıp gelip bacaklarına sarılmıştı annem diye. Çocuğa sorduğu şaşırtmacalı sorulara bile tereddütsüz verdiği cevaplar kadını hayretler içinde bırakmıştı. Bir süre sonra kadın kendini gözyaşları içinde buldu. Evet,   göbeğinin sol yanınıda beni vardı. Babasının ona ayıcık ismi verdiğini ve severken ayıcık Osman diye  çağırdığını ve havaya atarak sevdiğini hatırladığını söylediğinde duydukları sonunda  kadıncağızı eski günlere götürmüştü.

Kadın sonra çocuğun sağ elinin üç parmağının tam olarak açılmadığını fark etmişti. Misafir kadın, çocuğun annesi yani, doğduğunda sağ elinin baştan üç parmağının birbirine bitişik doğduğunu daha sonra geçirdiği bir seri operasyonlarla bir miktar açılabildiğini söyleyince,  kadın  da bunun nedenini söyledi. Osman  bir buçuk, iki yaşlarındayken, evde yanan mangalın içinden henüz  küllenmiş bir kömür parçasını eline alıp eli yanınca da yere atmış olduğunu, çocuğun ağlamasına mutfaktan koşarak geldiğini,  Osman’nın yerde katılırcasuna ağladığını ve yerdeki kilimin de  duman çıkararak yanmakta olduğunu,  yanan parmakların yapılan tedavi sonunda birbirine kaynamış gibi kapalı kaldığını anlatmıştı.  O akşam kocasından eşek sudan gelinceye kadar sopa yediğini söylememişti.

O arada Osmancık abisini hatırlayıp sorduğunda, Kadın uykudan uyanır gibi büyük oğlunu hatırlamıştı.  Doğru ya bir oğlu daha vardı bir zamanlar, Osmandan iki yaş daha büyüktü. O da onun ölümünden bir sene sonra tifodan kurtulamamıştı.

“Şimdi ne olacak?” diye kadına sordu. Bütün anlatılanlardan çocuğun bir zamanlar kendi çocuğu olduğuna inandığını söyledi. Ama?

“Neden geldiniz?”

“Bilmem” dedi kadın. “O sizi gürmek istedi” demişti. “Bu evi zor bulduk. Beni önce başka mahalledeki bir eve götürdü bu, burası benim evimdi, Annem Hicviye babam Kadir diye anlattı. Ama sizi bulamayınca hayal kırıklına uğradı yavrucak” dedi. “O evin önünde geçirdiği kaza sonucu öldüğünü söyledi, doğru mu anam?” misafir kadın oturduğu koltukta şalvarının tam olarak örtemediği göbeğini hoplata hoplata anlatıyordu, yanındaki çocukta bu yabancı evi süzüyordu, ayakta dikilirken.

Hicviye kadın da çocuğu dikkatle seyrediyordu.

“Neden şimdi geldiniz be kadın?” Kadın istifini bozmadan anlatmaya devam ediyordu.

“Anam, o evin yanındaki komşu evin kapısını çaldık ki seni sorayım. O orospu pencereden kafasını uzatıp seni tanımadığını böyle birileri yaşamadı burada diye salladı. Öbür yandaki de pencereden o bilmez kabilinden elini sallayıp buraya taşındınızı anlattı kazadan sonra. Sora, sora geldik Yaşar’ın ilk annesini bulduk, öyle değil mi?” Yaşar çocuğun şimdiki adıymış. Çocuk kafasını salladı sessizce.

Saçları sapsarı ama aralarına morlar karıştırmış arkadaşı, heyecanla:

“Almayacaktın onları içeri. Ne bok olduğu belli değil, ne işleri var içeride?”

“Anam çocuğun gözlerine bakınca benim Osmancımı görüyordum. Çok özlemişim Onu. Ağladığım günler geceler aklıma geldi, Yaşar’ı kucama alıp bağrıma bastım, Ağladım valla... İster hırlı, ister hırsız olsun. Nasıl olmuşsa olmuş, o gelip beni buldu kızım.”

Arkadaşı onun sigarasını elinden alıp bir fırt çekti dumanı  havaya halka halka üfledi.

“Anam bir bilene soralım derim ben. Bizim mahlede bir Halil hoca var, ben gider sorarım. Bizde böyle ölenlerin yeniden dünyaya gelmesi var mı yok mu derim. Kız bunlar sen buradayken evini talan, malan etmesinler, manyak karı. Saf saf  dün her şeyi göstermişsin bunlara”

Hicviye elini olursa olsun kabilinden salladı. Sigarayı çekti elinden yine bir yudumladı. Düşüncelere daldı gitti. Kocası kaza ile kendi çocuğunu öldürmekten iki sene hapishanede kalmıştı. O arada perişan olan kadın ve büyük oğlu, yapayanlız kalınca, kadın geçinebilmek için bir temizlik şirketinde evlere temizliğe gitnek üzere iş bulmuştu. Kazancı da fena değil iken büyük oğlunun tifoya yakalandığını hatırladı. Herif hapishaneden çıktığında artık büyük oğlu da yoktu yanlarında. Adam işsiz, güçsüz ve sefil, kadın su alan kayığı yüzdürmek için çırpınan başka biri.. Bu sabah vakti Osmancık’ın çıkıp gelmesi birden ona yeni umutlar getirmişti. Hayata yeni başlayacak gibi tuhaf ama heyecanlı duygular doğurmuştu yüreğinde. Ayrılırlarken çocuğun önüne çömelip gözlerine bakarken “Yine gel, olur mu? Ben de senin bir annenim. Özlediğin zaman gel...” derken sağlam avucunun içine dertop ettiği kağıt parayı sıkıştırdı. “Bununla kendine bir şeyler alırsın...” Çocuk mahsun gözleriyle çağlar öncesinden ortaya çıkan bu kadının sevgi titreşimlerini anlamaya çalışıyordu ki sarıldılar tam bir anne çocuk gibi.

Sırık Selim’in sesiyle düşüncelerinden kurtuldu.

“Sıran geldi kız Hicviye, Şu sigarayı da bırak demedik mi kız sana. Agop’un meyhanesine döndürmüşsünüz burayı. Şevket abim görürüse hepinizi...” küfürü salladı kapıyı çekti gitti. Kapının kilidi bozuktu ardına kadar açıldı yeniden. Arkadaşı yerinden kalkıp kapıyı tekrar usturuplu bir şekilde kapattı.

“Kız kalk, biraz toparlan Şevket abi de burdaymış, adam gibi söylemezsek bizi kapının önüne kor valla.. Tamam mı anam?” Pet şişedeki suyu uzattı kadına. “ Ben gider sorarım Halil hocaya böyle bir şey olur mu, olmaz mı? Bunlar bir oyun çeviriyo olmasınlar kız...Töbe eestafurullah, günaha girmeyeyim. Ama yalancıktan dümen çeviriyorlar bence.”

“Yıllardan sonra Osmancığımı gördüm ya herşeye razıyım ben anam.. Bana annem diye sarıldı ya o bana yeter.”

Gece aynı şekilde bitmişti sabahın erken saatlerinde. Taksici her zamanki saatte onu evine bırakmıştı. İki katlı evin alt dairesi onundu. Dış kapıdan girdi dairenin kapısına yanaştı, taksiden inmeden hazırladığı anahtarını anahtar deliğine yerleştirdi, çevirdi. Kapının kilitli olmadığını farkettiğinde bir an için heyecanlandı ama yine de kapıyı açarak tereddütle içeri girdi. Antrenin elektrik düğmesine dokundu ama ampul yanmadı. Kendine küfretti, dün de yanmamıştı  “ampulü değiştirmeyi unutma” demişti kendi kendine. Bir süre gözlerinin karanlığa alışması için bekledi. Ardında kalan sokak kapısını kapattı. Şimdi o aralıkta  zifiri karanlıkta ortalığı dinlerken gözlerinin önünden çeşitli ışıklar ve gölgeler birbirlerini kovalıyorlardı, “havsalam bana oyun oynuyor” diye düşünürken: “Deli karı” dedi kendine “ilk defa mı bu evde yanlız kalıyorsun?” serseri kocasının evde olmasını ilk defa bu kadar çok istiyordu. “Yanlızlık Allaha mahsus derler de doğrudur” diye yüksek sesle söylendi. Antredeki tuvaletin anahtarına dokundu, kapının üstündeki buzlu camdan sarımtrak bir ışık yayıldı ve antre aydınlandı. Salona geçti. Salon sokaktaki elektrik direğinden gelen ışıkla nisbeten aydınlıktı. İçerde bir anormallik göremedi. Yatak odasının ışığını yakınca içersi parlak bir akvaryuma döndü.  Oda fena dağılmış, gardroptaki elbiseler etrafa savrulmuştu. Kadında heyecan yok çığlık yok, sanki  beklediği buymuş gibi tevekkülle hareket ediyordu. Çekmece içindeki takılarını sardığı bohça yerde duruyordu. Eğildi yerden aldı, yatağın köşesine çöker gibi oturdu. Elinde çeyizinden kalma işlemeli bohça  etrafı seyretti uzunca bir süre. Kadın söylenmek, sızlanmak istiyor ama olmuyordu, bir yumruk gelip  boğazını tıkamıştı. Tek söz çıkmadı ağzından ama gözleri yaşlarla doluvermişti. Bir süre böyle durdu ardından kendini koyverdi hıçkıra hıçkıra ağladı. Bir yarım saat ağlamış olmalıydı, sabah ezan sesleri odaya dolunca kendine gelebildi. Tuvalet masasındaki aynada beliren  zavallı görüntüsüne baktı bir an için, bir yabancıyı gördüğünü sandı. Göz yaşlarının yıkadığı rimeller, maskaralar ve pudralar sanki bir ressamın fırçasını temizlemiş gibi yayılmış gitmişti yüzünde. Zavallı bir çift göz acıyarak bakıyordu oradan..

“Sen epeydir ağlamamıştın, çoktandır koca dayağı yememiştin karı. O zamanlar kemiklerin sızlardı şimdiyse yüreğin sızlıyor, farkı bu...” dedi.

“Osmancık bana bunu nasıl yapabildin? Benimle yaşamanı, yanımda büyümeni görmeyi ümit ederken... Umudumu hayallerimi katlettin oğlum. Canın sağolsun”

Kendini yatağa olduğu gibi bıraktı, üstüyle başıyla, akmış makyajıyla sızıverdi.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           Akşam soyunma odasında arkadaşına anlatıyordu Hicviye, sakin ve huzuru ermiş halde, gözleri mutluluktan parıldıyorken.

“Gözlerimi açtım ki kapım tekmeleniyor, başım kazan gibi her tekmede kafamdaki öküz çanları şangırdıyor. Lan kim bu o.... çocuğu, başıma yıkacak evi? diyerek ayağa dikildim, ama sallanıyorum. Dün akşam bi bok da içmedim di mi? Ama bildiğim gibi değil halim perişan. Kapıyı açtım karşımda benim Osman. Ellerinde bir naylon torba, benim evden çalınan takılarım. “Hicviye anne, bunlar seninmiş, kaptım geldim. Beni hemen sakla anne, peşimdeler” dedi. Bendeki şaşkınlığı düşün. Mallaştım resmen mallaştım. Kaptığım gibi çocuğu, arka bahçe kapısından tüydük.  Doğru gazinoya. Hala titriyom heyecandan... Bak sana kimi tanıtcam kız..”

Elbise askılarındaki elbiseleri araladı, küçük bir çocuk, kucağında bir naylon torba ile yere oturmuş, şaşkın gözlerle kadınlara bakıyordu.

“Bu benim oğlum Osmancık, bu da arkadaşım Fatoş. Merhaba desene oğlum!”     

Sadık Mercangöz, Artur, Burhaniye 28 Ağustos 2018  10:22

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder