HİCVİYE ADLI BİR KADIN
Gecenin bir saati, Kadın oturduğu
sandalyasında sigarasından bir yudum alırken, aklındakileri mantık sırasına
oturtmaya çalışıyordu. Sahne alışından önce, soyunma odasındaki makyaj
aynasının önünde arkadaşı onu sabırla dinliyordu.
Dünden beri olan olayların akıl ve
mantıkla izahı mümkün değil gibi geliyordu Ona. Sabahleyin oturduğu dairenin
kapısı uzun uzun çalınmış ve açtığında buğday benizli, beş yaşlarındaki bir çocuğun elinden tutmuş
esmer kısa boylu, ayağı şalvarlı bir
kadının kapının önünde dikildiğini görmüştü. Önce şüpheyle karşılamıştı
kadınının anlattıklarını ama çocuğu dikkatle inceledikçe, on sene önce beş yaşlarında bir trafik kazasında kaybettiği oğluna çok benzediğini gördükçe daha ilgiyle
dinlemeye başladı misafir kadının anlattıklarını. Çocuk kendini Onun oğlu diye anlatıyordu. Bu
sırada çocuk kadının elinden kendini kurtarıp gelip bacaklarına sarılmıştı annem
diye. Çocuğa sorduğu şaşırtmacalı sorulara bile tereddütsüz verdiği cevaplar
kadını hayretler içinde bırakmıştı. Bir süre sonra kadın kendini gözyaşları
içinde buldu. Evet, göbeğinin sol
yanınıda beni vardı. Babasının ona ayıcık ismi verdiğini ve severken ayıcık
Osman diye çağırdığını ve havaya atarak
sevdiğini hatırladığını söylediğinde duydukları sonunda kadıncağızı eski günlere götürmüştü.
Kadın sonra çocuğun sağ elinin üç
parmağının tam olarak açılmadığını fark etmişti. Misafir kadın, çocuğun annesi
yani, doğduğunda sağ elinin baştan üç parmağının birbirine bitişik doğduğunu
daha sonra geçirdiği bir seri operasyonlarla bir miktar açılabildiğini
söyleyince, kadın da bunun nedenini söyledi. Osman bir buçuk, iki yaşlarındayken, evde yanan
mangalın içinden henüz küllenmiş bir
kömür parçasını eline alıp eli yanınca da yere atmış olduğunu, çocuğun
ağlamasına mutfaktan koşarak geldiğini,
Osman’nın yerde katılırcasuna ağladığını ve yerdeki kilimin de duman çıkararak yanmakta olduğunu, yanan parmakların yapılan tedavi sonunda
birbirine kaynamış gibi kapalı kaldığını anlatmıştı. O akşam kocasından eşek sudan gelinceye kadar
sopa yediğini söylememişti.
O arada Osmancık abisini hatırlayıp
sorduğunda, Kadın uykudan uyanır gibi büyük oğlunu hatırlamıştı. Doğru ya bir oğlu daha vardı bir zamanlar,
Osmandan iki yaş daha büyüktü. O da onun ölümünden bir sene sonra tifodan kurtulamamıştı.
“Şimdi ne olacak?” diye kadına sordu.
Bütün anlatılanlardan çocuğun bir zamanlar kendi çocuğu olduğuna inandığını
söyledi. Ama?
“Neden geldiniz?”
“Bilmem” dedi kadın. “O sizi gürmek
istedi” demişti. “Bu evi zor bulduk. Beni önce başka mahalledeki bir eve
götürdü bu, burası benim evimdi, Annem Hicviye babam Kadir diye anlattı. Ama
sizi bulamayınca hayal kırıklına uğradı yavrucak” dedi. “O evin önünde
geçirdiği kaza sonucu öldüğünü söyledi, doğru mu anam?” misafir kadın oturduğu
koltukta şalvarının tam olarak örtemediği göbeğini hoplata hoplata anlatıyordu,
yanındaki çocukta bu yabancı evi süzüyordu, ayakta dikilirken.
Hicviye kadın da çocuğu dikkatle
seyrediyordu.
“Neden şimdi geldiniz be kadın?” Kadın
istifini bozmadan anlatmaya devam ediyordu.
“Anam, o evin yanındaki komşu evin
kapısını çaldık ki seni sorayım. O orospu pencereden kafasını uzatıp seni
tanımadığını böyle birileri yaşamadı burada diye salladı. Öbür yandaki de
pencereden o bilmez kabilinden elini sallayıp buraya taşındınızı anlattı
kazadan sonra. Sora, sora geldik Yaşar’ın ilk annesini bulduk, öyle değil mi?”
Yaşar çocuğun şimdiki adıymış. Çocuk kafasını salladı sessizce.
Saçları sapsarı ama aralarına morlar
karıştırmış arkadaşı, heyecanla:
“Almayacaktın onları içeri. Ne bok olduğu
belli değil, ne işleri var içeride?”
“Anam çocuğun gözlerine bakınca benim
Osmancımı görüyordum. Çok özlemişim Onu. Ağladığım günler geceler aklıma geldi,
Yaşar’ı kucama alıp bağrıma bastım, Ağladım valla... İster hırlı, ister hırsız
olsun. Nasıl olmuşsa olmuş, o gelip beni buldu kızım.”
Arkadaşı onun sigarasını elinden alıp bir
fırt çekti dumanı havaya halka halka
üfledi.
“Anam bir bilene soralım derim ben. Bizim
mahlede bir Halil hoca var, ben gider sorarım. Bizde böyle ölenlerin yeniden
dünyaya gelmesi var mı yok mu derim. Kız bunlar sen buradayken evini talan,
malan etmesinler, manyak karı. Saf saf
dün her şeyi göstermişsin bunlara”
Hicviye elini olursa olsun kabilinden
salladı. Sigarayı çekti elinden yine bir yudumladı. Düşüncelere daldı gitti.
Kocası kaza ile kendi çocuğunu öldürmekten iki sene hapishanede kalmıştı. O
arada perişan olan kadın ve büyük oğlu, yapayanlız kalınca, kadın geçinebilmek
için bir temizlik şirketinde evlere temizliğe gitnek üzere iş bulmuştu. Kazancı
da fena değil iken büyük oğlunun tifoya yakalandığını hatırladı. Herif
hapishaneden çıktığında artık büyük oğlu da yoktu yanlarında. Adam işsiz,
güçsüz ve sefil, kadın su alan kayığı yüzdürmek için çırpınan başka biri.. Bu sabah
vakti Osmancık’ın çıkıp gelmesi birden ona yeni umutlar getirmişti. Hayata yeni
başlayacak gibi tuhaf ama heyecanlı duygular doğurmuştu yüreğinde.
Ayrılırlarken çocuğun önüne çömelip gözlerine bakarken “Yine gel, olur mu? Ben
de senin bir annenim. Özlediğin zaman gel...” derken sağlam avucunun içine dertop
ettiği kağıt parayı sıkıştırdı. “Bununla kendine bir şeyler alırsın...” Çocuk
mahsun gözleriyle çağlar öncesinden ortaya çıkan bu kadının sevgi
titreşimlerini anlamaya çalışıyordu ki sarıldılar tam bir anne çocuk gibi.
Sırık Selim’in sesiyle düşüncelerinden
kurtuldu.
“Sıran geldi kız Hicviye, Şu sigarayı da
bırak demedik mi kız sana. Agop’un meyhanesine döndürmüşsünüz burayı. Şevket
abim görürüse hepinizi...” küfürü salladı kapıyı çekti gitti. Kapının kilidi
bozuktu ardına kadar açıldı yeniden. Arkadaşı yerinden kalkıp kapıyı tekrar
usturuplu bir şekilde kapattı.
“Kız kalk, biraz toparlan Şevket abi de
burdaymış, adam gibi söylemezsek bizi kapının önüne kor valla.. Tamam mı anam?”
Pet şişedeki suyu uzattı kadına. “ Ben gider sorarım Halil hocaya böyle bir şey
olur mu, olmaz mı? Bunlar bir oyun çeviriyo olmasınlar kız...Töbe
eestafurullah, günaha girmeyeyim. Ama yalancıktan dümen çeviriyorlar bence.”
“Yıllardan sonra Osmancığımı gördüm ya
herşeye razıyım ben anam.. Bana annem diye sarıldı ya o bana yeter.”
Gece aynı şekilde bitmişti sabahın erken
saatlerinde. Taksici her zamanki saatte onu evine bırakmıştı. İki katlı evin
alt dairesi onundu. Dış kapıdan girdi dairenin kapısına yanaştı, taksiden
inmeden hazırladığı anahtarını anahtar deliğine yerleştirdi, çevirdi. Kapının
kilitli olmadığını farkettiğinde bir an için heyecanlandı ama yine de kapıyı
açarak tereddütle içeri girdi. Antrenin elektrik düğmesine dokundu ama ampul
yanmadı. Kendine küfretti, dün de yanmamıştı
“ampulü değiştirmeyi
unutma” demişti kendi kendine. Bir süre gözlerinin karanlığa alışması için
bekledi. Ardında kalan sokak kapısını kapattı. Şimdi o aralıkta zifiri karanlıkta ortalığı dinlerken
gözlerinin önünden çeşitli ışıklar ve gölgeler birbirlerini kovalıyorlardı, “havsalam
bana oyun oynuyor” diye düşünürken: “Deli karı” dedi kendine “ilk defa mı bu
evde yanlız kalıyorsun?” serseri kocasının evde olmasını ilk defa bu kadar çok
istiyordu. “Yanlızlık Allaha mahsus derler de doğrudur” diye yüksek sesle
söylendi. Antredeki tuvaletin anahtarına dokundu, kapının üstündeki buzlu
camdan sarımtrak bir ışık yayıldı ve antre aydınlandı. Salona geçti. Salon
sokaktaki elektrik direğinden gelen ışıkla nisbeten aydınlıktı. İçerde bir
anormallik göremedi. Yatak odasının ışığını yakınca içersi parlak bir akvaryuma
döndü. Oda fena dağılmış, gardroptaki
elbiseler etrafa savrulmuştu. Kadında heyecan yok çığlık yok, sanki beklediği buymuş gibi tevekkülle hareket
ediyordu. Çekmece içindeki takılarını sardığı bohça yerde duruyordu. Eğildi
yerden aldı, yatağın köşesine çöker gibi oturdu. Elinde çeyizinden kalma
işlemeli bohça etrafı seyretti uzunca
bir süre. Kadın söylenmek, sızlanmak istiyor ama olmuyordu, bir yumruk
gelip boğazını tıkamıştı. Tek söz
çıkmadı ağzından ama gözleri yaşlarla doluvermişti. Bir süre böyle durdu
ardından kendini koyverdi hıçkıra hıçkıra ağladı. Bir yarım saat ağlamış
olmalıydı, sabah ezan sesleri odaya dolunca kendine gelebildi. Tuvalet
masasındaki aynada beliren zavallı görüntüsüne
baktı bir an için, bir yabancıyı gördüğünü sandı. Göz yaşlarının yıkadığı
rimeller, maskaralar ve pudralar sanki bir ressamın fırçasını temizlemiş gibi yayılmış
gitmişti yüzünde. Zavallı bir çift göz acıyarak bakıyordu oradan..
“Sen epeydir ağlamamıştın, çoktandır koca
dayağı yememiştin karı. O zamanlar kemiklerin sızlardı şimdiyse yüreğin
sızlıyor, farkı bu...” dedi.
“Osmancık bana bunu nasıl yapabildin? Benimle
yaşamanı, yanımda büyümeni görmeyi ümit ederken... Umudumu hayallerimi
katlettin oğlum. Canın sağolsun”
Kendini yatağa olduğu gibi bıraktı,
üstüyle başıyla, akmış makyajıyla sızıverdi.
Akşam soyunma
odasında arkadaşına anlatıyordu Hicviye, sakin ve huzuru ermiş halde, gözleri
mutluluktan parıldıyorken.
“Gözlerimi açtım ki kapım tekmeleniyor,
başım kazan gibi her tekmede kafamdaki öküz çanları şangırdıyor. Lan kim bu
o.... çocuğu, başıma yıkacak evi? diyerek ayağa dikildim, ama sallanıyorum. Dün
akşam bi bok da içmedim di mi? Ama bildiğim gibi değil halim perişan. Kapıyı
açtım karşımda benim Osman. Ellerinde bir naylon torba, benim evden çalınan
takılarım. “Hicviye anne, bunlar seninmiş, kaptım geldim. Beni hemen sakla
anne, peşimdeler” dedi. Bendeki şaşkınlığı düşün. Mallaştım resmen mallaştım.
Kaptığım gibi çocuğu, arka bahçe kapısından tüydük. Doğru gazinoya. Hala titriyom heyecandan... Bak
sana kimi tanıtcam kız..”
Elbise askılarındaki elbiseleri araladı, küçük
bir çocuk, kucağında bir naylon torba ile yere oturmuş, şaşkın gözlerle
kadınlara bakıyordu.
“Bu benim oğlum Osmancık, bu da arkadaşım
Fatoş. Merhaba desene oğlum!”
Sadık Mercangöz, Artur, Burhaniye 28
Ağustos 2018 10:22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder