Yaz Yazıları 5


BAŞKA BİR GÖZDEN

Yazın sonuna yaklaşırken sıcak mı sıcak bir havada, kıyıda kahvenin tahta sandalyasına ve önündeki masaya iyice yayıldı. Suda  neşe içindeki çocukların hiç bitmeyen seslerinden iyice serseme dönen ve okuduğunu anlayamayan Adam küfürle karışık pufladı. Yerinden isteksizce kalkıp çardağın alında ocağa yakın bir yere taşındı. Ocaktan bir çay söyledi, yanına gelen kahveci çırağına bıraz önce oturduğu yerde bıraktığı gözlük kabını getirmesinin istedi. Gazeteyi masaya yaymadan önce çırağa masayı bir güzel sildirdi. Gözlüğünü gözüne taktı. Son zamanlarda bunsuz pek bir şey yapamıyordu. Gazete okumak bununla, evde fasulya ayıklamak, ilaçların üstünü okumak, balığın ağzından iğneyi almak bununla vs.

“Beni bununla mı yoksa şişe dibi gözlüğümle mi gömseler daha iyi?” diye kendi kendine mırıldandı. “Şu melaikeleri çok merak ediyom abisi” dedi yüksek sesle. Çırak çayını masaya bırakırken:

“Bu melaikeleri ben de merak ediyom Gayri Nizam amcam” demesiyle elinde askı ve çaylar olduğu halde plaja doğru fırladı gitti.

“Ulan fırlama, senin ananı hizzaya getirmişim seni mi nizama sokamam, gün gelir önümde tekmil veririsin... Ya kusura kalma Bedir.  Sen de bu fırlamayı kovmadın daha. Bir gün elimde kalacak valla!” Oğlan kapının dışından pis pis sırıtarak el salladı gitti.

Ocaktaki Bedir ki ismini Bedir savaşının olduğu gün doğması dolaysıyla kazanmış, sen Ona takılma, boşver kabilinden bir şeyler homurdandı ocaktan. Onu işten çıkarır mı? Eli ayağı oğlan. Bütün plajı ve kahveyi O götürüyor dense yeriydi. Onun gibi iki yardımcı daha vardı, ve bu kadro ile Bedir’in karısı ki tost ve waffle işlerine bakardı, gece yarılarına kadar sürünürcesine çalışırlardı. Kolay değil evvelki sene banka kredisiyle güzelce bir daire almışlardı, daha yarısı ödenmişti.

“Şimdiki şartlarda töbe alamam abi” demişti Nizam’a.

“Oğlum yat kalk böyle bir adamı başımıza getirdiği için Allah’a dua et, beş vakit. Adam deha abicim. Ne etti, etti bu hale getti. Eskiden olsaydı sen evi, Plaj kayfeyi dürbünle görürdün. Onbeş, onaltı yılda geldiğimiz yere bak lan Bedir..”

“Orası öyle de şimdi  geldimiz nokta ne baba? Sana  şimdi çay parası iki oldu desem zıplarsın! Ama bütün yaz boyu bir tek sana söylemedim, eski fiyattan aldım çayları, helali hoş olsun. Ama amcam benim, bu böyle sürmez, şerefsizler gırtlağımıza basarken, yağmur gibi elektrik, su ve benzin, mazot zammı peşpeşe gelirken bu böyle gidemez. Aha ay sonu geliyor, elektrik su gaz faturaları geliyor.. Allah fakire fukaraya acısın...” dedi Bedir. Nizam sandalyasından doğruldu, gazete önünde açık vaziyette duruyordu halâ..Elinin terssini küt diye gazeteye vurdu.

“Bok atmayın len.. Şerefsizler, dünyanın en zengin ülkeleri arasında olan ülkeyi aşağılamak ne oluyor?” diye bağırdı. “Ya Allahın çayını iki liraya satmak da ne oluyor len?”

Bütün plajda enfreruj karşısında şişe geçirilmiş tavuklar misali  şezlonglara uzanmış ne kadar plajzade varsa neredeyse hepsi yerlerinden zıplayıp kahve gazinosuna  doğru baktılar. Bir sürü müdavimden alkışlar yükselerken bazıları da gazinoya doğru bağırıyorlardı.

“Aslan Nizam can Nizam! Kim tutar seni lan Nizam!..”

“Yediğimiz kazıklar boğaza köprü olur, Nizam amca!”

“Bu millet kuzudur anam kaderine razı olur, otlar durur.” Birisi oturduğu şemsiyenin altından ellerini boru gibi yapıp kahveye doğru bağırdı:“Çayı iki liradan satmanın Dolarla ilişkisi ne?”

“Ayol işte bunlar moral bozucu, ikilik çıkaran fesatlar değil mi kardeş, geçen sene bir liralık çayı bu sene ikiye satmak ne demek? Nizam amca yerden göğe haklı değil mi?”

Nizam bey kasıla kasıla kahveden çıktı, durdu bir “Anasını eşekler kovalasın” dedi, “Affedersiniz” diye plaja doğru adeta böğürerek özür diledi. “Adamı dinden imandan çıkarırlar bunlar anasını satayım yüzde yüz zam yapmış beyfendi” Bedir içeriden kapıya gelip Nizam beye, geçen seneden bu zamana kadar ne artmamış ise söyleyin bende çayı yine bir liradan vereyim gibi bir şeyler söyledi.

“Ulan anası kandilli, ekmek geçen sene bir liraydı  yine bir lira”

“Doğru değil ekmeğin fiyat değiştirmediği Nizam amca. 250 gramdan 200 grama inmedi mi? Ben size şekersiz ya da yarım bardak çay mı içirdim bir liraya?” Sahilden cılız da olsa alkışlar geldi.

“Kamyonların kullandığı mazot geçen sene bu vakitler 4 lira 40 kuruşmuş bu gün  5 lira 80 kuruş olmuş ağam, içinden kamyon geçen herşey zamlanmadı mı?”

“Başlatmayın lan kamyonunuza, Tırınıza. Çaya bir liradan bir kuruş fazla çalışmaz.herkese duyurulur..” Sahil sitesi sakinleri bu fikri desteklediler ve alkışlar arasında Bedir usta çayı bir liradan vermeyi kabul etti. “Bundan da kâr etmesem yıkılmam” dedi. Adamımız yine ortalığa selam vererek gazetesinin yayılmış olduğu masasına böbürlenerek döndü.  Döndü ki masaya attığı yumruğun sonucunda devrilen çay bardağından saçılan boyalı su gazeteyi paparaya döndürmüş buldu.

“Hay anasını kelebekler kovalasın, he mi Bedir? Ne iş lan bu?”

Bedir, ulan bu senin marifetin dercesine başını sallayarak dökülen bardağını alıp, ocağa giderken yeni bir çayı göndereceğini söyledi. Nizam gazeteyi gözden geçirip ıslanmamış sayfaları sıyırıp ayırdı diğerlerinden. O sırada bir kara sinek gelip çay dökülmüş sayfanın üzerine konuverdi. Ürkek, ama karalıydı, çünkü adamın onu eliyle kovmalarına aldırmadan tekrar tekrar kondu gazeteye. Simli kanatları, ince tüylu gövdesi ve gösterişli kafasıyla diğer böceklere nazaran masum bir kın kanatlı böcek. Evcildir, evlerimizde iş yerlerimizde bizlerle beraber yaşarlar. Her tarafa mikrop taşıdıkları rivayet edilir, ancak yaşadığı ortam ne kadar temizse o da o kadar temiz olur, gerçeğini kabul etneniz gerekir. Kim bilebilir. Siz sabahtan akşama kadar el ve ayaklarıyla kendini gövdesini ve kanatlarını temizleyen bir sinek görmediniz mi?  Onlar da  pislikten nefret ederler. Ancak bizim pislik dediğimiz şeye o besin gözüyle bakar. Bizim ellerimizde, kullandığımız cep telefonunumuzda, laptopumuzda ya da cüzdanımızda veya cebimizdeki kağıt paralarda  en az o sinekteki kadar mikrop olduğu söylenir.  Bu iddia sineklerin değil, bilim insanlarının araştırmaları sonunda vardıkları bir sonuç. Dünyanın düzeninde canlıların arasında nano seviyede çevre temizliğini yapmak bu böceklerin asli görevidir.

Yere abdestsiz basmayan Nizam amca sineği görünce gayri htiyari küfürü bastı. Bu  işler Nizam beye göre değildi. Yurt dışında kazandığı parası, küfürle kazandığı bir ünvanı vardı, böyle “aşşalık bir sinekle” – bu tabirde sadece insanlar arasında doğmuş, yücelmiş bir deyiş- aynı masada bulunmak ne demekti, Nizam amca bir insandı, eşrefi mahûkat...Her zaman cebinde bekleyen kimliğinde, adı soyadı ve cinsi, cibiliyeti ve dahi milliyeti, dini, mezhebi özene bezene yazılıydı, yani bizim deyimimizle Onun bir insan olduğu kayıtlara geçmişti. Uzun yıllar yurt dışında çalıştığı fabrikada önünden geçen kutuların otomatik ambalajlanmasını denetlemekle görevliyken arada bir makinaların kapatılıp açılması gerektiğinde kırmızı düğmeye işaret parmağıyla basmakla ömrünü geçirmiş, anasını satayım, saygın bir kişiydi. Oradan emekli olup burada son düzenlemelerden sonra Tl karşılığı artan emekli maaşından ötürü başımızdakilere dualar eden amcamız, üç azgın ve açgözlü oğlan yetiştirmiş, ikisini yurt dışında birer fabrikaya sokmuş oradayken de evlendirmişti. Yurda döndükten sonra haylaz olan üçüncü oğlunu yetişmesi için Bedir’in yanına çırak vermiş, son çocuğu olan kızını da onbeş, onaltı yaşlarındayken, kendi gibi birinin oğluyla bağıra çağıra evlendirmişti. Böylece ailesine karşı görevlerini yerine getirdiğine inanan, küfürle mahalleye nizam getiren, camiye en çok bağışı yapan bir mümin olmuştu, en iyi şarabı köyün kilisesine bağışlayan hristiyan misali..

Kısaca söylemek istenirse bu dünyaya bir sinek kadar faydası olmamış biriydi.

Nizam için sinekler ya da böcekler son derece aşağılık canlılar olup yer yüzünden silinmesi vacip olan varlıkların başında gelirlerdi, diğerleriyse yılan, çıyan, fare mare, sonra da kedi köpek vs.

“Ulen Bedir, sana her zaman söylemiyor muyum, bu iş yerinde sinek besleme diye anasını satayım!” 

Sinek altı bacağını da gazetenin yüzeyine koymasıyla tık diye yapıştı. Aslında yüzey oldukça engebeli olduğundan küçücük  tırnaklarını rahatlıkla geçirebilmişti ve çıkan sesi kendinden başka kimse duymamıştı ama aslında gecenin bir vaktinde elin ayağın çekildiği saatte olsa gazeteye konan bir sineğin sesini siz de duyarsınız. Hayvan altındaki gazeteyi aydınlık ve karanlık olarak farkederken, aynı anda arkasındaki ve sırtındaki parlak güneşi de seyrediyordu.  ve  Ön ayaklarını toplayıp kısa bir temizlik yaptı ve sonra sıçraya, sıçraya gazete üstünde gezinmeye başladı.

Adam büyülenmiş gibi sineğe bakıyor, kanatlarını ellerini ayaklarını dikkatle inceliyordu. Sinek gele gele çay lekeli kısımlara geldi. “Periskop yukarı” dercesine ağızındaki vantuzunu pıt diye ıslak kağıda, şu papara olmuş kağıda, yapıştırdı... Nizam bakıyor, halâ bakıyordu. Artık söylenenleri de duymuyor,sadece sineğin ağzından sarkan, şimdi bir kediciğin annesini emmesi gibi kendi döktüğü çayı kağıdın üzerinden emen, emerken de  ahenkle hareket eden hortumuna büyülenmişcesine bakıyordu.  Sinek pervasızca kağıdın üzerinde dolaşırken içinde bulunduğu dünyanın bir kenarını kapatan koca bir karaltının nefes alışını izliyordu. Üzerinde bulunduğu kağıdın taa öbür tarafında bir torso hafifce kıpırdanıyor ve sinsice yaklaşıyordu. Boşluğun içindeki tüm hareketler bütün böcekleri heyecanlandırır, alarma geçirirdi. Sinek ayaklarını sıçrama öncesi gerilme pozisyonuna getirdi, önündeki devasa karaltıya son bir göz attığında yaklaşan karaltıyı farketti. Geriye doğru kendini boşluğa fırlatıverdi. “Pling”! Sinek o anda vücudunun her tarafında müthiş bir esinti hissetti ve korkunç bir patlama... O korkunç sesi tüm vücuduyla duydu, o şiddetli rüzgar onu daha da hızla itti boşluğa doğru. Son anda şaplaktan kurtuldu. Bir böğürtü koptu:

“Ulan Bedir, ulan! Afedersiniz... analarını şettiğimin sinekleri! Halâ bu pisliği buradan almamışsınız. Senin o fırlamalar nerede ulan affedersiniz. Çabuk kaldırsınlar şu paçavrayı da, silsinler şu masayı ulan, tembeller, Avustralya’da olsaydı şimdiye dek yeni örtü bile örtmüşlerdi. Yok abi yok bizim ruhumuz tembel..”

Çıraklardan biri fırladı geldi, ortalığı toparlayıp temizlemek için dört dönmeye başladı. Amcanın ağzından “Affedersiniz ve anasını satayım” lar seri bir şekilde dökülmeye başlamıştı ki gözünde o aşşağılık pis sinek belirdi.  “Vay o...... çocuğu nasıl  kurtuldun ulen? Eh anasını satayım ihtiyarlıyom gayri. Yetiştiremedim...” Elini kaldırdı demin masaya şamar yapıştıran kızarmış elinden yapışkan şekerli sular damlıyordu. İşaret parmağına bakarken hayatı boyunca en çok çalışan uzvunu hatırladı...

Sadık Mercangöz

İzmir Bornova 7 Eylül 2018, 17:15

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder