BAŞKA
BİR GÖZDEN
Yazın sonuna yaklaşırken sıcak mı sıcak
bir havada, kıyıda kahvenin tahta sandalyasına ve önündeki masaya iyice
yayıldı. Suda neşe içindeki çocukların
hiç bitmeyen seslerinden iyice serseme dönen ve okuduğunu anlayamayan Adam
küfürle karışık pufladı. Yerinden isteksizce kalkıp çardağın alında ocağa yakın
bir yere taşındı. Ocaktan bir çay söyledi, yanına gelen kahveci çırağına bıraz
önce oturduğu yerde bıraktığı gözlük kabını getirmesinin istedi. Gazeteyi
masaya yaymadan önce çırağa masayı bir güzel sildirdi. Gözlüğünü gözüne taktı.
Son zamanlarda bunsuz pek bir şey yapamıyordu. Gazete okumak bununla, evde fasulya
ayıklamak, ilaçların üstünü okumak, balığın ağzından iğneyi almak bununla vs.
“Beni bununla mı yoksa şişe dibi
gözlüğümle mi gömseler daha iyi?” diye kendi kendine mırıldandı. “Şu
melaikeleri çok merak ediyom abisi” dedi yüksek sesle. Çırak çayını masaya
bırakırken:
“Bu melaikeleri ben de merak ediyom Gayri
Nizam amcam” demesiyle elinde askı ve çaylar olduğu halde plaja doğru fırladı
gitti.
“Ulan fırlama, senin ananı hizzaya getirmişim
seni mi nizama sokamam, gün gelir önümde tekmil veririsin... Ya kusura kalma Bedir. Sen de bu fırlamayı kovmadın daha. Bir gün
elimde kalacak valla!” Oğlan kapının dışından pis pis sırıtarak el salladı
gitti.
Ocaktaki Bedir ki ismini Bedir savaşının
olduğu gün doğması dolaysıyla kazanmış, sen Ona takılma, boşver kabilinden bir
şeyler homurdandı ocaktan. Onu işten çıkarır mı? Eli ayağı oğlan. Bütün plajı
ve kahveyi O götürüyor dense yeriydi. Onun gibi iki yardımcı daha vardı, ve bu
kadro ile Bedir’in karısı ki tost ve waffle işlerine bakardı, gece yarılarına
kadar sürünürcesine çalışırlardı. Kolay değil evvelki sene banka kredisiyle
güzelce bir daire almışlardı, daha yarısı ödenmişti.
“Şimdiki şartlarda töbe alamam abi” demişti
Nizam’a.
“Oğlum yat kalk böyle bir adamı başımıza
getirdiği için Allah’a dua et, beş vakit. Adam deha abicim. Ne etti, etti bu
hale getti. Eskiden olsaydı sen evi, Plaj kayfeyi dürbünle görürdün. Onbeş,
onaltı yılda geldiğimiz yere bak lan Bedir..”
“Orası öyle de şimdi geldimiz nokta ne baba? Sana şimdi çay parası iki oldu desem zıplarsın!
Ama bütün yaz boyu bir tek sana söylemedim, eski fiyattan aldım çayları, helali
hoş olsun. Ama amcam benim, bu böyle sürmez, şerefsizler gırtlağımıza basarken,
yağmur gibi elektrik, su ve benzin, mazot zammı peşpeşe gelirken bu böyle
gidemez. Aha ay sonu geliyor, elektrik su gaz faturaları geliyor.. Allah fakire
fukaraya acısın...” dedi Bedir. Nizam sandalyasından doğruldu, gazete önünde
açık vaziyette duruyordu halâ..Elinin terssini küt diye gazeteye vurdu.
“Bok atmayın len.. Şerefsizler, dünyanın
en zengin ülkeleri arasında olan ülkeyi aşağılamak ne oluyor?” diye bağırdı. “Ya
Allahın çayını iki liraya satmak da ne oluyor len?”
Bütün plajda enfreruj karşısında şişe
geçirilmiş tavuklar misali şezlonglara
uzanmış ne kadar plajzade varsa neredeyse hepsi yerlerinden zıplayıp kahve
gazinosuna doğru baktılar. Bir sürü müdavimden
alkışlar yükselerken bazıları da gazinoya doğru bağırıyorlardı.
“Aslan Nizam can Nizam! Kim tutar seni lan
Nizam!..”
“Yediğimiz kazıklar boğaza köprü olur,
Nizam amca!”
“Bu millet kuzudur anam kaderine razı
olur, otlar durur.” Birisi oturduğu şemsiyenin altından ellerini boru gibi
yapıp kahveye doğru bağırdı:“Çayı iki liradan satmanın Dolarla ilişkisi ne?”
“Ayol işte bunlar moral bozucu, ikilik
çıkaran fesatlar değil mi kardeş, geçen sene bir liralık çayı bu sene ikiye
satmak ne demek? Nizam amca yerden göğe haklı değil mi?”
Nizam bey kasıla kasıla kahveden çıktı,
durdu bir “Anasını eşekler kovalasın” dedi, “Affedersiniz” diye plaja doğru
adeta böğürerek özür diledi. “Adamı dinden imandan çıkarırlar bunlar anasını satayım
yüzde yüz zam yapmış beyfendi” Bedir içeriden kapıya gelip Nizam beye, geçen
seneden bu zamana kadar ne artmamış ise söyleyin bende çayı yine bir liradan
vereyim gibi bir şeyler söyledi.
“Ulan anası kandilli, ekmek geçen sene bir
liraydı yine bir lira”
“Doğru değil ekmeğin fiyat değiştirmediği
Nizam amca. 250 gramdan 200 grama inmedi mi? Ben size şekersiz ya da yarım
bardak çay mı içirdim bir liraya?” Sahilden cılız da olsa alkışlar geldi.
“Kamyonların kullandığı mazot geçen sene
bu vakitler 4 lira 40 kuruşmuş bu gün 5
lira 80 kuruş olmuş ağam, içinden kamyon geçen herşey zamlanmadı mı?”
“Başlatmayın lan kamyonunuza, Tırınıza.
Çaya bir liradan bir kuruş fazla çalışmaz.herkese duyurulur..” Sahil sitesi
sakinleri bu fikri desteklediler ve alkışlar arasında Bedir usta çayı bir
liradan vermeyi kabul etti. “Bundan da kâr etmesem yıkılmam” dedi. Adamımız
yine ortalığa selam vererek gazetesinin yayılmış olduğu masasına böbürlenerek döndü. Döndü ki masaya attığı yumruğun sonucunda
devrilen çay bardağından saçılan boyalı su gazeteyi paparaya döndürmüş buldu.
“Hay anasını kelebekler kovalasın, he mi
Bedir? Ne iş lan bu?”
Bedir, ulan bu senin marifetin dercesine
başını sallayarak dökülen bardağını alıp, ocağa giderken yeni bir çayı
göndereceğini söyledi. Nizam gazeteyi gözden geçirip ıslanmamış sayfaları
sıyırıp ayırdı diğerlerinden. O sırada bir kara sinek gelip çay dökülmüş
sayfanın üzerine konuverdi. Ürkek, ama karalıydı, çünkü adamın onu eliyle kovmalarına
aldırmadan tekrar tekrar kondu gazeteye. Simli kanatları, ince tüylu gövdesi ve
gösterişli kafasıyla diğer böceklere nazaran masum bir kın kanatlı böcek.
Evcildir, evlerimizde iş yerlerimizde bizlerle beraber yaşarlar. Her tarafa
mikrop taşıdıkları rivayet edilir, ancak yaşadığı ortam ne kadar temizse o da o
kadar temiz olur, gerçeğini kabul etneniz gerekir. Kim bilebilir. Siz sabahtan
akşama kadar el ve ayaklarıyla kendini gövdesini ve kanatlarını temizleyen bir sinek
görmediniz mi? Onlar da pislikten nefret ederler. Ancak bizim pislik
dediğimiz şeye o besin gözüyle bakar. Bizim ellerimizde, kullandığımız cep
telefonunumuzda, laptopumuzda ya da cüzdanımızda veya cebimizdeki kağıt
paralarda en az o sinekteki kadar mikrop
olduğu söylenir. Bu iddia sineklerin
değil, bilim insanlarının araştırmaları sonunda vardıkları bir sonuç. Dünyanın
düzeninde canlıların arasında nano seviyede çevre temizliğini yapmak bu
böceklerin asli görevidir.
Yere abdestsiz basmayan Nizam amca sineği
görünce gayri htiyari küfürü bastı. Bu işler Nizam beye göre değildi. Yurt dışında
kazandığı parası, küfürle kazandığı bir ünvanı vardı, böyle “aşşalık bir
sinekle” – bu tabirde sadece insanlar arasında doğmuş, yücelmiş bir deyiş- aynı
masada bulunmak ne demekti, Nizam amca bir insandı, eşrefi mahûkat...Her zaman
cebinde bekleyen kimliğinde, adı soyadı ve cinsi, cibiliyeti ve dahi milliyeti,
dini, mezhebi özene bezene yazılıydı, yani bizim deyimimizle Onun bir insan
olduğu kayıtlara geçmişti. Uzun yıllar yurt dışında çalıştığı fabrikada önünden
geçen kutuların otomatik ambalajlanmasını denetlemekle görevliyken arada bir
makinaların kapatılıp açılması gerektiğinde kırmızı düğmeye işaret parmağıyla
basmakla ömrünü geçirmiş, anasını satayım, saygın bir kişiydi. Oradan emekli
olup burada son düzenlemelerden sonra Tl karşılığı artan emekli maaşından ötürü
başımızdakilere dualar eden amcamız, üç azgın ve açgözlü oğlan yetiştirmiş, ikisini
yurt dışında birer fabrikaya sokmuş oradayken de evlendirmişti. Yurda döndükten
sonra haylaz olan üçüncü oğlunu yetişmesi için Bedir’in yanına çırak vermiş, son
çocuğu olan kızını da onbeş, onaltı yaşlarındayken, kendi gibi birinin oğluyla
bağıra çağıra evlendirmişti. Böylece ailesine karşı görevlerini yerine
getirdiğine inanan, küfürle mahalleye nizam getiren, camiye en çok bağışı yapan
bir mümin olmuştu, en iyi şarabı köyün kilisesine bağışlayan hristiyan misali..
Kısaca söylemek istenirse bu dünyaya bir
sinek kadar faydası olmamış biriydi.
Nizam için sinekler ya da böcekler son
derece aşağılık canlılar olup yer yüzünden silinmesi vacip olan varlıkların
başında gelirlerdi, diğerleriyse yılan, çıyan, fare mare, sonra da kedi köpek
vs.
“Ulen Bedir, sana her zaman söylemiyor
muyum, bu iş yerinde sinek besleme diye anasını satayım!”
Sinek altı bacağını da gazetenin yüzeyine
koymasıyla tık diye yapıştı. Aslında yüzey oldukça engebeli olduğundan
küçücük tırnaklarını rahatlıkla geçirebilmişti
ve çıkan sesi kendinden başka kimse duymamıştı ama aslında gecenin bir vaktinde
elin ayağın çekildiği saatte olsa gazeteye konan bir sineğin sesini siz de
duyarsınız. Hayvan altındaki gazeteyi aydınlık ve karanlık olarak farkederken, aynı
anda arkasındaki ve sırtındaki parlak güneşi de seyrediyordu. ve Ön
ayaklarını toplayıp kısa bir temizlik yaptı ve sonra sıçraya, sıçraya gazete
üstünde gezinmeye başladı.
Adam büyülenmiş gibi sineğe bakıyor,
kanatlarını ellerini ayaklarını dikkatle inceliyordu. Sinek gele gele çay
lekeli kısımlara geldi. “Periskop yukarı” dercesine ağızındaki vantuzunu pıt
diye ıslak kağıda, şu papara olmuş kağıda, yapıştırdı... Nizam bakıyor, halâ
bakıyordu. Artık söylenenleri de duymuyor,sadece sineğin ağzından sarkan, şimdi
bir kediciğin annesini emmesi gibi kendi döktüğü çayı kağıdın üzerinden emen,
emerken de ahenkle hareket eden
hortumuna büyülenmişcesine bakıyordu. Sinek pervasızca kağıdın üzerinde dolaşırken
içinde bulunduğu dünyanın bir kenarını kapatan koca bir karaltının nefes
alışını izliyordu. Üzerinde bulunduğu kağıdın taa öbür tarafında bir torso
hafifce kıpırdanıyor ve sinsice yaklaşıyordu. Boşluğun içindeki tüm hareketler
bütün böcekleri heyecanlandırır, alarma geçirirdi. Sinek ayaklarını sıçrama
öncesi gerilme pozisyonuna getirdi, önündeki devasa karaltıya son bir göz
attığında yaklaşan karaltıyı farketti. Geriye doğru kendini boşluğa
fırlatıverdi. “Pling”! Sinek o anda vücudunun her tarafında müthiş bir esinti
hissetti ve korkunç bir patlama... O korkunç sesi tüm vücuduyla duydu, o şiddetli
rüzgar onu daha da hızla itti boşluğa doğru. Son anda şaplaktan kurtuldu. Bir
böğürtü koptu:
“Ulan Bedir, ulan! Afedersiniz... analarını
şettiğimin sinekleri! Halâ bu pisliği buradan almamışsınız. Senin o fırlamalar
nerede ulan affedersiniz. Çabuk kaldırsınlar şu paçavrayı da, silsinler şu
masayı ulan, tembeller, Avustralya’da olsaydı şimdiye dek yeni örtü bile
örtmüşlerdi. Yok abi yok bizim ruhumuz tembel..”
Çıraklardan biri fırladı geldi, ortalığı
toparlayıp temizlemek için dört dönmeye başladı. Amcanın ağzından “Affedersiniz
ve anasını satayım” lar seri bir şekilde dökülmeye başlamıştı ki gözünde o
aşşağılık pis sinek belirdi. “Vay o......
çocuğu nasıl kurtuldun ulen? Eh anasını
satayım ihtiyarlıyom gayri. Yetiştiremedim...” Elini kaldırdı demin masaya
şamar yapıştıran kızarmış elinden yapışkan şekerli sular damlıyordu. İşaret
parmağına bakarken hayatı boyunca en çok çalışan uzvunu hatırladı...
Sadık Mercangöz
İzmir Bornova 7 Eylül 2018, 17:15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder